Top
18/03/2024

Doğu Türkistan'da sahur vakti

"Ailenden hâlâ haber alamıyor musun?" diye sordum.

Ailesinin ve kendisinin can güvenliği için adını veremeyeceğim İngiltere'deki Doğu Türkistanlı akademisyen arkadaşıma. Konuşmamızda konu yine kaçınılmaz buraya gelmişti.

Sesi buruk, çaresizdi. "Kaç sene oldu telefonla bile konuşamadım..."

O burukluk, o hüzün hiç yüzünden eksik olmazdı İngiltere yıllarımızda.

Ama 2016 yılındaki bir gün farklıydı...

Türk Millî Takımı İngiliz Millî Takımı ile maç yapmak için İngiltere'ye geliyordu.

Biz birkaç Türk öğrenci Manchester'a maça giderken en önde de o vardı. Yanına aldığı Doğu Türkistan'ın büyük bir Gök Bayrağını Türk tribünün en önüne hep beraber asmıştık. O günkü mutluluğunu, heyecanını hiçbir zaman unutmadım...

Ramazan'larda Çin'in kendilerine yaptığı zulmü anlatır, sahurda ışıkları açamadıklarını, karanlıkta sahur yapmak zorunda kaldıklarını söylerdi. Hatta eskiden perdeleri kapatıp mum ışığında sahur yaptıklarını ama artık perdeleri bile kapatamadıklarını anlatırdı. Bunları anlattığında 2015-2016 yıllarıydı. Ama o Doğu Türkistan'dan ayrıldıktan sonra işler çok daha kötüye gitmişti.

Çin Komünist Partisi rejimi Uygur Türklerini tehdit olarak gördüğü, onların kimliğini yok edip asimile ederek Çinlileştirmeye çalıştığı için İslamiyet'i de bir tehdit olarak görüyordu. "İslamiyet'i bir ruh hastalığı" gibi gören bir bakış açıları var ve bu bakış açısının esas sebebi millî kimliğin en önemli unsurlarının başında dinin gelmesi. Biliyorlar ki, Uygur Türklerini İslamiyet'ten koparabilirlerse Türk kimliklerini yok edip Çinlileştirmek de kolaylaşacak.

Peki, Ramazan ayında neden mi zulümleri şiddetleniyor?

Çünkü Ramazan ayı hem iman hem de ibadet bakımından olduğu gibi bir kültür olarak da Müslümanların kolektif kimliğini ve dayanışmasını güçlendiren bir atmosfere sahip.

Bu nedenle oruç tutmayı yasaklıyorlar. Uygur Türkü kadınlara zorla alkollü içki içirmekten, gün içinde zorla yemek yedirmeye kadar her türlü zulmü uyguluyorlar.

Esas daha da kötüsü, Çin bunlara uymayan Uygurları toplama kamplarına kapatıyor. 21. yüzyılda hâlâ dünyanın gözleri önünde toplama kamplarına kapatılan milyonlarca insan var...

Peki, koskoca 1 buçuk milyarlık Çin 25-30 milyonluk Uygur Türkü'nden neden bu kadar korkuyor? Birincisi tarihten gelen bir Türk korkusu var. Kürşad ve 40 çerisinin Çin Sarayı'nı basması sadece Atsız'ın Bozkurt'lar romanında da anlatılan bir efsane değil.

İkincisi, pek çok azınlığı pasifine etmeyi başaran Çin asırlar sonra bile Türkleri asimile edemediğini görüyor. Bu durumu "Tek Çin" politikası bakımından bir tehdit olarak görüyor.

Bu nedenle "Çin İslam'ı adı altında "ehlileştirilmiş" bir Doğu Türkistanlı tipi ve inancı yaratmaya çalışıyor, dahası camileri yıkıyor, İslam medeniyet eserlerini yok ediyor.

Çin'in şunu görmesi gerekiyor: Çin, Doğu Türkistan'da yaptığı uygulamalarla yalnızca topraklarındaki Uygur Türklerinin karşıtlığını kazanmamakta; aynı zamanda da ABD planlarına karşı büyük bir mücadele veren Türkiye gibi yükselen bir güçle ilişkilerinin gelişmesinin önünde de büyük bir engel oluşturmaktadır.

Neticede Çin'in değişen toplumsal yapısının, yeni orta-sınıflarının bir gün demokrasi ve özgürlükleri talep edeceği açık. O gün Çin rejiminin sürdürülemezliği de görülecek.

Elbet bir gün Çin'deki baskı rejimi yıkılacak. Elbet bir gün Doğu Türkistan hürriyetine kavuşacak.

Ama bizim bugün, bilhassa şu Ramazan ayında İsrail'in Gazze'de yaptığı zulmü lanetlediğimiz gibi Çin'in Doğu Türkistan'da yaptığı zulmü de hatırlamamız gerekiyor. Hiçbir şey yapamıyorsak bile orada Müslümanlıkları için, Türklükleri için direnmeye çalışan mazlumlar için dua etmemiz gerekiyor. Bu bakımdan cuma hutbelerinde Doğu Türkistan'ı hatırlatan Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş Hocamıza teşekkür etmek gerekiyor.

Allah kardeşlerimizin yardımcısı olsun...

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp