Top
26/02/2024

Hakikat cephesinde yeni bir şey var

Bundan bir asır önce 1. Dünya Savaşı ve Millî Mücadele dönemlerinde bir yandan yüz binlerce askerimiz yedi düvele karşı vatan müdafaası yaparken öte yandan da düşman uçaklarından yalanlarla dolu propaganda kağıtları atılarak millî direnç kırılmaya çalışılıyordu. Yetmiyor, medyaları da kendi ülkelerindeki kamuoyunu tahkim etmek ve Türk kamuoyunun Millî Mücadele'ye bağladığı ümidi kırmak üzere devreye giriyordu. Dahası Türkiye içindeki medya uzantıları üzerinden önce işgalleri sonra mandacılığı meşrulaştırmaya çalışacaklardı.

Türkiye mücadelenin bu cephesinde de elinden geldiğince karşılık veriyor, hem 1. Dünya Savaşı hem de Millî Mücadele'de düşmanın sistematik dezenformasyonuna karşı milli direnç yükseltiliyordu.

İlk Türk sinema filmi kabul edilen ve Enver Paşa'nın emriyle çekilen "Ayestefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışı" filmi de daha önce Rus Ordusu'nun Yeşilköy'e kadar gelip zorla yaptırdığı abidenin top atışlarıyla yıkılışını tüm yurda gösterip o büyük meydan okuyuşu, millî özgüveni ve heyecanı inşa etmeyi amaçlıyordu.

Yine Millî Mücadele lideri Mustafa Kemal Paşa cephelerde savaşı yönetirken bir yandan da Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi ile mücadelenin medya boyutunu yönetiyordu.

Bilginin, haberin, kültürel ve sanatsal anlatının mücadelenin araçları olması hâli sonraları da uzun süre devam etti. Soğuk Savaş'ta medyanın, akademyanın ve Hollywood'un nasıl Sovyetler'e karşı ABD'nin bir propaganda aracına dönüştüğü, dezenformasyonun nasıl bir silah olarak kullanıldığı ve aynı mücadeleleri nasıl Sovyetler'in de ABD'ye karşı yürüttüğünü biliyoruz.

Yakın dönemde Batı'da İslam ve Türk karşıtı dezenformasyonun İslam dünyasına ve Türkiye'ye karşı nasıl bir silah gibi kullanıldığına da şahidiz.

Son dönemde İsrail'in Gazze'deki katliamlarında da hem Batılı konvansiyonel medyanın hem dijital mecraların hem de akademik, entelektüel veya kültür-sanat unsurlarının nasıl İsrail'in dezenformasyon ve propaganda makinesinin aparatlarına dönüştüğünü gördük.

Son yıllarda sistematik dezenformasyonun iyice dijital faşizm ve diktatörlük unsuruna dönüştüğünü; dijital terörizmin dayanak noktası hâline gelerek millî-devletlere ve özellikle Türkiye'ye karşı kullanıldığını da biliyoruz.

Yalan haberler üzerinden provokasyon, itibarsızlaştırma, nefret söylemi ve terörizm propagandası bu Türkiye karşıtı sistematik dezenformasyonun ortak özelliği. Konu ne olursa olsun alt kimlikler üzerinden kışkırtmaya gidecek; terör örgütlerinin ve suç örgütlerinin paylaşımlarının yayılmasını sağlayacak şebekelerden bahsediyoruz. Türkiye düşmanı odakların paylaşımlarını sempatik gösterip popüler hâle getirmek için bazı sosyal medya mecralarını ve ünlüleri de kullanan; orman yangınından depreme, sığınmacılarla ilgili konulara kadar sistematik dezenformasyonun ve karanlık odakların piyonluğunu yapan bu yapıların Türkiye'nin itibarını, Türk kamuoyunun direnç ve özgüvenini kırmak için çalıştığı görülüyor.

İşte konvansiyonel veya dijital medyada, sinema ile dizi sektörlerinde, entelektüel ve akademik mecralarda dezenformasyon biçimlerinin nasıl işletildiğini en iyi bilen isimlerden, bununla hem teorik hem de Cumhurbaşkanı İletişim Başkanı olarak fiili mücadeleyi yöneten ve dezenformasyona karşı "Dezenformasyonla Mücadele Merkezi"ni kuran isim olan Prof. Dr. Fahrettin Altun'un editörlük yaptığı son kitap bu önemli konulara değinerek literatürdeki önemli bir boşluğu dolduruyor.

Ben dahil birçok akademisyenin de bölümleriyle katkı verdiği "Enformasyon Savaşından Dezenformasyon Savaşına" isimli kitap geçtiğimiz günlerde yayımlandı.

Bu konunun Batı'nın/Batıcıların kültürel hegemonyası dışına çıkarılarak ve ona meydan okuyarak akademik düzlemde çeşitli boyutlarıyla ele alınması kitabı iddialı kılıyor. Bu çalışmaların sayısının artması ise en büyük temennimiz.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp