Top
07/03/2024

Kadın düşmanlığınız ne zaman bitecek?

Ne kadar "kadınlara oy verme hakkını ilk veren ülkelerden biri" olmakla övünürsek övünelim, Türkiye'nin kadın düşmanlığına dair karanlık bir yakın siyasi tarihi var. Üstelik ne kadar geride kaldığını, artık bir şekilde karşımıza çıkmayacağını düşündüğümüz bir anda o karanlık geçmişi temsil eden zihniyeti tüm çıplaklığıyla karşımızda bulabiliyoruz.

Evet, kadın düşmanları, darbeciler siyaseten yenildiler ama bu zihniyetin hemen kaybolmasını beklemek yanlış. Çünkü o karanlık dağılalı çok zaman geçmedi. Düşünebiliyor musunuz? Daha şundan yaklaşık 10 sene öncesine kadar Türk kadınlarının aşağı yukarı yarısının ne eğitim hakkı ne çalışma hakkı ne de seçilme hakkı vardı.

Başörtüsü yasağını da içeren cinsiyetçi rejimin kapsamı ve büyüklüğü bazen yeterince anlatılamıyor. Darbe dönemlerinden miras kalan ama sadece darbecilerden de ibaret olmayan bir mandacı, İslam karşıtı bir cinsiyetçi rejim problemimiz vardı.

Toplumun kadınlarının aşağı yukarı yarısını oluşturan başörtülü kadınların en temel insan hakları ellerinden alınmış, Güney Afrika'daki apartheid rejiminin cinsiyetçi bir versiyonu Türkiye'de mandacı, İslam düşmanı darbeciler ve onların siyasal/bürokratik uzantıları tarafından uygulanmaktaydı. Yetmiyor, bu yasakları ve cinsiyetçi ayrımcılığı başta CHP ve sol/Kemalist partiler olmak üzere belli siyasal partiler savunuyor; kendine sol aydın, gazeteci, sendikacı, aktivist, sanatçı diyenler bu cinsiyetçiliğin arkasında hizalanıyordu.

Peki, ya kendisine feminist diyen bazıları? Kadın çalışmaları alanından bazı akademisyenler? Bazı kadın derneklerinde, STK'larında görev alanlar?

Büyük çoğunluğu bu cinsiyetçi rejimi destekliyordu. Çünkü bu yukarıdaki gruplarla kendilerini Batıcılık üzerinde özdeş görüyor, Türk ve İslam karşıtı refleksleri harekete geçiyordu.

Hatta yine Batıcılık ekseninde dünya üzerinde en çok kadın katletmiş terör örgütü olan PKK'nın partileri ve STK'larıyla kol kola eylemler yapıp onlarla aynı çizgide buluşmaktan, aynı sloganları atmaktan utanmıyorlardı.

Kadınlara yönelik cinsiyetçi, self-kolonyal bir faşizan rejimi ve artıklarını ortadan kaldırıp Türkiye'de kadınların kamusal alanda var olmalarını sağlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan'a bu süreçte en çok desteği verenler de kadınlar olmuştu. O kadar ki AK Parti'ye oy verenlerin çoğunluğunu kadınlar oluşturuyor, erkeklere oranla kadınlar AK Parti'ye daha çok destek veriyordu.

Bundan rahatsız olan bazı muhalif aktörlerin bugüne kadar kadınlara yönelik hakaretlerine, aşağılamalarına, nefret söylemlerine maalesef alışığız.

Şimdi tam da 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nün arifesinde bu ayrımcı, cinsiyetçi zihniyetin bir tezahürüyle daha karşılaştık.

İstanbul Belediye Başkanı'nın "ev kadınları AK Parti'ye oy veriyor, kadınlar statüsünde, sınıflandırmasında değil" sözleri yine kadınlara yönelik cinsiyetçi bakış açısının yeni bir perdesi oldu. Burada cinsiyetçiliğe kendince sınıfsal bir ötekileştirme ekleyen bakış açısı da yine yeni değil. Zira başörtüsü yasağının arkasında da şehirleri, üniversiteleri ve kamu kurumlarını yalnız kültürel ve ideolojik değil aynı zamanda da sınıfsal bir kurtarılmış bölge olarak gören; dindarlığı taşralılıkla, alt-sınıflarla özdeşleştiren bir zihniyet bulunmakta.

Zaten 28 Şubat başörtülü kadınlara eğitimi yasaklarken, imam-hatiplilerin yüksek öğretime girişini engellerken, muhafazakâr sermaye gruplarını batırmaya çalışıp muhafazakârların medyalarına baskı yaparken esas olarak muhafazakârların da orta-sınıflaşmasını engellemeye çalışıyordu.

Bu sınıfsal nefrete söz konusu açıklamada bir de "ev-içi emeği"nin ne demek olduğunu bilmeyen, "ev kadınları"nın emeğini önemsizleştiren bir cehalet de eşlik ediyor.

Neticede "ya yine mi mağduriyet, 28 Şubat geride kaldı" diyenlerin aslında ne kadar yanıldığını, bozuk zihniyetin kendisini her fırsatta yine yeniden gösterdiğini görüyoruz.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp