Top
Ali Esad Göksel

Ali Esad Göksel

aliesadgoksel@htgazete.com.tr

09/10/2010

Ege'de neler oluyor?

Biliyor musunuz, hayatta en kolay ama en sıkıntılı işlerden biri, hatta önde geleni genelleştirmelerdir: "Kıyılar şöyle, kıyılarda yaşayanlar da böyle."
Son zamanların en sevilen, gözde teması. Herkesin de kolayına geliyor. Elbette böyle bir "sunumun" etkisi de var: Öyle ya, Genelkurmay Başkanı da ve okyanus ötesi de, emekliliklerini bu coğrafyada yaşamak isteyince... İşte o zaman toplumun kanaat önderleri fetva dahi veriyorlar: "Beyaz Türklerin başkenti Urla"dır diye. Tarihçilerimiz, sosyologlarımız, "Ne, nasıl oldu da biz buralara geldik? Paydalar nasıl ortak oldu idi, nasıl payda olmaktan çıktı" bize derler... Biz ise Urla'da neler olup bitiyor, fiili durum nedir ona bakalım. Geçen hafta Çeşme, Ilıca seferinden söz etmiş idik. Nars sonrası, Urla'da yeni bağlar! Şarapçılar... Projeler! Başlayalım!

BURJUVA NASIL OLMALI?
Baştan itiraf edelim. Sosyolojiye hâkim olmayan birisinin sosyal sahalarda ahkâm kesmesinin sıkıntılı olabileceğini bilmek için âlim olmak gerekmez. Ama bu dert yanmamıza da engel değil. Milli sporumuz sayılır. Söylenir dururuz ya, işte o hesap... Osmanlı, "sınıfları olan toplum" değildi. Malum. Bu keyfiyetin artı ve eksileri var idi. Elbette, bunlar bugüne dahi yansıdı. Nasıl? Batı Uygarlığı coğrafyasında aristokrasi, sonra büyük burjuvazi toplumsal yaşamın gelişmesi, ilerlemesi açısından vazgeçilmez roller oynadı. Demokrasiden tutun, kültür, sanat ve elbette mutfağa varıncaya dek... Cumhuriyeti takiben devletin katkıları ile oluşan "genç burjuvazi" daha şimdilerde verimli olmaya başladı. "O ne demek?" Etrafınıza bakın. Koleksiyonlar, müzeler, orkestralar... Bunlar eskiden devletin işi idi. 1970'lere kadar özel isimlerin at koşturdukları bir saha olamadı. "Onlar ve vizyonları" ofislerinde, fabrikalarında devlet babayı dinlemek, uslu uslu oturmakla tarifli idi. Ne zaman ki para birikti, özgüven arttı, burjuvazi olması gerektiği gibi davranmaya başladı. Kişisel olarak iyimserim: Cumhuriyetimiz'in "taze burjuvalarının" önlerinin açık olduğunu, topluma önemli katkılarının olacağını umuyorum.

ÇEŞME MİMARİ SÖZLÜĞÜ
Peki, bunları ne diye anlattık? Söyleyelim. Nars'ta kalırken Bülent Akgerman ziyaretime geldi. Kendisi İzmir'in sanayici ailelerindendir: Üçüncü kuşak. Yapıp ettiklerinden 15 yıl önce öğretim üyesiyken haberdardım. Ama elbette görmek ayrı bir şey. Bülent "Ege Evleri" diye bir kitap yayınlamış. Doğan Kuban Hocamız yazmış. Kaya Dinçer çizmiş. Bana hediye etti. Bayramlık ayakkabısına kavuşmuş çocuk gibiyim. Kitabı okşayıp duruyorum: Baştan sona, sondan başa. Biteviye...

URLA'DA YENİ BAĞLAR
Akgerman "kâğıt ve kitap fetişizmimi" durduracak bir hamle yapıyor, "Şarap içer miyiz?" diye. Yola koyuluyoruz. İstikamet Urla; Akgerman, Can Ortabaş ve ortaklarının kurdukları bağlar ve şaraphane. Klozemenai kalıntılarını geçiyoruz. Antik Çağ'ın bilinen ilk zeytinyağı işliği. Nihayet bağlar... Şaraphane yeni bitmiş. Pırıl pırıl. Peyzaj ise: Baştan çıkarıcı! Can haklı olarak övünüyor. Peyzaj kaleminin başoyuncusu o ya! Fabrikayı, kavı dolaşıyoruz. Öyle bir yatırım ki, Fransa ya da İtalya'da dahi her köşebaşında yok. Gösterilen heyecan, sergilenen bilgi ve donanımın bir şarapseveri uçuracağı kuşkusuz...
Yukarı çıkıyoruz. Bağlara hâkim tadım salonuna. Şaraplara bakılıyor. Sekiz yıllık bağlarda C. Sauvignon, Syrah, Nero d'Avolo, Boğazkare ve Urla Karası önde. 330 dönümde başka üzümler de var. 2010 yılının komplexitesi çok şey vaat ediyor: Özellikle Syrah..

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları