Top
Ali Esad Göksel

Ali Esad Göksel

aliesadgoksel@htgazete.com.tr

15/12/2009

GDO’LU GIDA AÇGÖZLÜ MÜ, YOKSA HELAL Mİ?

Ne yazık ki biliyorsunuz, bilmelisiniz: Her gün binlerce çocuk açlıktan ölüyor. Böyle vicdansız adaletsiz bir dünya düzeninde yüzümüz kızarmadan yaşıyoruz. Allahtan arada bir insanlık ağır basıyor, birisi çıkıp öyle bir laf ediyor ki, sarsılıyoruz. Alman Papa diye küçümsediğimiz 16. Benedictus geçen gün, “açlığın sebebi açgözlülüktür” dedi. “Yoksa yeryüzü insanoğlunu besleyecek kaynaklara sahip!”.

Öte yandan bu günlerin hararetli konusu GDO’lu gıdaları savunanlar da bunun açlığın panzehiri olduğunu söylüyorlar. Nasıl? Geleneksel ziraat bu nüfusu besleyemiyor ya! genetik müdahale elzem diyorlar. Tartışmada iki taraf da mevcut! Nitekim İstanbul’da toplanan İslam Konferansı Teşkilatı da bir karar aldı: GDO’lu gıdalar helal olabilir!

TERTEMİZ ÇAYDAN TERTEMİZ GDO’YA

Eminiz her kesim gibi sizlerin de merakını celbediyor. Bu GDO nedir? Durduk yerde bir bu eksikti diye! Oysa emin olun “Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar” diye adlandırdığımız GDO’lar yeni bir şey değil. Hem de hiç! Nerede ise on beş yıldır dünya gıda endüstrisinin gündeminde. Akademik geçmişi ise elbette çok daha eskilere dayanıyor…

Peki nasıl oldu da bütün dünyanın tartıştığı, uzun zamandır takip ve kontrolüne çaba gösterdiği GDO bizim gündemimize taze taze H1N1 ile beraber düştü? Bu soru ve cevabı apayrı bir yazının konusu. Ama şu kadarını söylemekte yarar var: Böylesi daha iyi oldu. Neden mi? Bütün dünyada enine boyuna tartışılan bu konularda artık daha çok bilgi sahibiyiz. Ya da olabiliriz. Yani bu konu artık bizim tabiatımıza uyar bir itiş kakış sahası değil. Nihayet bilgi sahibi olarak fikir de beyan edebiliyoruz. Ünlü Alman yazarı Goethe’nin çarpıcı bir sözü vardır: “Hiçbir şey zamanı gelmiş bir fikir kadar kuvvetli olamaz!”. Ben kendi adıma GDO tartışmalarının toplumumuzun nasıl olgunlaşmakta olduğunun bir emaresi olacağına inanıyorum. Öyle ya, bize işlemeyen radyasyonlu çaydan geldik buralara!

GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ GIDA

“Peki ama şu GDO’lu gıda işini hepimizin anlayabileceği şekilde birisi anlatsa” diyeceksiniz. Bakın konunun uzmanı Gıda Mühendisleri Odası Başkanı Dağhan anlatıyor:

“Özel yöntemlerle ya da daha açık bir deyimle DNA teknolojisi kullanılarak bir organizmadan başka bir organizmaya bir veya daha fazla gen transfer ederek organizmanın genetik yapısının değiştirilmesine Genetik Modifikasyon, yani Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar diyoruz. Genetik yapının değiştirilme işlemi ya kendi türünden ya da kendi dışındaki başka bir türden olmak üzere iki şekilde olmaktadır. Bu işlemin gıdalarda uygulanmasına da GDG (genetiği değiştirilmiş gıda) adını veriyoruz.”.

 


PERTAVSIZLI PANTER

Geçen gün Bekir Coşkun yazınca hatırladım: Panter Emel’i. Hayvan haklarını kendi bildiği yöntemlerle savunan bu sıra dışı kadını biliyorsunuz. Velev ki unuttunuz, hemen Coşkun’u okumalısınız. Bayılacaksınız!

“Şimdi Panter di, Emel di nereden çıktı?” diyeceksiniz. Anlatalım:

Gelişmiş ülkelerde tüketiciyi korumak da aynı zamanda bir tüketici inisiyatifidir. Bizde de giderek böyle olacağını umuyorum. Daha önce bir iki kez size nakletmiş idik. Örneğin Almanya’daki Food Watch. Gıda Endüstrisi’ni mercek altında takipte. En ufak bir yanlışta kök söktürüyor. Bizde de bu sivil toplum kuruluşlarının kuvvetlenmesi zorunlu. Bu konuları bilen, mesaisini esirgemeyecek önderler ortaya çıkmalı.

Bir adayım da var: Gıda Endüstrisinin panteri olabilir. Defne Koryürek. Kusuru radikal olamayacak kadar hoş olması. Yine de gizli bir potansiyel barındırdığını düşünüyorum. Bakın geçenlerde yayınlanmış bir söyleşiden cevaplarını aktarıyorum:


‘Slow Food Türkiye’ yasal çatısını kurmak üzere. İstanbul’daki örgütlerinden biri de benim liderliğini yürüttüğüm “Fikir Sahibi Damaklar” adlı bir “cemaat”. Grubun içinde organik ürünleri takip eden 600’ün üzerinde üyemiz var. Slow Food akımının sloganlarından biri “Ne yersek oyuz”. Bu grupla  genetiği değiştirilmiş organizmalar, şeker, mısır şekeri, soya lesitini gibi endüstriyel gıdaların vücudumuza etkileri; tüketici olarak üreticiye nasıl bir baskı uygulayabileceğimiz ve bilinci nasıl arttırabileceğimiz konularıyla uğraşıyoruz.

Tweeter üzerinden takip edilebilen bir blog’umuz var. Pangaltı’da Hamov’da ya da Fatih At Pazarı’ndaki Eski Kafa gibi lokantalarda buluşuyoruz. Tepebaşı’ndaki Culinary Institute’de film gösterimleri gerçekleştiriyoruz. Gastro dergisinden Nilhan Aras’la ya da beslenme konusundaki uzman Prof. Dr. Kenan Demirkol’la toplantılar düzenliyoruz. “Gerçek Ekmeğin Peşinde” adlı bir kampanya yaptık. Sanal bir mutfak kurduk, herkes evinde ekşi maya üretti, sonra fabrikalara, küçük imalathanelere gittik. Bir fırına gidip ekmek yaptık. Yaptığımız ekmekleri Feriköy’deki Organik Pazar’da sattık. Blog’umuz aracılığıyla, 30 gün boyunca hayatımızdan GDO’yu çıkarabiliyor muyuz, bunu deniyoruz.”


 
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları