Top
Mehmet Açar

Mehmet Açar

macar@htgazete.com.tr

01/10/2019

Erkeklik halleri ve Arslanköylü kadınlar

Adana gibi ulusal film yarışmalarının öne çıktığı festivallerdeki değerlendirme yazılarında tek tek filmlere odaklanmak yerine genel tespitler yapma derdi ağır basar. Filmlerin bütününde ortaya çıkan eğilimlere bakılır…Sözgelimi geçen yıl Adana Film Festivali’ndeki ulusal yarışma filmlerini seyrettikten sonra kadın hikâyelerinin azlığından şikâyet etmiş, değişik yaş gruplarından gelen erkeklerin taşrada yaşadığı çıkışsızlık temasının ağır bastığından söz etmiştim… Bu yıl 26'ncı kez düzenlenen Adana Altın Koza Film Festivali'nin ulusal yarışma bölümünde ‘Kovan’, ‘Bağlılık Aslı’ ve ‘Kraliçe Lear’ dışında yine erkek karakterlerin ağırlıkta olduğu hikâyeler öne çıktı. Ama taşra ile şehir arasında en azından bir denge olduğu kesin ve erkek karakterler açısından çıkışsızlıktan ziyade hastalıklı saplantıların, suçların ve varoluş sıkıntılarının ağır bastığı söylenebilir.Serhat Karaaslan’ın yazıp yönettiği ‘Görülmüştür’deki ceza infaz memuru karakteri mesela… Çevresini saran erkeklik, şiddet kültürü ve nobranlığın dışında kalan biri gibi görünüyor başlangıçta. Okumakla yükümlü olduğu mahkûm mektuplarından birine ‘İşkence var’ diye yazıyor mesela… Ayrıca bir yazarlık atölyesine devam ediyor ve öyküler yazıyor. Sonra mektupların içinden çıkan bir fotoğrafla birlikte mahkûm eşlerinden birine karşı saplantılı bir ilgi duymaya başlıyor. Ruhundaki o büyük boşluk mu ürpertici, yoksa hiç tanımadığı bir kadının o boşluğu bir anda doldurması mı? Kestirmek zor… Her şeyi onun gözünden izlememiz, kadının bakış açısına hiç geçmiyor olmamız da üstümüzde ciddi bir sıkıntı ve baskı yaratıyor.

Birkan Sokullu 'Kronoloji'de...

‘Küf’le tanıdığımız Ali Aydın’ın yazıp yönettiği ‘Kronoloji’deki İstanbullu mimar, bir gün sokakta karısını tanımadığı bir erkekle görünce, işini gücünü bırakıp onları takip etmeye başlıyor… O takiple birlikte erkekliğin hastalıklı ve şiddetle dolu dünyasına yolculuğumuz da başlıyor. Önce gri bölgelere, sonra daha karanlık alanlara geçiyoruz. Kültürlü, eğitimli bir insanın kıskançlığının gerisinde de aynı hastalıklı erkeklik zihniyeti, yani kadın düşmanlığı çıkıyor karşımıza. ‘Kronoloji’, karakterin kadın düşmanlığının altındaki özgüvensizliğin altını incelikle çizen bir film... ‘Uzun Zaman Önce’nin taşralı ana karakterinde ise  özgüvensizlik çok daha baskın ve görünür bir özellik... Aynı kadın düşmanlığı onda da var. Hikâye, taşrayı içten içe yiyip bitiren ve hep şiddetle sona eren bu erkeklik kültürü üzerine şekilleniyor.Kıvanç Sezer’e en iyi senaryo, Alican Yücesoy’a en iyi erkek oyuncu ödüllerini getiren ‘Küçük Şeyler’in işini kaybeden ve bir türlü gönlünden geçen işi bulamayan ‘beyaz yakalı’ ana karakterinde bir kadın düşmanlığından söz etmek mümkün değil… Ama o gülünesi ve acınası halleriyle bir kadını mutlu etmesi pek kolay değil.

'Küçük Şeyler'de Alican Yücesoy en iyi erkek oyuncu, Başak Özcan ise umut veren kadın oyuncu ödüllerini kazandılar.

Ergenlik çağında takılı kalmış gibi görünüyor, hayallerle yaşıyor ve gerçeklikle arasındaki bağlar zayıf… Özellikle de geçim sıkıntısıyla yüzleşmeye hiç hazır değil. Hep aynı sınıfın insanı olacağından ve sosyal statüsünü hiç kaybetmeyeceğinden nedense çok emin. Film, karısının onun bir hayat arkadaşı ve baba olacağına dair tüm umutlarını kaybetmesinin hikâyesi aslında… ‘Babamın Kanatları’yla tanıdığımız yönetmen Kıvanç Sezer, ‘Küçük Şeyler’de, işsizlik kadar büyüyüp olgunlaşamayan memleket erkeklerinin hikâyesini de anlatıyor.Barış Atay’ın yazıp yönettiği, Funda Eryiğit’e en iyi kadın oyuncu ödülünü getiren ‘Aden’, kadına yönelik erkek baskısını çok daha somut şekilde işleyen bir film… Belirsiz bir mekân ve zamanda geçen ‘Aden’de Barış Atay, üç erkeğin bir kadın üzerinden verdiği psikolojik savaşa iktidar ilişkileri açısından bakıyor ve baskıyı sınıfsal bir yerden görüyor.Cenk Ertürk’ün yazıp yönettiği ‘Nuh Tepesi’ ise erkeklerin dünyasında geçen maskülen bir film... Ali Atay’ın oynadığı oğul karakteri, son yıllarda yerli filmlerde gördüğüm en karmaşık, çelişkili ve iyi yazılmış erkeklerden biri… Babasıyla nefret ve sevgi, isyan ve saygı arasında gidip gelen ilişkisi de akıllardan çıkacak gibi değil. Özellikle dayılarının kendini kötü yetiştirdiğini anlattığı sahne hafızaya çakılı kalacak cinsten… Oğul hesap sorma, baba ise huzur içinde ölme derdinde… Öyle umutsuz bir ilişkileri var ki, birbirlerini sevdiklerini biliyor olmaları dahi pek bir işe yaramıyor.

'Nuh Tepesi'nde Haluk Bilginer ve Ali Atay...

Evladını bırakıp giden sorumsuz bencil baba, öfkesinin esiri küfürbaz, kavgacı oğul ve ikiyüzlü çıkar ilişkileriyle taşrayı hükümleri altına almış diğer erkekler…  Çevrelerindeki diğer erkeklerin kurduğu iktidara karşı birlik olmak zorunda kalmasalar, babayla oğlun bir araya gelmesi belki hiç mümkün olmayacak. ‘Nuh Tepesi’nde kadınlar bu erkekler dünyasının neredeyse tümüyle dışındalar… Hande Doğandemir'in oynadığı eş karakteri belli belirsiz bir kurtuluş umudu olarak var filmde... ‘Nuh Tepesi’, ‘Kraliçe Lear’, ‘Küçük Şeyler’, ‘Kronoloji’ ve ‘Görülmüştür’le birlikte festivalin öne çıkan filmlerinden biriydi benim için. Eleştirmenler arasında beğenenler azınlıktaydı. Buna karşılık Serra Yılmaz’ın başkanlığındaki jüri, ‘Nuh Tepesi’ni sevdi. En iyi film, yönetmen ve görüntü yönetimi dallarında ödüllendirdi... Serra Yılmaz'ın kapanıy töreninde yaptığı konuşmada filmlerdeki kadın karakterlerin azlığına ve yetersizliğine yaptığı vurgu da önemliydi. Kadınları anlatan filmlerin en iyisi ise belgesel türündeki “Kraliçe Lear”di...

'Kraliçe Lear'

Pelin Esmer, Arslanköylü kadınların tiyatro serüvenini anlattığı 2005 yapımı ‘Oyun’da, bu ülkede güzel şeyler oluyor diyerek kalbimize su serpmekle kalmamış, tiyatronun dönüştürücü özellikleri üzerine her şeyi yeniden düşünmemizi sağlamıştı. Yıllar sonra, Arslanköylü tiyatrocu kadınları bu kez köylere çıktıkları bir turne kapsamında belgeliyor Pelin Esmer… Turnede önce ‘Oyun’ filmi gösteriliyor, sonra da kısaltılmış bir ‘Kral Lear’ uyarlaması sahneliyorlar. Pelin Esmer kamerasıyla sadece tiyatrocu kadınları değil onların turne sırasında karşılaştıkları köylü kadınlarla ilişkisini de gözlemliyor. Kameranın varlığını bize pek unutturmayan bir anlatım tarzı yakalayan Pelin Esmer, ulusal yarışmada Yılmaz Güney Ödülü dışında, bu yıl Cüneyt Cebenoyan anısına verilen SİYAD Ödülü’nü de kazandı. İkisi de gerçekten isabetli ödüllerdi... Kadın düşmanlığının, kadına yönelik şiddetin varlığını sürekli hissettirdiği bir ülkede ‘Kraliçe Lear’, gerçekten anlamlı bir film… Kadınların hayatın her alanında varlıklarını daha çok hissettirmeleri ve bir şekilde toplumu dönüştürmek için daha çok mücadele etmeleri gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor...

 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp