Top
Mehmet Açar

Mehmet Açar

macar@htgazete.com.tr

12/04/2023

Adil rekabet peşindeki anne

Tetikçi, ajan ve kiralık katilleri konu alan filmlerin ardı arkası kesilmiyor. Kökleri sinema tarihinin ilk dönemlerine kadar giden ve kendi içinden sürekli Nikita, John Wick gibi popüler seriler çıkaran bir alt tür bu…

Güney Koreli yönetmen Byun Sung-hyun’un yazıp yönettiği ‘Kill Boksoon’, türün ikibinli yıllarda sık sık karşımıza çıkan biçimci örneklerinden biri.

Adıyla ve Gil Bok-soon adlı tetikçi karakteriyle ‘Kill Bill’i; gerçekçilikten hayli uzak hikâyesiyle ‘John Wick’ serisini akla getirdiği söylenebilir ‘Kill Boksoon’un… İnandırıcılıktan uzaklığı, özenli dövüş koreografileri, biçimsel şıklığı ve stilize yanlarıyla söz konusu filmlerle akrabalığı inkâr edilemez. Ama ana karakteri ve hikâye örgüsüne odaklandığımızda, farklı yanlarını görmemek mümkün değil.

Gil Bok-soon (Jeon Do-yeon), suç dünyasında efsaneleşmiş üst sınıf bir kiralık katil. Film boyunca, mesleğe nasıl girdiği dışında geçmişi hakkında fazla şey öğrenemiyoruz. Tek bildiğimiz, tetikçiliğinin yanı sıra hali vakti yerinde, sorumluluk sahibi yalnız bir anne olması…

Özel okulda okuyan 15 yaşındaki ergen kızı Jae-yeong (Kim Si-a) annesinin geçimini nasıl sağladığı hakkında hiçbir şey bilmiyor. Çünkü Gil mesleğini ve suç dünyasını evinden tümüyle uzak tutuyor. Lüks site içindeki evinin balkonunda çiçekleriyle yakından ilgilenen Gil’in, kızını iyi yetiştirmekten başka hiçbir derdi ve tasası olmadığı ortada. Ama filmde açıkça vurgulandığı gibi ‘çocuk yetiştirmek, insan öldürmekten daha zor’ geliyor ona. Dövüşürken rakiplerinin hamlelerini önceden tahmin edebiliyor ama kızının tepkilerini öngörmekte yetersiz kalıyor. Onunla iletişim kurmakta güçlük çekiyor, ergenliğin şifrelerini çözemiyor.

İlk bölümlerde öyle görünmesine karşın ‘annelik ile kiralık katilliği’ yan yana getiren komik bir film seyretmiyoruz. Yine annelikle ilgili başka bir meselesi var filmin. Burada ilk açılış sahnesindeki ‘anahtar flash-back’e dönmek gerek. Anne kız televizyonda başbakan adayı bir senatörün oğlunu torpille konservatuvara yerleştirdiğine dair bir haber görüyorlar. Jae-yeong, haberi kendisi kadar önemsemeyen, ‘çocuğu için yapıyorsa doğrudur’ diyen ve dünyayı adaletli bulmayan annesine sitemkâr ifadeyle ‘adil rekabet’ için çaba göstermesi gerektiğini söylüyor. 15 yaşındaki bir genç kıza senatörlerin adil olmadığı bir ülkede yaşamak belli ki ağır geliyor. Filmin dramatik çerçevesini ve ana karakterin gizli hedefini belirleyen bir diyalog bu…

Gil’in bu sözlerden etkilendiği belli. Öyle ki, aldığı ilk işinde, yani açılış sahnesinde öldüreceği kişiye adil dövüş fırsatı dahi veriyor. Gerçi adil dövüş hedefini tutturamıyor ama filmin geri kalanında olup bitenlere baktığımızda, Gil’in ahlaki açıdan doğru olanı yapmaya odaklandığını; hatta bunu kendi çıkarlarından ve can güvenliğinden daha fazla önemsediğini görüyoruz.

Gil, ahlaki açıdan doğru bulmadığı için patronu Cha Min-kyu’nun (Sol Kyung-gu) verdiği işi yapmıyor. Sadece direktifi uygulamamakla yetinmiyor; söz konusu kişinin hiç kimse tarafından öldürülmemesi konusunda patronuna ültimatom dahi veriyor. Şirket kurallarına aykırı olduğunu bilerek yapıyor bunları. Filmin bir yerinde davranışlarının nedenini ‘kendine ihanet etmek istememesi’ ile açıklıyor. Kızı da cinsel yönelimleri nedeniyle okulda yaşadığı sorunları aynı şekilde kendisine ihanet etmeden çözmeye çalışıyor.

Gil’in neyi, neden yapmadığı üzerine düşündüğümüzde, tüm eylemlerinin kökeninde kızının çerçevesini çizdiği ‘daha adil bir dünya’ hedefinin olduğunu görmemek mümkün değil. Gil doğru bildiğinden şaşmadığı için arkadaşlarıyla karşı karşıya geliyor. Kötü insanlardan ziyade mesleklerinin gereğini yerine getirmeye çalışan kişilerle mücadele ediyor. O yüzden, birçok sahnede iyilerin kendi aralarındaki çatışmalarını izliyoruz. Tuhaf olan, Gil’in tüm bu süreçte duygularına hiç kapılmadan hedefine kilitlenerek ne gerekiyorsa onu yapması… Öyle ki, bir noktada onun aslında kızından başka hiç kimseyi sevmediğini keşfediyoruz. Adil dövüş için kendisini öldürme şansını kullanmayan rakibinin canını alırken dahi gözünü kırpmıyor. Özetle onu seven ve ona saygı duyan insanlarla hayatında hiç tanımadığı biri uğruna karşı karşıya geliyor.

Dolayısıyla, ‘John Wick’ tarzında bir hikâye ya da eski usul bir ‘vigilante’ (intikamcı) filmi beklemiyor bizi. Patronun kıskanç ve ihtiraslı kız kardeşi, şirket müdürü Cha Min-hee (Esom) gibi bir kötü karakter var Gil’in karşısında. Ama yine de çıkan sorunların kökeninde Min-hee’den ziyade Gil’in yıllarca çalıştığı, kontratla bağlı olduğu MK adlı şirketin kurallarına karşı gelmesi yatıyor.

Filmdeki kiralık katillerin kurumsal kimliğe sahip şirketlerde hiyerarşik düzende, katı kurallara bağlı olarak çalışmaları, sadece mizahi unsur değil. Tetikçilerin iş disiplinine gösterdikleri özen, katıldıkları eğitim çalışmaları ve motivasyon toplantıları, elbette bize matrak geliyor. Diğer şirketlerle birlikte oluşturulan lonca benzeri yapılanma da öyle… Ama tüm bunların gerisinde başka bir şey var. Malum, Japonya ve Güney Kore’deki ekonomik mucizeler, şirketlerin başarılı performansına bağlanır. Çünkü çalışanların şirkete olan bağlılığı ve disiplinleri, her şeyden önde gelir. Uzakdoğu’daki kapitalist kalkınma modeli, biraz da bu modelle ilişkilendirilir.

Gil özünde kâr hedefli bu modele karşı çıkıyor ve şirket çıkarlarının yerine ahlaki doğruları koyuyor. Kızı ise okulda benzer bir tavır sergiliyor. ‘Seçim rekabetine hazırlanan Başbakan adayı senatör ve oğlu’ yan öyküsü üzerinden her şeyin ülke yönetimine kadar bağlandığı dahi söylenebilir.

Tüm bunları göz önüne aldığımda, ‘Kill Boksoon’ın ilgiye değer alt metinleriyle öne çıkan bir film olduğunu söyleyebilirim; ama Gil Boksoon’un iyi yazılmış, iyi düşünülmüş bir karakter olduğunu pek düşünmüyorum. Öncelikle geçmiş hikâyesi bana çok yetersiz geliyor. Asıl rahatsız edici nokta, ahlaki bir değişim yaşayıp yaşamadığını dahi anlamıyor olmamız. Ülkenin bir numaralı kiralık katilinin kızının söyledikleriyle bir anda değişeceğini ve her şeyini riske atacağına inanmak hiç kolay değil. Ayrıca bu değişimin geçmişte başlayıp başlamadığını da bilmiyoruz. Benzer bir ‘erkek patron – kadın tetikçi hikâyesi’ anlatan ‘Kill Bill’de Quentin Tarantino, Gelin’in geçmiş öyküsünü, değişim eğrisini ve patronu Bill’le olan anlaşmazlıklarını, duygusal çelişkilerini detaylarıyla anlatır. Film bittiğinde Gelin’in nereden nereye geldiği, hangi motivasyonlarla hareket ettiği konusunda zihnimiz çok nettir. Burada ise nerdeyse hiç karakter değişimi yok. Sadece doğru olanı yapmak isteyen bir ana karakter var. Bu kadar ahlakçı ve vicdan sahibi birinin kiralık katillik kariyerinde zirveye çıkmış olduğuna inanmak imkânsız.

Bunlara takılmazsanız, filmden keyif almanız mümkün. Japon samuray kılıcıyla Güney Kore dövüş filmlerinin vazgeçilmez silahı baltayı karşı karşıya getiren açılış başta olmak üzere filmdeki dövüş sahnelerinin iyi tasarlandığını, koreografilerinin iyi düzenlendiğini düşünüyorum. Bizi Gil’in zihnindeki düşüncelere götüren ‘flash-forward’lar veya son dövüş sahnesinde aklından geçirdiği farklı olasılıkların aynı kadraja sığdırılması, başarıyla uygulanan parlak fikirler…

Yönetmen Byun Sung-hyun, Güney Kore aksiyon – dövüş sinemasına özgü biçimciliğin etkili örneklerinden birini sergiliyor. Farklı lensler, değişik açılar, ölçekler, kurgu oyunları, CGI ve kamera hareketlerini şıklığı temel alan bir sinema estetiğinde birleştiriyor. Ayrıca dövüş sahnelerini farklı karakterler ve görsel atmosferlerde çekiyor.

2007’de Cannes’da ‘Secret Sunshine’ ile en iyi kadın oyuncu ödülünü kazanan Jeon Do-yeon başta olmak üzere tüm oyuncular iyi. Gil’in çok zor seçimlere doğru ittiği patronu canlandıran Sol Kyung-gu ve kiralık katillik kariyeri krize girmiş genç Han Hee-seong rolündeki Koo Kyo-hwan hemen aklıma gelen isimler…

Aksiyon – dövüş filmlerini sevenlere gönül rahatlığıyla tavsiye ederim. Dünya prömiyerini geçtiğimiz Berlin Film Festivali’nde yapan ‘Kill Boksoon’u Netflix’te seyredebilirsiniz.

6/10

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp