Top
Ali Esad Göksel

Ali Esad Göksel

aliesadgoksel@htgazete.com.tr

30/05/2010

Tatlı şarapların adası

Visconti’nin İl Gattopardo filmini hatırlar mısınız? Üç buçuk saatlik destan nefes kesici bir görselliğe sahipti. Prens Don Fabrizi Salina’yı Burt Lancaster oynarken, Claudia Cardinale Angelica, Alain Delon ise Tancredi olmuştu. Kendisi de Sicilyalı olan Tomasi di Lampedusa’nın “Leopar’ı” zaten baştan çıkarıcı bir romanken, film kanlı canlı bir Sicilya Davetiyesi kılığına bürünmüştü. O gün bugün ne zaman Sicilya’dan söz olunursa davranırım: “Yolcu yolunda gerek!” Palermo, Syracusa bir de malum Taormina. Ama henüz tavaf olunmamış yerler de mevcut. Ada kocaman ya. Son seyrüsefer de bu fasıldan. Baştan alalım:

PANAYIRIN VEDETİ: “GEWURZTRAMINER 8”
İlk hedef “Vinitaly” - Verona. Sonra “Alternatif Şarap Panayırı Summa.” Vinitaly dünyanın kapsamlı, önemli şarap fuarlarından. 2006 yılında büyük jürisinde fedakâr günler geçirmiştim: Günde 100 kadar şarap tadarak o senenin en iyi şarabını bulmaya çalışmış idik. Bu mesaiye imrenmeyi düşünmeyin. Vinitaly’den uzak durma kararım böyle çıktı idi. Sonra “tövbem bitti”. Peki fuar? Kalabalık. Herkes orada: Profesyoneller, amatörler, çoluk çocuk... Kimi ararsan. Eski dostlar, tanıdıklar. Parker’dan aferin almış Uchelleria! Sonra yeniler. Fuarların iyi kötü tarafı da her şeyin, herkesin bir arada oluşu. Summa, alternatif şarap panayırı da böyle. Alois Lageder diyor ki: “Bir miktar üretici profesyoneller ile buluşalım. Kaliteyi yukarı çekmiş oluruz, hem de bu kapalı cemaatin kafası rahat kalır.”

18 ve 19. yüzyıllardan kalma bir avlu ve etrafındaki “pavyon – yapılara” yerleşmiş üreticiler. Mimari ile onlar arasındaki kendine has diyaloğun etkileyici olduğu kuşkusuz. Tavan yüksekliği 5-6 metre civarında, duvar ve tavanlarda tematik fresklerin bulunduğu salonlar...

Elinizde kadeh o şarapçı, bu şarapçı dolaşıyorsunuz. Bir yandan da eski hayatları düşünüyorsunuz: Toprak sahiplerini. Misafirlerini, şarapları, şölenleri. Summa’nın güçlü tarafı. Sürreel canlandırma gibi. Bahçede eski bir yalak kenarına tüneyip mahalli peynirleri şaraba katık ediyoruz. Sonra yukarı tırmanıp -çünkü rıhtlar on dokuz santim, eskiler iriyarı ve atletik olmalılar- Kracher’e uzanıyoruz. Gewürztraminer’den ürettiği 8 numara alınıyor... Aman yarabbim!

AMİRALİN MARSALA HAREKÂTI
Artık hazırız. Sicilya için uçaktayız. Sabahın köründe uçağa davranmak tatsız mı tatsız. Ama indiğinizde gün önünüzde. Gambero Rosso’dan defaten takdis olunmuş bir bara uzanılıyor. İki üç espresso. Bir de burası Marsala. Kan portakalı. Sonra badem ve ezmesi. Ayrıca sıkı durun: Antepfıstığı. Zaten bu iri ada yolgeçen hanı gibi. Fenikeliler’den Bizans’a, Araplardan İngilizlere... Her biri bir şey bırakmış. Marsala’yı duymuşluğunuz var mı? Coğrafya ve tarihte zayıf, ama şarapta meraklı iseniz, hele anglosakson içki kültürüne yakınsanız Marsala önemli. İkiyüz yıl kadar burada tatlı şarap yapılmış. Nelson’un “Denizcilerin günde bir kadeh içme hakları vardır” diyerek yönlendirdiği irice “Marsala Siparişi” tatlı şarabın altın günlerini başlatmış. Kentin tam ortasında yer alan küçük ama hoş eski şehrin zenginliği yaşanan o şaşaanın belgesi gibi... Hele bugün artık kütüphane olarak kullanılan eski manastır, mimari bir ziynet gibi. Donnafugata’nın şehrin hemen kıyısındaki şaraphanesinde bir mahzen var ki tanıdık. Bir aşağı bir yukarı dolanıp duruyoruz. Sakral atmosferi, aydınlatması. Nihayet “Senyor” Rallo anlatıyor: “İstanbul Yerebatan Sarayı’nı görmüştüm. Mühendis arkadaşıma anlattım. Tarif ettik, zanaatkâr işi oldu. İnşaatı yapanlar sağına soluna fikir yürüttüler. Ortaya bu çıktı.” Bir mimarın yapmaması gerekeni yapıyor, gülümseyerek onaylıyorum... Yola koyuluyor Menfi’de Ristorante da Vittorio’ya gidiyoruz. Burası sahilde mütevazı havalı bir balık lokantası. Şimdiye kadar yediğim en etkileyici yemeklerden birisini yemekteyim. Balıklar, deniz mahsulleri, sebzeler, otlar... Malzemenin hakkı bu kadar mı verilir?

ARMANI VE HAYRANLARI VE ADA
Sıra Pantelleria’da. Yarım saat bir uçuşla... Arapların deyişi ile Bint el Rhir, yani “rüzgârın oğlu”! İsmi ile müsemma olmak bu değilse ne? Rüzgâr nefes almaksızın orada. O kadar ki asmaların yüksekliği topu topu 40-50 cm. Yetmiyor, ayrıca bambudan mamul rüzgârlıklarla setler korunuyor. 46 yıldır bağlar ve şaraphanede çalışan Giacomo’ya Ben Rye bağlarının köşesine yerleşmiş tapınağı soruyorum. Kirlenmesin diye özendiğim ayakkabılarımın batması kaçınılmaz. Bata çıka gidiliyor. Eğilerek çile kapısından içeri süzülüyoruz. 8 metre çapında üstü açık, yüksekliği iki metre olan bir mekândayız. İçerideki devasa portakal ağacı 295 yaşında. Rüzgârdan korumak üzere inşa olunmuş taş mahfazasının içinde hürmet görüyor. Köylülerden, Armani’ye kadar. Şöhretli, şöhretsiz ada sakinlerinin doğaya bakışı bu. İtiş kakış yok, dizgine getireyim yok. Anlamaya çalışıyorlar. Nasıl birlikte yaşarız diye. Ben Rye Donnafugata’nın Pantelleria’da yaptığı Passito. Robert Parker “çok aferin” vermiş. Adanın volkanik zemininde yetişmiş Zibibbo üzümleri toplanıyor. Kehribar sarısı kadehinizde, kayısı, şeftali, kuru incirler, bal, hüdai nabit otlar burnunuzda, daha ne istersiniz? Şaraphanenin sahibi Rallo ile masaya oturuyoruz. Yan masada bağda çalışan işçiler yemekte. Aynı yemek ve şaraplar bize de servis olunuyor. Eyy Özpetek bu iki sofra atlanır mı? Bak Visconti’nin Gattopardo’sundan nereye geldik. Zamanı da doğru okumak gerekiyor. Donizetti dedi idi ya, “tu che a Dio spiegasti l ali” sanki Palermo’daki prens için: “Tanrıya uçmak için kanatlarını açan.” Kalan ve değişmeyen passito. İçenler değişiyor...

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları