Top
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil

asimsirgil@yahoo.com

01/12/2023

Değişen siyaset!

Her ne kadar dış politika yazarları aksini söylese de Türkiye, dış siyasette on yıllardır bölgesel bir rol dahi izleyemiyordu. Zira Birinci Cihan Harbi’nden sonra Türkiye’nin bulunduğu bölgedeki komşu ülkelerin politikalarını da sürekli olarak süper güçler belirliyordu. Dolayısıyla Türkiye’yi bölgesel bir güç olarak tanımlayan yazarlar, bölgesinde hangi önemli adımları attığı sualleri karşısında susmaktan başka bir şey yapamıyordu.

Ülkemiz, kendi içinde dahi her on yılda bir vuku bulan darbelere çözüm bulamamıştı. Öyle ki ABD, her on yılda bir Türkiye’nin idaresini sanki yeni baştan dizayn etmekteydi. İç siyasetini dahi süper güçlerin belirlediği bir ülkenin dış siyaseti ne olabilirdi ki?

Bu siyaset o kadar yerleşti ki Türkiye’nin idaresine namzet olanlar, ABD’den veya İngiltere’den icazet almak bir yana tamamen onların politikalarına, arzu ve heveslerine ram olmuşlardı. Bu hâl, IMF’ye borçlanma sürecinde zirveye çıkmıştı. Onlara aykırı bir adım atmak imkânsızdı. Atmaya kalkanların başına gelenler ise geriden gelenleri hizaya sokmaya yetiyordu.

Nitekim 2000 yılından sonra Orta Doğu’da idareler ve haritalar yeniden şekillendirilirken Türkiye’nin en küçük bir tavrı ve müdahalesi olamamıştı. 2010 yılından sonra batının Orta Doğu girişimleri ise Türkiye için tam bir felaketti. Hatta sonunda Türkiye’nin dahi üçe bölünme ve işgal planları devreye girmişti.

2016 işgal girişimini atlatan Türkiye’nin gözü açılmıştı. İlk defa olarak süper güçlerin politikalarına kayıtsız şartsız teslimiyeti ortadan kaldırdı. Bağımsız politikalara başladı.

Suriye’de, Libya’da, Doğu Akdeniz’de ve Azerbaycan’da beklenmeyen bir tavır ortaya koydu.

Türk dış politikasını yeniden şekillendiren bu tavır tüm dünyada büyük bir şaşkınlık meydana getirdi. Özellikle 2016’dan sonra hükûmeti, ordusu, istihbaratı ve emniyeti ile birlikte ortak atılan adımlar büyük başarıların anahtarı oldu.

İşin en üzücü yanı, on yıllardır Batı karşısında ezik bir hâlde politika üretenlerin bütün bu başarılı adımlar atılırken yaklaşımları, "Suriye’de, Libya’da, Doğu Akdeniz’de ve Azeybaycan’da ne işimiz var?" demekten öteye gitmiyordu.

Etrafında neler oluyor, ülkeler nasıl parçalanıyor ve zayıflatılıyor, devletlerin gelecek yüzyıllarına nasıl ipotek konuluyor onlar görmüyordu.

Ne hazindir ki bu zihniyet gençlerimizi de sardı. Gazze’de korkunç bir soykırım ve katliam yaşanırken içeride topyekûn bir birlik sağlanamadı. Hâlâ, “yok Araplar arkadan vurdu”, “yok Filistinliler toprak sattı...” yaygaraları koparıldı.

İsrail ve Kıbrıs

Hâlbuki Gazze Savaşı İsrail’in Türkiye üzerindeki emellerinin daha açık bir şekilde ortaya saçılmasına imkân tanıdı.

Öncelikle şunu belirtelim ki Türkiye’nin Anadolu’daki on şehrine ilaveten Kıbrıs adası da Yahudilerin “Arz-ı Mev’ud” hedefleri içinde yer almaktadır. Bunun için de sessiz ve derinden olarak hem Kuzey ve hem de Güney Kıbrıs’ta yıllardır önemli bir politika takip etmektedir.

Buna rağmen İsrail’in Kıbrıs’la ilgisi Türkiye’de hiç gündeme getirilmedi. Oysa Rum ve Yunan tehlikesinden daha büyüğü İsrail’di.

Kıbrıs’ın İsrail için önemini sadece haritada ikisinin karşı karşıya konumundan rahatlıkla anlayabilirsiniz. Ayrıca Yahudiler tarihte Kudüs’ten çıkarılırken Hristiyanların Kıbrıs’ı üs olarak kullandıklarını hiç hatırdan çıkarmadılar.

Evet biz II. Abdülhamid Han’ın "Kızıl Sultan" olup olmadığını, Arapların arkadan vurup vurmadığını, Filistinlilerin toprak satıp satmadığını tartışırken birileri gelecek adına çok önemli adımlar atıyordu.

Biz ise tehlike ancak kapıya dayandığında uyanıyorduk. Belki de böyle olması isteniyordu. Zira Türk basınının bu gibi millî davalarla pek işi olmuyordu. Onlar iki sene önceden genel, bir sene önceden de yerel seçimle ilgilenmeye, gece gündüz onları tartışmaya, başörtüsünün takılıp takılmaması meselesine bayılmaktadır.

İsrail Devleti ise kurulur kurulmaz, Orta Doğu bölgesinin her köşesi ile yakından ilgilenmeye başlamıştı. Bunların başında da Doğu Akdeniz’de devasa bir uçak gemisi konumundaki Kıbrıs Adası geliyordu. Zira üç tarafı Arap-Müslüman ülkeleri ile dolu olan Siyonist Devleti, Kıbrıs adasını dış dünyaya bir çıkış kapısı olarak görmekteydi.

Bu itibarla İsrail, ada üzerindeki siyasal geliş­meler ile devamlı olarak yakından ilgili olmuştur. Kendisinin aleyhine ola­bilecek herhangi bir gelişmeye izin vermemeye çalışmıştır.

Gazze Savaşı ile İsrail’in Kıbrıs planları da ortaya çıkmaya başlamıştır. Bölge ulusları bilmektedir ki İsrail Gazze ile durmayacaktır. Şimdiden Batı Şeria’da karışıklıklar çıkarmaya başlamıştır. Öyleyse İsrail’in yeni hedefleri neresi olacaktır?.. İşte bu sualler bir anda Kıbrıs’ın gündeme gelmesine yol açmıştır.

Kuzey Kıbrıs’ta Ulusal Birlik Partisi Milletvekili Dr. Hasan Küçük, İsrail’de Netanyahu Hükûmeti’nin GKRY’ye, İsrail’in ünlü hava savunma sistemi 'Demir Kubbe’yi (Iron-Dome) inşa etmeye başladığını dile getirdi.

GKRY’nin de bu yeni silahlanma projesi için bütçeden 900 milyon dolarlık gizli ödenek ayırdığı da ileri sürüldü. Bu gelişmeler karşısında artık Kıbrıs’ta siyasi ve askerî istikrarı yakalamak imkânsız gibi olacaktır.

Peki İsrail Güney Kıbrıs’a silahlanma yoluyla yerleşirken ve oradaki nüfuzunu artırırken KKTC’yi pas mı geçmektedir. Elbette ki hayır. İsrail asıl parsayı Kuzey Kıbrıs’ta toplamıştır.

Nitekim geçen haftanın en mühim haberleri Yahudilerin Kuzey Kıbrıs’taki hamleleri idi. Son zamanlarda KKTC’de Yahudilerin artan sayıda toprak almakta oldukları gözler önüne serilmişti...

Gafletin sonu felaket olur!

Hükûmetler devletlerin idarelerinde gelecek adına çok büyük gaileler açacak adımları atabiliyorlar. O günkü idareciler ölüp gidiyor, namı nişanı kalmıyor ve fakat gaflet ile aldıkları kararlar yarınlarda bir milletin mahvına zemin hazırlayabiliyor.

Nitekim Kıbrıs’ta İsrail’in KKTC’ye ilgisi 2000’li yıllarda Mehmet Ali Talat’ın Başbakanlığı döneminde hız kazandı. O dönemde kamuoyuna Yahudilerin, “Sadece yatırım için geldiler” mesajı ustalıkla işlendi. Yahudi iş insanlarına sağlanan kolaylıklarla Erenköy’de bir yat limanı ve beş yıldızlı oteller bölgesi projesine onay veriliyor. İsrail lobisi bu yatırımla girdiği adada kısa süre içinde en etkili lobilerden biri hâline geldi.

Bunu inşaat iş kolları ve toprak alımları takip etti. Yahudiler, KKTC’de faaliyet gösteren üç büyük inşaat şirketinin sahipleridir. Bunlar KKTC vatandaşlığı elde etmiş olduklarından rahatlıkla toplu toprak alımları yapabilmektedir.

İşte aradan 23 sene geçtikten sonra, gafletle ve belki hıyanetle alınan kararların yakın bir gelecekte nasıl bir tehlike meydana getireceği artık görülmeye başlandı.

Bundan sonraki İsrail politikaları zamanında nasıl uyuduğumuzu gözler önüne serecektir. Bakınız Gazze meselesi ortaya çıktıktan sonra birdenbire “Larnaka-Gazze İnsani Yardım Koridoru” projesi gündeme geldi. Peki bunun gerisindeki asıl amaç nedir düşündünüz mü? Maksatları gerçekten insani yardım faaliyeti mi yoksa Kıbrıs’ı İsrail için ikinci bir vatan hâline getirecek adımların atılması mıdır?

Önce İsrail’in insani diye bir duygusu var mıdır bunun tartışılması gerekir!

Artık siyasi ve askerî iradelerin yanı sıra gelecekte Türkiye’yi idare etmeye namzet partilerin, kadroların, Türk eğitim sisteminin, basınının, sosyal mecralarının topyekûn millîleşmesi ve millî duruşlar göstermesi gerekmektedir.

Aksi hâlde biz sosyal mecralarda "İsrail’in o malını mı bu malını mı boykot edelim, yok etmeyelim..." tartışması yaparken adamlar Kıbrıs’ta arazilerimizi, pazardan elma, armut gibi satın almaktadır!..

 

 

TEFEKKÜR

 

Rûşen görünür her kişiye kendi mahalli

Bî-zebân söyleşelim var ise bir hâl ehli

 

(Her kişiye kendi evi aydınlık görünür.

Bir hâl ehlini bulursak dilsiz söyleşelim)

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları