Top
09/01/2023

Memleketin adını da değiştirecek misiniz?

1980'lerden sonra dünyada bir kolunu o dönemler popüler olan post-modernizmden diğer kolunu neo-liberalizmden alan bir ulus-devlet ve milliyetçilik düşmanlığı yaygındı. Bu varsayım bir yandan (özellikle de Batı-dışı toplumların kurduğu) ulus-devletlerin yapay ve suni olduğu tezine yaslanıyor diğer yandan da ayrılıkçı ve bölücü hareketlere bir meşruiyet zemini yaratacak söylem ve argüman inşa ediyordu.

En temel varsayımlardan biri de millet kavramının modern dönemde icat ve inşa edilmiş bir kavram olduğuna dairdi. Dünyadaki tüm ulus-devletler ve milletler üzerine yapılan bu büyük ve yanlış genellemeye mutlak bir gerçekmiş gibi iman eden bir söylemin üstünlüğü Türkiye'de de bulunuyordu. Merkez üniversitelerden büyük yayınevlerine, gazetelere ve dergilere kadar bu yoğun propaganda bir hegemonya sahibi oluyor; bu genellemenin yanlış olduğunu hele hele Türkiye ve Türk milletinin böyle olmadığını söyleyenlere yoğun bir itibarsızlaşma veya görmezden gelme politikası uygulanıyordu.

Netice itibarıyla modern öncesi dönemde imparatorluklar kurmuş; tarih, kültür ve medeniyet ekseninde etnik kimlikleri içerip aşan bir üst kimlik olarak oluşmuş milletler herhangi bir kişi veya siyasi hareketin bir tasarımı falan değildir. İmparatorluk kurmuş ve tarih içerisinde kültürel olarak ortaklaşmış milletlerle imparatorluktan kopan etnik unsurların ulus-devletleşme süreçlerini aynı zannetmek tarihten kopukluktan başka bir şey de değildir. Milletle etnik kimliği aynı şey zanneden bir cehaletin böyle bir tarihsizlikten beslendiği de açık.

İşte bu tarihsizler 1000 yılda bu topraklarda imparatorluklar kurmuş ve modern öncesi dönemde akrabalık ve kültürel/tarihsel ortaklık zemininde milletleşmiş olan Türk Milletinin etnisiteleri aşan bir üst kimlik olduğunun farkında olmadan yukarıdaki varsayımları Türkiye için seslendirmeye başladılar. Bu bir yandan resmî ideolojinin Türklüğü Anadolu ile ve de vatandaşlık bağıyla kısıtlayan berbat tarihsizliğinden bir yandan da küresel Batı sisteminin ve onun yerli uzantılarının kültürel hegemonyasından güç alıyordu.

Bu kültürel hegemonya sayesinde bu söylem sadece kendisine liberal sol diyen ama ne liberal ne de sol olan kesimlerle sınırlı kalmadı; ciddi bir özgüven sorunu yaşayan bazı muhafazakâr veya İslamcı aktörleri de etki altına aldı. 28 Şubat Darbesi sonrası milliyetçi muhafazakâr kesimin haklı demokrasi taleplerini kendi kötü niyetli hedefleri için manipüle etmeye ve söylem üstünlükleriyle belirlemeye çalışanların zeminine kayıp asimile olanlar bile oldu. Buna Soğuk Savaş sonrası "tarihin sonu" tezleriyle küresel sistemde ABD'nin tek patron olacağı yanılsaması, AB'nin Türkiye'yi üye yapacağı ve de üstelik sanki Türkiye'ye demokrasiyi AB'nin getireceği hayali de eşlik ediyordu. Bütün bunlar Batı-dışı toplumlardaki neo-liberal/küreselci ekonomik ve siyasal politikaların kültürel ve ideolojik uzantılarından başka bir şey değildi.

Tüm bu tezler hem dünyada hem Türkiye'de sırasıyla çöktü. Tüm dünya halkları kendi ulus-devletlerine sıkı sıkıya sarılırken neo-liberalizm yıkıldı. Milliyetçi muhafazakârlık çeşitli varyasyonlarıyla neredeyse tüm dünyada halkların küresel emperyalizmden ve neo-liberalizmin yarattığı büyük krizlerden kaçıp sığındığı bir sığınak oldu.

Türkiye'de de sözde demokrasi ve özgürlükler temalı ulus-devlete ve millî kimliğe saldıranlar ya FETÖ'nün askerî darbesinin yanında ya da PKK'nın katliamlarının yanında oldu. Batı'nın fonlarıyla desteklendiler ama itibardan yoksun kaldılar. Türkiye FETÖ ve PKK gibi iki demokrasi düşmanı yapıyı yene yene, millî bir dış politika izleyerek, bağımsızlık mücadelesini içerideki mandacı vesayet yapılarına karşı vererek demokrasinin kökleşmesini ilerletti.

İşte şimdi de bu Batıcı liberal-sol güruhun asimile ettiği, çökmüş neo-liberalizmi bayat bir sloganik düzeyde savunan, bizim millî kimliğimize Türk kimliğine saldırarak %0,5'lik oylarıyla halktan bulamadıkları desteği küresel sistemde arayan bazı unsurların Anayasa'daki Türk kimliğini hedef aldıkları görülüyor. Üstelik bunun da bizim milletimizin eşit ve ayrılmaz bir parçası olan Kürt kardeşlerimizin hoşuna gideceği falan sanılıyor.

Hadi diyelim ki tüm ittifak ortaklarınızla birlikte Anayasa'dan Türklüğü çıkarmayı başardınız. Peki ya memleketin adını da mı değiştireceksiniz? Türkiye ismini ne yapacaksınız?

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp