Top
Ali Esad Göksel

Ali Esad Göksel

aliesadgoksel@htgazete.com.tr

15/12/2009

İSTANBUL’UN KAÇ YÜZÜ VAR

Geçtiğimiz hafta Paris’te fiyakalı bir sergi açıldı.
İki kıtanın tek limanı İstanbul
İki kültür kıtasının da limanı
Üstelik bu sergi şunu teyid ediyor:
Bu iki kültür birbirine sanıldığından daha yakın, iç içe.
Aynı coğrafyaları gibi!

Sergi İKSV - Görgün Taner idaresinde, Nazan Ölçer tarafından düzenlendi. Parasını da “2010 Kültür Başkenti İstanbul” bütçesi ödedi. Tekrarlayalım: Sergi fiyakalı ve eminim ses getirecek. Esasen çok prestijli bir Renoir Sergisi’ne komşu olması da daha işin başından önemli bir artı!

CHIRAC: YOKSA ANİS DE Mİ BİZANS’TAN?

Hayat böyledir. Tarih de. Bazen bir tesadüf ya da bir söz öyle bir tartışma açar, öyle bir kapıyı aralar ki... Şu konu enine boyuna tartışılsa, topluma malolsa dediğiniz aralık, eni konu kamu oyunun gündemi oluverir.

İşte bu da öyle oldu idi. Fransa Cumhurbaşkanı Chirac, beş altı yıl oluyor, Türkiye’nin Avrupa Topluluğu vizyonunu desteklemek adına ilginç bir aidiyet tarifi denemişti: “Hem Fransız, hem de Türklerin Bizans’ın mirascısı olduğunu” söyleyerek. Bu “kabul” yankı kopardı. Çok doğal. Çünkü bu denli üst düzeyde bir aidiyet tarifi dünyanın neresinde ve hangi zamanda olursa olsun sansasyon yaratır. Nitekim bizde de akademisyenler, politikacılar konuya kayıtsız kalmadılar. Çoğunun ortak noktası, “bizim Bizans’la bir araya getirilmemiz müşkül. Ama belli ki iyi niyetle söylenmiş. Dolayısı ile itiraza mahal yok!” şeklinde oldu idi.

HALEF OSMANLI’YI BİLMİYOR, YA BİZANSI?

Bizans’ın mirasçısı olduğumuzu reddedenlere bakıyoruz da, gerçekten de öyle mi? Acaba? Yani, varsaydığımız kadar uzak mıyız Bizans’tan? Chirac bu kelamı öyle kasaba politikacısı edası ile söylemiş değil. Tam tersine Bizans Tarihi ile uzun zamandır ilgilenmiş. Bizans Tarih ve Kültürü ile araştırmaları himayesine almış, desteklemiş. Sanırsınız Aydınlanma Çağı Fransa’sı için günah çıkartmış gibi. Neden? “İnsanlık tarihinin bütün ortaçağ dönemine küçümseyerek tepeden bakan” mağrur aydınlanmacılar Bizans İmparatorluğu’nun ruhundan tiksiniyorlardı da ondan. Bakın dönemin fransızları nasıl düşünmekte idiler. Bizans tarihi, Voltaire için “değersiz bir hitabet ve mucizeler kolleksiyonu” idi. Montesquieu ise aynı tarihi “ihtilal, isyan ve alçaklıklar örgüsü” olarak görmekte idi.

Türk-Bizans ve Fransa akrabalığı muhibbi Chirac ancak bir yüzyıl sonra sular sakinleştiğinde konuşulabilir kabul olunan Bizans ilgisinin günümüzdeki halkası gibi. Avrupa Topluluğu’na girişimiz, popüler bir tercihle Bizans diye adlandırdığımız Doğu Roma İmparatorluğu ve III. Roma, yani Osmanlı’nın ilişkilerini de gündeme taşır. Bu vesile ile kendi mirasımıza bizler de sahip çıkarız. Sonuçları da, Bizans’a borçlu olduğumuz milli sütümüz eşliğinde fransız dostlarımıza,  yeni cumhurbaşkanlarına anlatırız.

MİRASYEDİLER DİYARI

Tarihçilerin azımsanmayacak bölümü Osmanlı İmparatorluğu’nu üçüncü Roma İmparatorluğu olarak görürler. İşin tarihi tahlil etmek kısmını akademisyenlere bırakarak şunu söylemeliyiz: Hal böyle ise, vacip olan şu: Ne yapıp, edip bizden önceki iki Roma İmparatorluğu’nu iyi bilmeliyiz. Herşeyleri ile öğrenmeliyiz.

Bu iş neden önemli? Şöyle söyleyelim: Doğu Roma İmparatorluğu’nun, yani Bizans’ın kültürünü, sanatını bilmez isek aynı “topraklar”, aynı “iklim” üzerinde yerleşen, yeşeren Osmanlı’nın mimarisini, müziğini, mutfağını doğru okuyabilir miyiz?

Şunu da teslim edelim. Şu ya da bu nedenle. Bizans Tarihi’nin ünlü uzmanlarının aslında bizden olması icap ederken öyle de olamamıştır. Neden?

Olan oldu. Biz gözümüzü ileri dikelim. Bizans Tarihi araştırmacılarının kürsü, enstitü, hatta sivil toplum kuruluşları ölçeğinde gelişmesini dileyelim. Öyle ya “bu miras bizim, ama al sen incele, biz de senden öğreniriz” diye başkasına ikram edecek, ne halimiz var, ne de lüksümüz.

TEKİRDAĞ MI SAKIZLI BİZANS RAKISI MI?

Aklımıza Bülent Erkmen’in yaptığı bir kitap düştü. “Bizans’ın Damak Tadı; Kokular, Şaraplar, Yemekler”. Andrew Dalby’in…

O gün Bizans’ta, şimdi artık bizde olmayan ne vardı? Ya da hala kullanmaya devam ettiğimiz? Onların da dökümü yapılmış. Örneğin sakızı, sakızlı muhallebi dışında fevkalade nadiren kullanıyoruz. Hatta unuttuk. Oysa bakın, Bizans’ta durum nasıl idi. Malum kitaptan:

“Konstantinopolis'te ekmek ve çörek pişirilirken sık sık kullanılan damla sakızı (mastika), dünyada yalnızca tek bir yerde, "Sakız Adası'nda çıkar. Bu ada damla sakızı, iyi şarap ve her türlü meyve üretir" diye öne sürer Rus gezgin Daniel. Sakız Adası, Roma döneminde olduğu üzere, tıbbi mastika yağıyla mastika şarabı imal ve ihraç etmeyi sürdürdü hiç kuşkusuz; ama yıllık damla sakızı üretiminin bü¬yük bir bölümü, aşçılıkta kullanılmak ve çiğnenmek üzere -mastika, Akdeniz dünyasının özgün, doğal ve sağlık verici sakızıdır çünkü- olasılıkla saf ha¬liyle Sakız Adası'ndan ihraç ediliyordu. Sakız Adası, 14. yüzyılda Cenova'nın eline geçti ve damla sakızı Ceneviz ekonomisinin temel ürünü haline geldi. Kristof Kolomb'u keşfe çıkmaya iten güçlerden biri, yeni bir sakız kaynağı bulma umuduydu -hayal kırıklığına mahkûm edilmiş bir umuttu bu. Günümüzde, eski tıbbi ürünlerin yerine geçen mastika uzosu ve likörü, hâlâ ada¬da üretiliyor ve Yunanistan'da zevk sahibi içkicilerin gözdesi olarak duruyor.”

Nasıl? Gelin bir tadım seansı hayal edelim. Tekirdağ ve Sakızlı Bizans’ın katıldığı. Kadehimizi her defasında şu sergiyi yapanlara kaldırarak!

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları