Top
18/04/2024

Siyasal alanı dolduranlar ve boşaltanlar

31 Mart Yerel Seçimleri üzerine bir yazı dizisi planlamış ama ne Türkiye ne de dünyadaki gelişmeler kesintisiz bir şekilde bu yazı dizisini devam ettirmeme müsaade etmişti. Dünyanın her zamankinden daha da hızlı döndüğü bir zamanda yaşıyoruz. Bir yandan gündem hızla değişirken önümüzdeki uzun yıllar değişmeyecek esas gündem maddelerine de işaret etmek gerekiyor.

Bunlardan biri de yerel seçimlerin sonuçları. Tuhaf bir şekilde yerel seçimlerin niteliksel ve niceliksel analizleri yeterince yapılmadı. Yapılmadığı gibi böyle bir çaba da ortaya çıkmadı. Hatta belediye başkanlıklarından öte Türkiye'nin genel siyasetine bakmak için esas kullanılması gereken veri havuzu olan belediye meclisi/il genel meclisi sonuçlarına yeterince dikkatli gözlerle bakılmadı.

Yerel seçim sonuçlarının birkaç acele ve klişeleşmiş cümleyle açıklanmaya çalışıldığına hep beraber şahit olduk. Bu köşede mümkün olduğunca bu analizleri yapmaya gayret gösterdim. Bugün de şimdiye kadar hiç kimsenin değinmediği bir boyuta temas edeceğim.

31 Mart seçimlerinin sonuçlarına bakıldığında AK Parti seçmeninin sandığa katılımında büyük düşüş görülüyor. Dahası geçersiz oylardaki artış tepki oyu olarak geçersiz oyların da kullanıldığını gösteriyor. Bütün bunlara ve ilk defa oy kullanan yeni seçmenleri de dikkate alındığında 2019 seçimleri baz alındığında yaklaşık 7 milyon civarında AK Parti seçmeninin ya sandığa gitmediği ya da bilinçli olarak geçersiz oy kullandığı tahmin ediliyor. Buna az da olsa başka partilere oy verenleri de eklediğimizde sayı 8 milyonu aşıyor. İşte bu nedenle CHP 2019 seçimlerine göre sadece 2 milyon civarında oy artırarak birinci parti olabildi.

Peki, AK Parti seçmenini sandığa gitmekten alıkoyan neydi?

Önceki yazılarımda da uzun uzadıya tartıştığım üzere bunun ekonomik ve sosyolojik sebepleri bulunuyor. Özellikle sosyolojik sebepler analizlerde göz ardı ediliyor. Göz ardı edilen başka bir husus da siyasal sebepler.

Bugüne kadar seçimlerde AK Parti'nin yenilgisi üzerine söylenmiş ekonomi ile ilgili sözlerin çoğu "tamam da 10 ay önce bunlar yine vardı, o zaman nasıl büyük bir zafer kazanıldı?" sorusunu cevaplamakta aciz kalıyor.

Geçen yazımda tartıştığım "muhafazakârlığın toplumsal tabanının daralması" hususu da 10 ay önce seçimlerde geçerliyken zafer şimdi nasıl mağlubiyete döndü?

İşte bu noktada siyasal alana dönüp bakmak, siyasal sebepleri gözden geçirmek gerekiyor.

Siyasal sebepler söz konusu olduğunda seçim sonrası genelde çok da altı doldurulmayan hamasi cümlelerle ve seçim mağlubiyetinin faturasını birilerine kesip tasfiye operasyonları için argüman sıralayanların doldurduğu bir tartışma iklimi ortaya çıktı. Hâlbuki esas konu gözden kaçıyordu.

Seçimden önce bu köşede ve ekranlarda dile getirdiğim bir siyasal alanın konsolidasyonu ve bununla bağlantılı olarak da kampanya stratejisi burada önemli bir başlığı oluşturuyor.

CHP'nin ve AK Parti'nin siyasal stratejisine, diline ve kampanyalarına bakıldığında çok önemli neticeler karşımıza çıkıyor.

14 ve 28 Mayıs'ta büyük hedefler ve beklentilerle seçime girip sandıktan büyük bir hezimetle çıkan CHP bu travmanın etkilerini uzun süre atamamıştı. Sürekli içe dönük tartışmalar ve mücadelelerle uzun zaman harcayan CHP neticede olaylı ve bir o kadar şaibeli süreçler neticesinde genel başkanını değiştirmişti. Diğer yandan da medyasıyla, STK'larıyla, ünlüleriyle, influencer'larıyla ve parti tabanıyla topyekun bir kaybetmişlik sendromuna girilmişti.

Bu havayı dağıtacak ve partinin tabanını konsolide edecek bir stratejiye ihtiyaç vardı.

CHP bir yandan CHP genetiğinden gelmeyen, birçoğu da sağcı olan adaylarla vitrine çıkarken kendi siyasal ve toplumsal tabanını konsolide edecek bir siyaset yürüttü.

Önce Suudi Arabistan'daki maçla sonra da uydurma bir hilafet tartışmasıyla bu konsolidasyon süreci işletilmeye başlandı.

Peki, bu sırada AK Parti ne mi yapıyordu?

Devam edeceğiz...

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp