Top
08/04/2024

Yerel seçimlerin sosyolojik analizi

Birçoğu rakamsal veriye dayanmayan ve faturayı belli aktörlere veya kliklere kesmeye çalışanların yaptığı seçim analizlerine dair metodolojik meseleleri önceki yazımda tartışmıştım.

Her seçim sonucu siyasal ve toplumsal değişime dair büyük bir veri ortaya koyar. Bu büyük verinin bir kısmı sadece o seçime özgü işaretler verirken bir kısmı da tarihsel analizlerle ve önceki seçim sonuçlarıyla birlikte değerlendirildiğinde uzun süreli bir değişim eğilimini ortaya koyar.

Mesela Şanlıurfa gibi yerlerdeki seçim sonucunun adaylıklarla ilgili yerel dinamiklerden kaynaklandığı ve bu seçime özgü olduğu görülürken tersine büyükşehirlerdeki durum uzun vadeli bir toplumsal değişim sürecinin işaretlerini veriyor.

2017 Referandumu'ndan itibaren pek çok genel ve yerel seçim geçti. 2017 Referandumu bu büyükşehirlerdeki değişimin ilk defa çok net bir şekilde görüldüğü bir netice koymuştu. Uzun süre sonra ilk defa İstanbul, Ankara, Bursa, Antalya, Manisa, Denizli, Mersin, Adana, Balıkesir gibi şehirlerde muhalefet bloku çoğunluğa ulaşmıştı. Sonraki seçimlerde de ya bu şehirlerin hepsini muhalefetin kazandığı ya da %50 seviyesine yaklaştığını görmüştük. Hatta 28 Mayıs'ta, 2. Tur'da hiçbir ümidi kalmamış Kılıçdaroğlu Erdoğan karşısında İstanbul'da ve Ankara'da %4 civarında seçimi önde bitirmişti.

Neticede 31 Mart'a giden süreçte bu şehirlerin tümü muhalefetin adım adım eline geçti. Lâkin bu süreç üzerine ne çok düşünüldü ne de şahıslar üzerinden veya her şeyi ekonomiye havale eden klişe sözlerin ötesine geçilebildi.

Türkiye'nin bilhassa da büyükşehirlerinde muhafazakârlığın toplumsal tabanı daralıyor. Bunu sadece siyasal muhafazakârlığa destek anlamında söylemiyorum; bir toplumsal ve kültürel tavır olarak muhafazakârlığın tabanı daralıyor.

Bu değişim bugüne kadar fazla kavramsallaştırılmadan bazen sekülerleşme kavramıyla bazen Z Kuşağı atıflarıyla bazen de şehirlilik bağlamında tartışıldı.

Aslında modernleşme sürecindeki pek çok toplumda yaşanan bir sürecin bir başka versiyonu ile karşı karşıya kaldığımız bu toplumsal değişim sürecini anlayıp, analiz edip ona göre siyasal stratejilerin belirlenmesi gerekiyor. Bunu şimdi değil 2019 seçimlerinden sonra Twitter hesabımda şöyle anlatmıştım:

"Seçimle ilgili pek çok yorum yapıyoruz ama unuttuğumuz çok önemli bir şey var: Artık Türkiye'nin değişen "sosyolojisi". Kentli, eğitimli, orta-sınıf, 30 yaş-altı nesiller ne kadar milliyetçi-muhafazakâr ailelerden gelirlerse gelsinler artık muhafazakâr siyasete mesafeliler.

Daha önce söyledim. Ankara, Bursa, Adana, İstanbul, Balıkesir gibi yerlerde AK Parti- MHP ittifakının oylarında 2017'den beri görülen gerileme sosyolojik dönüşümün de sonucu. Kültürel hegemonya mı orta-sınıflaşma mı sekülerleşme mi o tartışmayı ayrıca yaparız..."

Bu dönüşüme ek olarak bu dönüşümün çok da etki etmediği ve kültürel/toplumsal olarak muhafazakârlıktan da kopmamış, AK Parti'nin de büyükşehirlerdeki tabanını oluşturan alt-gelir gruplarından insanların da "AK Partili muhafazakâr" profili ile olan mesafesinin giderek açılması, bu kesimlerin kendi temsilcileriyle kurduğu özdeşlik ve temsil bağının zayıflamasına sebep oldu. Bu siyasal bir mesafeden çok sınıfsal ve toplumsal bir mesafe olarak karşımıza çıktı.

Peki, tüm bunlar bir süredir devam eden bir dönüşümse 2023 Seçimlerini Cumhur İttifakı nasıl kazanmıştı?

Bunun öncelikli sebebi hem sosyolojik dönüşümün görüldüğü yeni şehirli toplumsal kesimlerde hem de AK Parti ile arasında mesafe giren alt-gelir gruplarında geleneksel muhafazakârlığa karşı bir direnç varken milliyetçiliğe karşı benzeri bir direncin olmaması ve 2023 Seçimlerinde AK Parti'nin temel söyleminin milliyetçiliğe dayanmasıydı. Milliyetçilik o direnci aşabilmişti. 2023 Seçimlerinden sonra ise milliyetçilik daha geri planda kaldı.

(Devam edeceğiz.)

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp