Top
06/05/2024

2024 Türkiye'sinde “merkez sağ” konuşmak

İyi Parti bağlamında yapılan tartışmalarda İyi Parti'nin MHP'den kopuş sonrası kendine aradığı siyasal konumla ilgili birtakım kavramlar yerli yersiz fazlasıyla kullanıldı. Bilhassa sarf edilen bu kavramlardan bir tanesi fazlasıyla kulak tırmalıyordu: Merkez Sağ.

İddiaya göre MHP'den ayrılan kurucu kadro İyi Parti'nin kuruluşundan itibaren kendisine MHP'nin tabanını oluşturan Türk milliyetçilerini değil esas olarak merkez sağı belirlemiş ve böylece daha geniş bir toplum kesimine ulaşmayı, sadece MHP'den değil, AK Parti'den de oy koparmayı hedeflemişti.

Söylenenlerden de İyi Parti'nin de bizzat kuruluşundan itibaren de gerçekten bir "merkez sağ" parti olma hedefinin olduğu anlaşılıyor.

Peki, nedir bu "merkez sağ"?

Bilindiği üzere siyasal merkez ve toplumsal merkez ile ilgili kavramlar Soğuk Savaş döneminde fazlasıyla tartışılmıştır. Ne solun hâkim liberal-kapitalist sistemi radikal bir dönüşüme uğratacak, komünizme uzanabilecek uç versiyonlarını ne de sağın aynı liberal siyasal düzeni dönüştürme ihtimali bulunan Nazizm'e veya faşizme uzanabilecek unsurlarını "merkez" kabul eden hâkim bir siyasal haritalandırma yapıldı. Bu, aynı şekilde modernist devrimlere muhalefet ederek karşı-devrimleri savunan De Maistre tipi muhafazakârlık yerine Burke tipi tedrici değişimi savunan, muhafazakâr-modern siyasete oturan bir muhafazakâr merkez-sağa alan açılmasıyla da gerçekleşti.

Bu haritalandırma Batı'da yapılırken Türkiye de elbette payına düşeni alacaktı. Ama payına düşeni de yine kendine özgü ve kendi şartları içinde alacaktı.

İmparatorluk döneminde (yine kendine özgü olsa da) çok partili hayat tecrübesi olan Türkiye'nin Cumhuriyet Dönemi ile birlikte tek partili hayata hapsolması ciddi bir siyasal demokratik kurumsallaşma sorunu ortaya çıkarmıştı.

1946 sonrası başlayan süreçte DP ve diğer partilerin kurulmasıyla siyasal partilerin teşkil ettiği dönem ideolojik ve bürokratik kökenlerini Tek Parti Dönemi'nden alan ama esas olarak seçilmiş hükümetler üzerinde vesayet yapısı kurmayı amaçlayan 27 Mayıs'la birlikte başka bir aşamaya evrilmişti.

Bu aşamada dış politikadaki Batı vesayetine meydan okumayacak, iç politikada resmî ideolojinin öngördüğü politikanın dışına çıkmayı bile düşünmeyecek bir "merkez" tanımı yapıldı.

Neticede tanımlamayı kimin yaptığı da bir vesayet meselesiydi.

Böylelikle daha çok taşraya ve şehirlerin çeperlerine dayalı bir toplumsal tabanı bulunan, o dönemin toplumsal, ekonomik ve kültürel iktidar biçimlerinden büyük oranda dışlanmış çoğunluğun oyunu alan bir "merkez sağ" ortaya çıktı. Çoğunluk olduğu için sandıkta kazanan ama sadece yol, köprü, baraj (bazen de fabrika) yapmasına izin verilen, yalnızca belli sınırları içerisinde hizmet siyaseti yapması mümkün olan bir merkez sağ idi bu. Kültüre, eğitime, dış politikaya, güvenliğe, ekonomiye ve vesayet ilişkilerini yıkma ihtimali bulunan hiçbir alana girmesine müsaade edilmeyen bir "sağ"... Biraz olsun bu sınırları aştığında siyaset dışı müdahalelerle "terbiye edilmeye" ve hatta devrilmeye çalışılan bir sağ... 27 Mayıs'la başlayan darbeler süreci de işte tam olarak bu vesayetin müdahale biçimlerini teşkil etmişti.

Ancak bu "merkez sağ"ın ömrü de 1990'lara gelindiğinde dolmaya başlamıştı. Zira hem MHPhem Millî Görüş geleneği bu vesayeti ve onun istediği merkez sağ tipini yıpratmış hem de yaşanan büyük toplumsal dönüşümlerle merkez sağın sosyolojik tabanı fazlasıyla daralmıştı.

2000'lerle birlikte Erdoğan'ın iktidarı ve vesayet biçimlerinin hepsini yıkması ise yalnızca vesayeti değil aynı zamanda "merkez sağ"ı da çöp sepetine atıyordu.

Yani artık günümüzde 1990'lardaki gibi bir merkez sağın toplumsal ve siyasal imkânı da tabanı da talebi de kalmamış durumda. Olmayan bir merkez sağı kendisine hedef seçen siyasi hareketler de imkânsızı hedeflemekte ve başarısızlıktan başka bir netice alamamaya mahkum kalmakta.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp