Top
Ali Esad Göksel

Ali Esad Göksel

aliesadgoksel@htgazete.com.tr

01/03/2019

Cadde-i Kebir rengarenk

 “İstiklal Caddesi” her zaman “gözde” bir adres oldu!Her ne zaman bu “izafi genellemeler” beyanda ise…Tedbirli olmakda yarar vardır. Duraksamadan kontrol gerekir:“Gözde ne demek?” Ve hemen ardından ikinci, üçüncü  sorular…

İstiklal Caddesi

 

“Kime göre gözde?” Ezcümle; “Kimin gözdesi?”Geliniz son sorudan işe koyulalım:Bunlar yanıtlaması “müşkül” sorulardandır…Ne diye? Zira uzayan bir “parametre listesi” bulunur.Bu “ihale” daha ziyade “sosyal tarihçilere” kalır…Pekala, madem derin sulara talepkar değiliz…Kendimize kıyıda sakin bir barınak bulmalıyız:Söze “bana göre“ diye başlayalım. Kişiselleştirelim!Ve madem ki bu “caddenin son yarım yüzyılına tanığız.”Bu “şahadet” şahsa “şahsi beyan hakkı” vermede… Öyle ya:İlk iki anım, aynı yaşlardan olmalı. İlkokulun ilk yılları!Babamın favori bir lokantası var: “Abdullah Efendi.“

Burası fevkalade “rağbette ağır bir eşraf lokantası” idi.İstiklal Caddesi’nin Taksim’e yakın başlarında…Ağa Camii’ne yakın. Ragıp Paşa’nın Rumeli Hanı’ndaSonraları, neden bilinmez: Emirgan’a taşındı.

Oldu mu size “Galeri Edip...”Kendine has bir erkek giyim mağazası!Artık kendi başıma buraya yollanmada idim.“Akademi öğrencisi” olarak bakınırdım.Kazandığım ilk para ile “turuncu” kaşkol aldım.Zamanın “uçuk olma imtiyazlı okulunda” idim ya…Mağazada “sarınıp okula gidişim” hatırımda.Tutucular, diye mimarlara güvenmiyor olmalıyım:Doğru “resim koridoruna” yollanmışım…“Neşet Günal’ın süzüşü” gözümün önünde!Dudağının kenarına yerleşen gülümseme ile.Akademi böyle idi: Bir aile gibi… MARKİZ’İN PAPAĞANI

Cadde’nin bir diğer başında da efsanevi “Markiz” vardı.Ara bir “dedem” ile uğramışlığımız var olan: ”Paris–Viyana Hattı.”Şudur , budur “ikisi de gittile..." Ne  zaman ki:Markiz kapanıyor oldu… Hemen yola düştüm?

Masalar sandalyeler yerli yerinde idi: Henüz.Ama içeriye tuhaf ve belirsiz bir hava çökmüştü:Çocukluğumdaki denk kurulmuş, göç yolu havası.Yazlığa yola koyulma arefesi. ”Beyaz örtüler hakimiyeti…”Yüksek tavanlı salonun tam ortasında bir kafes vardı.Sürreel: İçi boş devasa bir kafes. Yalın ve çok güzel.Avedis Efendi’ye sordum.Altından kalkabileceğim bir fiyattı.Nefeslendim .Düşündüm. Papağan? O da namevcut…Yan çizercesine, olmazlandım.Muhtemelen gözümü de kaçırarak:“Koyacak yerim de yok galiba…”Avedis Efendi güldü: “Ah be çocuk!”Sonrası acıklı: ”Markiz” bir “yedek parçacı” dükkanı oldu.“Nasıl yani?” Demeyin: Değişiyoruz ya! Kabul ve Sevme Zamanı.İstiklal Caddesi’nde bir yedek parçacı…

Bu da adeta bir Metin Erksan senaryosu: “Sevmek Zamanı”Az daha Tünel’e yürüdük mü ?Adete bir kale: ”Narmanlı Yurdu…”Kimler gelmiş? Kimler ise geçti?“Ahmet Hamdi” bu avluda yaşamış…“Tanpınar” dile kolay…Benim için dilimizin “efsane yazarı.”Ne yazık onu görme şansım olamadı…Ama “adını, sıfatını” ana ana hal olduk!

Kiminle mi? Sıkı durasınız:“Beyaz’ın” dahi ressamı Burhan Uygur ile…Narmanlı Yurdu Avlusu’nda “tamirciler” vardı.Halı ve kilim tamir eden “zanaatkarlar.”Burhan, onları sever, ”meslekdaşım” derdi.Avluda, dükkanın önüne taşan muhabbetlerimiz…Tanpınar’ın “ruhuna kadar uzanmış” olmalı…Sonra Ferit Edgü’nün galerisi: Vaha içinde vaha…Narmanlı Yurdu’ndan tekrar, dışarı kalabalığa mı çıktınız?Küçük zarif bir bina, hala orada. Üzerinde İsveç Bayrağı…Hemen yanıbaşı gibi “Franz Mühlbauer Kitapçısı” yer alırdı.İyi mi, benim için “Cadde’nin” bu başı da sabitlenmişdi.Madem ki “iki girişini”de işaretledik.“Cadde’nin” bir de “ortası” olmalı…Olmaz mı ? O da “Galatasaray” idi!Mektebin karşısı ailemiz için bilindik oldu.

Galatasaray

 PAVYON MÜDAVİMLERİ Bizimkilerin mendil, papyon ıvır zıvır aldıkları köşebaşı.Uzun yıllar orada durdu.Benim dahi alışverişim oldu.Sonra? Sonrası komik? Nasıl komik, anlatmalıyım.Zaten dayanamıyorum anlatacağım. Buyursunlar…Köşeyi döner dönmez… Az ileride bir pavyon vardı.Hemen beş on metre ileride. Sokaktan yarım kat aşağıda.“Hisar Pavyon.” Bu “mahrem bilgiye” nereden mi sahibim?Çukurcuma’dan. Oradaki eskicilere bayılırdım.İkide birde uğrar bakınırdım. Kah almaya, kah görmeye.Kah öğrenmeye. O sıralar daha öğrenciyim.Akademi son sınıf? Herhalde… Öyle olmalı.Bir gün eskici-antikacılar bana sormasınlar mı?“Şu yandaki eski binanın projesini yapar mısın?”Yapmaz mıyım. Mal sahibi ile tanıştık: Sakin bir insan.Proje bitti, teslim olundu, her şey tamam!Kurula götürmüş: Onlar da olur vermişler…Fevkalade memnun beni aradı, izzet gösterdi.“Bekliyorum” dedi. ”Ne zaman arzu ederseniz?” Nereye ?Vallahi o gün öğrendim. Hisar Pavyon’un sahibi imiş.Gülüştük. Mevzu kapandı. Sanmışım: Hele az durun!Beş altı ay geçmiş Fındıklı Akademi’den çıkıyoruz.Sedad Hakkı Hoca ile birlikte. Bir yere gidiliyor.Karşıda bizim “pavyoncu” gözükmesin mi? Takım elbise…Kurula gelmiş: ”Herşey yolunda.Pavyona bekliyorum.”Sedad Hakkı Eldem bu muhabbeti duydu.Sesini çıkarmadı.Beklemedeyim…Nasıl söylemeli: Izdırap veren bir sessizlik!Nihayet rahmetli Eldem bana döndü:“Renkli bir muhitiniz varmış, kuzum” deyiverdi.Elhak doğru idi. Neden? Galatasaray Meydanı’ndan…Yani marifet sahibi ben değildim ki: Ahali idi!Bakın az daha eskiye gidelim: Dedemin bilindik bir “avukatı” vardı.

Mısır Apartmanı

MESEN PAŞAMIZ Hüsamettin Bey… “H. Cindoruk ve O. C. Fersoy Ortaklığı.”Bu oturaklı şahsiyetlerin “ofisleri auraları ile müsemma” idi.O ne demek ola? Ofisleri şöhreti, mimarisi gizem dolu bir binada idi.Galatasaray Meydanı’na iki adım mesafede: “Mısır Apartmanı…”Biliyor musunuz bu binaya sonraları defalarca gittim.Sadece hatıralarımı anmaya değil. Biraz da kendimi keşfetmeye…Öyle ya… Bu binanın azametli merdiven kovası, o süzülen ışıklar…Loş ve sessiz ve devasa koridorlar: Hayaller kurardım?Mısır Apartmanı mimarı “Hovsep Aznavuryan” idi.Aznavuryan başka binalar da yapmış.Üslubu çözebilmek muradı ile bakınsak?“Mimarımız” konuşkan sayılmaz. Ser verip sır vermiyor.Örneğin “Cibali Tütün Fabrikası”. Bugün “Kadir Has Üniversitesi.”Aznavuryan’ın genelgeçer bir istikameti olabileceğini okuyamıyoruz.Abbas Halim Paşa“Art Nouveau” meraklısı idi? Yoksa Hovsep Efendi mi?Kestirmesi müşkül… Projenin konuşulduğu zamanlar bu akımın altın çağı…Aradan uzun yıllar geçti. Kendime kiralık bir yer arıyorum.Gözümü diktiğim “iki bina” nerede ise komşu gibiler.“St. Antuan Kilisesi Apartmanları” ve “Mısır Apartımanı.”Yaşlı Bekçi’nin inayeti ile kendimi Mısır Aparmanı çatı katı’nda buldum:

Mısır Aparmanı sakinlerinden ressam İraida Barry ve kızı...

Türkiye’nin ilk ve son gerçek “hovardası” Ali İpar’ın evi–ofisi…Ali Bey her şeye ilgi duymuş bir “bon vivant” idi.Gördüğüm tanıştığım en bonkör ev sahibi de o olmalı idi:Genç ve geveze bir mimara, ayaküstü “Burgundy Grand Cru” açmak…“Abbas Hilmi Paşa’nın kışlık konağı” kendine layık birini bulmuştuKah Hollywood ve kah Rio de Janeiro’da boy gösteren Ali İpar’ı.Heves ile merak arasında gidip gelen masumane bir muradım var…Bakın söylemiş olayım: Ne diye binaların filmi çekilmez?Çok şükür ki, bina hikayesinin temelinde “mistik bir harç” vardı.“Abbas Halim Paşa” son dönem tarihimiz için “nadirattan bir mesen’di.”Aralarında Fikret Mualla’nın da yer aldığı yaratıcılar bir listesini desteklemişti.Ben inanmak istiyorum ki, binaların da bir kaderi olmalı.Alınlarına, ”Jugendstil” olsun ya da olmasın yazılanlar var.“Abbas Halim’in mesenliği” zımni bir davetiye çıkarmış olmalı:Mısır Apartmanı önde gelen ve muteber “galerilerin adresi” oluvermişti.“Haldun Dostoğlu” çok eski ve yakın bir dostumdur; Magy’i de unutmayalım…“Nesrin Esirtgen” keza dostum ve önde gelen esaslı bir kolleksiyonerimizdir…Uzun bir süre burada boy gösterdi, herhal artık değişik bir söz söyleme zamanı?Ve de TEFAF Elçisi iken yakından tanışıp, birbirimizi sevdiğimiz “Zilbermann.”Gerek Moiz, gerekse ailesi bulundukları yerin yakışıklılığına meraklı kumaşlar…Her seferinde Zilbermann ile dolaşırken vazgeçilmezim şu olsa gerek:Kendi başıma kalabileceğim bir zamanı kollar ve bulurum…Sorular sora gelirim. Burada ne hayatlar yaşandı?Yaşanmış olmalı? Hayal eder durur, ”senaryomu” ararım.

 VE KARL MARX Bakın. Geçen her yıl; geçiniz her yılı, “her an” bizlere şunu sergiledi:“Cadde i Kebir meraklıları değişmedeler.” Ne diye?Birbirlerini değiştirmeleri kaçınılmaz da ondan.Zaten esas olan da bu değil mi ? “Karl Marx” baştan söylemiş:“Değişmeyen tek şey değişim!“O zaman haydi gelin şunun adını da koymuş olalım…Çünkü hayatın bir işi de bu zaten: Sanat marifeti ile hikayelemede…“Sanat bize her an, her şeyin değişmekte olduğunu sergiliyor ya!”

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları