Top
Ali Esad Göksel

Ali Esad Göksel

aliesadgoksel@htgazete.com.tr

22/02/2019

Hüznün melodisi

Öyle anlar, öyle insanlar vardır ki...Sizde ben bunu daha önce gördümdü hissi yaratır.Bilimsel ve artistik tabiri ile “déja vu”.Edebiyatın, sinemanın bayıldığı, kullan Allah kullan, tüketemediği bir keyfiyettir.Açıkcası tekin değil.Öyle ya, bildim zannındasınız.Ve fakat. Emin de değilsiniz?Bir ”galiba hali...”Oldum olası “İşte budur matematiğine sarılmışları“ ürküten bir hülya…Geçtiğimiz hafta tam aksini yaşadım:Uzun bir aranın ardından komşu bir şehre yeniden gittim...Burnumuzun dibinde.Nedendir bilinmez. Ertelemiş durmuşum.Daha iyi, daha rahat bir zaman olsa diye?Meğer o zaman geçen hafta imiş."Hayatta hiçbir şey zamanı gelmiş bir fikre benzeyemez" lafı var ya.Selanik’teyim. Nihayet...Yıllardır ilk aklıma düşen menziller listesinin başı. Ne diye?Gerekçe gani: Önce, “mutfağının şöhreti”.Devam: Doğu Roma’nın en önemli şehirlerinden.Sonra Büyük İskender var. Şehir arkeoloji kokuyor.Bitti mi? Hiç olur mu canım. Osmanlı var. Dile kolay. Beş asır...Tamam mı? Az durun. En önemlisi en sona...Nüfusu bizden... Şu “bizden” ne demek?İşte orada sıkıntıdayım.Anlatmak kolay bir şey değil.Birebir yaşamak lazım...

Şöyle aktarayım da tam olsun.Selanikte dünya çapında “bir rus avantgarde’ları” kolleksiyonu var.Az “bir kısmını” gördünüz. Ya da görmelisiniz:Sabancı Müzesi’ne deplasmana geldi. Sakın kaçırmayasınız.Ama durun hele mevzu karışmasın. Selanik’teyiz.Costakis Koleksiyonu-Müzesi'nin sorumlusu beni otelime bırakacak:Uzun bir rembetiko suaresinden arta kalmışız.Müzik ve his dünyalarının sarhoşuyuz...

Yolumuz uzun. Bomboş yollarda varoştan şehrin merkezi yarım saatten fazla.Gecenin üçü olmuş. Simsiyah saçlı kadınla vedalaşıyoruz.Neden bilmiyor ama yürümek istiyorum.Mahallemizin oldukça fiyakalı bir binası “occupy wall street” halinde.Ama nasıl bir şenlik görülmeye değer. Graffitiler, pankartlar.Elbette, gençler. Çok güzel kızlar, oğlanlar...Müzik, şarkılar, sloganlar...Bir kız anlamını bilmek istediğim bir şarkı söylüyor. Coloratur soprano.Terbiyeli bir sesi var. Arada klasik kulvarı bırakıp doğaçlamaya geçiyor.Ve nakarat geliyor. Yine kızlar. Dört beş kişilik bir koro. Sonra kahkahalar, bağrışmalar.

Ve olmazsa olmaz ,sıkılan yumruklar...Mutlular, isyan etmek istiyorlar, haklılar, isyan edecek çok şey var...İçim ümit ile doluyor.Karşıya geçiyorum.Oturaklı bir esnaf lokantası. 24 saat açık...Merak içinde yanaşıyorum. Tezgahta neler var?O an bir kere daha anlıyorum. Şayet beyniniz açsa iradeniz iflas eder.Gece vardiyasına kalmış “okkalı amca” buyur ediyor.Rumca. O kadarını anlamadayım: ”Ne yersin?”Aç gözlülüğüm okunuyor olmalı. Gülerek soruyor. ”İşkembe?”İngilizce “evet “deyince, benim Selanikli olmadığımı anlıyor.Ve şimdi dikkat:”İstanbullu musun?”Doğrulup öpüyor. Garsonuna el ediyor: ”Vre rakı getiresin.”Ve anlatıyor. Dedesi Çanakkaleli. Fotoğraflar geliyor...İşkembe unutulmasın, nasıl diyeyim, olağanüstü.Üst üste şerefe: Uzo içiyoruz.Çanakkale anlatılıyor...Rembetiko’nun müziği çekilmiş, librettosu orada.

İkimizin de yüzü gülüyor, içi acıyor...“Bizden” bu işte...Hatta “Bizden daha fazla bizden.”Nasıl olur?Oluyor işte: Elinizdekine titrer, sakınırsanız!Dönüşmeden, değişmeden elinizde kalıveriyor...

Selanik-1917 FETTAN KADIN Eyy İzmirliler, Selanik nasıl bir yer göreniniz var mı, bilir misiniz?Elbette biliyorsunuz.İzmir ve Selanik, bu iki şehir, bu iki körfez...Siyam ikizleri gibi...Dümdüz, upuzun, sakin bir denizin, aynı izdivaç içinde olduğu kaç şehir var.Bana iki ayrı yerde, “birbirinden habersiz iki ayrı erkek” ile yaşayan bir kadını hatırlatıyor.Ege Denizi fettan bir kadın ya!Bir şey daha...Yeryüzünde elindeki güzelliğe, şehrin mimarisine umursamaz bir lakaytlıkla serin duranlar yarışsa.Şunu bilesiniz: Sonuçtan eminim...Türkler ve Yunanlılar şampiyon olurlardı.“Vicdansızlık şampiyonları.”Yaşadıkları şehre ihanetin şampiyonları.Eski Roma’dan kalma eserlere, ikibuçuk metre mesafede apartman yapılır mı?Şaşırmayasınız.Bizler ki Eski Roma’dan kalma eserleri ufalayıp alışverişmerkezi projelerine temel etme gayretindeyiz.Sözün bittiği yerdir.

Komşularımızın efsanevi bir sinema sanatçısı vardı. Melina Mercouri...Sonra “kültür bakanı” oldu idi. ”Bakınız”, diyor.”Bu camiler, imaretler,minareler. Hepsi bize mirastır. İnsan mirasına sahip çıkmaz mı? Özgüveninize ne oldu?”

Bizdeki müze ve kiliseleri camileştirmek isteyenler, az kulak veresiniz...

Selanik

Selanik Şehri’nin ezber bozan bir belediye başkanı var.Şehrin aşığı. Öyle laf olsun diye değil...Bütün partilerin oyunu alarak seçilmiş. İkinci döneminde.Az yaşlanmaya yüz tutmuş bir delikanlı gibi. 75 yaşlarında.Ama zıpkın gibi. Benimle konuşmaya geldiğinde üzerinde dar bir chino ve beyaz bir gömlek var.Yannis Boutaris.Asıl mesleği şarapçılık.Sadece şehri değil, Yunan şaraplarını da konuşuyoruz.Devam ediyor: Osmanlılar’dan kalan eserleri “İslam Sanatı Müzesi” yapma arzusunda...Sonra körfez, mimari miras... Konuşacak o kadar çok şey var ki.Boutaris’in ne için ezici bir seçmen çoğunluğuna sahip olduğu meydanda... MÜZE BANİSİ ŞÖFOR Alışılmadık öyküleri sever misiniz?Çoğu kez insana magazin gibi gelir.Bu öylesi değil. Nefes kesici. Ve surreel.Moskova’ya uzanıyoruz. İkinci Dünya Savaşı vakti.Yunan Elçiliğinin şoförü: George Costakis.O sıkıntılı günler de dahi giden geleni mebzul.Costakis, misafirleri antikacilara, sanat galerilerine de götürmektedir.Üstüne tercümanlık da yaptıkça içine düşen virüs serpilmeye başlayacaktır.Hele hele savaş ve sonrasının sefaleti...Stalin’in hoyrat teorileri, sanatçıları geçim sıkıntısına düşürünce...Costakis azimli bir sanat eserleri alıcısı olmuştur.Aç durmakta, resim almaktadır.1960 ‘lı yıllarda şoför Costakis’in Moskova’daki müze-dairesi bir ziyaretgah olmuştur.Kennedy Rockerfellar gibi misafirleri vardır.Bizim müze banisi şoför 1990 yılında ölünce, kolleksiyonu Yunan Hükümeti satın alır.Selanik‘deki “modern sanat müzesine” verir.Bu müzede şoför Costakis’in küresel ölçekte şapka çıkartılan kolleksiyonu sergilenmektedir.

Koleksiyoner Costakis, Moskova'daki evinde...

Müzenin sorumlusu, akademik tarafı ile tamamdır.Ama birşey daha, tam bir ”turkish delight: otuzbeşyaşlarında”.Ve benim için istisnai bir şey yaptırıyor:

Kapalı olan müzeyi açtırıyor…Kurulu alarmlar kapatılıyor.Güvenlik yeniden  pozisyon alıyor.Ve Chrysa ile müzeyi geziyoruz.Kolleksiyon gerçekten nefes kesici. Müteşekkirim... HÜZÜN Selanikliler içleri yaşama sevinci ile dolu insanlar.Mutti Merkel çok uğraştı. Ama ne yapsa etse bu hal değişmiyor.Ellerinde değil. Öyle doğmamışlar...“Almanlaşmaları” doğalarına aykırı. Ve iyi ki...Yaşama bu denli aşık, eğlenmeyi, gülmeyi bir sanat haline getirmiş insanlar...Soyleyin, hüzünlü şarkılar söyleyip ”nasıl bıraktın beni zalim “ diye haykırabilirler mi?Sakın ha, hepten reddetmeyesiniz.Evet. Anadolu’dan göç edenlerin yanlarında taşıdıkları bir müzik var.Rembetiko!Selanik’de tutturuyorum.Hiç bir kaprisi olmayan, herşeyi  kabullenen İstanbullu'nun 'rembetiko' diye tutturmasını anlıyorlar.Sıla hasreti...

Rembetiko

Akşam yola koyuluyoruz. Akşam dediğimiz, saat 23.00.Kumburgaz gibi bir yerdeyiz. Garaj ile sera arası bir yapıya varıyoruz.Hafif tırsmış haldeyim: Bizi rüküş bir akşam bekliyor olabilir mi?İçerinin dekorasyonuna bakarsanız ,evet.Masaya gelen şarabın kalitesine bakarsanız, evet.Ve müzik başlıyor. Bir kadın şarkı söylüyor.Keman, saz ve akordiyon var:Sanırsınız ilahlar bizim camekana dokunmuş.Müzik ve o kadının hüzün dolu sesi bizi eline alıyor.Kah bildik, kah bilinmez sulara atıyor.Sözler ne ola? Hiçbir fikrim yok.“Muhteşem Karahisarli Anastasia” tercümede:Vicdansız adam kızı yüzüstü koymuş, kaçmış.Ağlamak istiyorum. Ama az durun…Müzik susuyor ve “yaşa vre “ başlıyor...Tamam “anakaranın fıtratında hüzün olabilir”:Ama şarkı araları eğlenceye rücu zamanı... KRAL KİM  OLA Bizim Karahisarli’ya uzun uzun ne yemek istediğimi anlatmışım.Sadece mahalli malzeme. Kendi mevsimi olacak. Taze, taze olacak.Annesi ya da nenesinin tarifi esas alınacak.Aşçı okullu değil, mutfaktan yetişme olacak. Yabancı dil bilmeyecek.Ve lokantada sadece Selanikliler olacak.Anladım diye başını sallıyor. ”Taverna’ya gidiyoruz.”

Yahu neyi anladın? Şaka mı bu?Gözümün önünde kırılan tabaklar, sirtakiler, ağzına kadar açık hoperlörler.Beni hiç dinlememiş. Belli.Karşılıklı söyleniyoruz. Karar şu: Söylediği yere gidip bakılacak.Sevmezsem. Gerisin geri...Yola koyuluyoruz.Yirmi dakika sonra deniz kenarında şaşırtıcı bir ev. İrice…Biraz fazla güzel. Yoksa, Schinkel olabilir mi?Klasik mimariden, modern mimariye geçerken yapılmış mahir bir ev.Sabık kralın yazlık sarayı imiş. Bir baksa idik?Kapıda sivil bir polis bekliyor. Cevap: Hayır.Selanik ‘de ilk kez polis görüyoruz. İlk kez yasak.Ne yapalım, yola devam. Bir yirmi dakika daha.Bizim Yeşilköy’ü andırır bir muhit.Nihayet “tavernadayız”Hamodrakas.

Hamodrakas

Son zamanlarda rastladığım en başarılı balık ve deniz mahsülleri lokantası.Mutfak, servis ve şarap listesi fevkalade.Önü deniz, arkası yoğun bir yeşillik.Fiyatlar bizim Boğaz muadillerinin yarısı.Yalnız başına bir Selanik Seferine değer.Sahibi ile de tanıştım. 1926 da açılmış.Aynı yerde. Aynı mutfak...

Ve aynı müşteri…Yalnız arada kaçamak var. Ara sıra Putin gelirmiş.Hamodrakas’da yemek yermiş. Yazlık Saray’da kalırmış.Oysa ben oraya Merkel talip sanmıştım...Hayat ne tuhaf: Kime niyet… Kime kısmet…

Hamodrakas'ın lezzetli yemekleri...

 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları