Top
Fuat Uğur

Fuat Uğur

Fugur1864@gmail.com

06/08/2016

Almanya’daki Nazi genetiğinin darbecilere olan aşkı

Program ZDF televizyonunda.
Maybrit İllner adlı bir sunucunun moderatörlüğünü yaptığı siyasal içerikli bir program. Konu Türkiye ve darbe girişimi sonrası olan bitenler.
Pek çok konuk var. Onlardan biri PKK’ya verdiği destekle tanınan Sol Parti milletvekili Sevim Dağdelen. Yalan olduğunu söylüyor ısrarla ama pratikteki her eylemi bunu doğruluyor. Diğer Türkiyeli ise Deniz Yücel. Sosyalist bir gazetede yazarken Türkiye aleyhtarı haberleriyle Alman derin aklının dikkatini çekmiş, derhal aşırı sağcı Die Welt gazetesinde görevlendirilmiş bir İngiliz Kemal.
Ve üçüncü Türk ise Almanya’da doğup büyümüş bir siyasetçi, Ak Parti İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu. Kendisi aynı zamanda Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanı.
Karşısında ikisi sözde Türk, 6 kişi var. Ayarlanmış seyirci hazır bekliyor. Amaçları Mustafa Yeneroğlu’nu paralize edip manken gibi oturtmak. Ama bu olamıyor. Derin bir entelektüel ve aynı zamanda iyi bir hatip olan Mustafa Yeneroğlu, mükemmel Almancasıyla hadlerini bildiriyor tek tek.
Programın videosunu aşağıda verdiğim linkten izleyebilirsiniz ama konuyu getirmek istediğim yer başka. Alman Nazi genetiğinin yeniden nasıl zuhur ettiğini, oryantalizmle ortaya karışık bir ahlaksızca söylem geliştirdiklerini görebilme imkânı buluyoruz burada. Kibirlerini ve aşağılayıcı tavırlarını görebilmek açısından çok öğretici.
Maybrit İllner program esnasında konuyu OHAL’e getirerek “Gerekli miydi bu?” diye soruyor.
Yeneroğlu, daha önce katıldığı pek çok Alman televizyonundaki programlarda olduğu gibi bu kez de kendini beğenmiş, egosu yüksek ve gizli ırkçı Almanlara aslında bilmeleri gereken durumu yeniden net biçimde anlatıyor. Üstelik öyle çarpıcı örnekler veriyor ki moderatör İllner rahatsız olup sözünü kesmeye, sözü başkasına vermeye çalışıyor. Yeneroğlu bu yüzden sesini bir ton yükseltiyor ve sözünü kesenlerin konuşmasına imkân vermiyor. Tam işte o sırada Nazileri anlatan filmlerde gördüğümüz Gestapo subaylarını andıran sıfatıyla, kısa adı CSU olan, aşırı sağcı Hristiyan Sosyal Birliği Partisi Genel Sekreteri Andreas Scheuer lafa karışıyor ve aşağıdaki konuşma gerçekleşiyor:
Scheuer:
“Burada karşılıklı otururken Alman toplumunun âdetlerine göre hareket etmelisiniz.”
Yeneroğlu:
“Öyle mi? Bana Alman toplumunun âdetlerini mi öğreteceksiniz? Tabii ben sizin gibi aydınlanmış olmadığım için. Hadi bana ideolojinizden dersler verin.”
Son cümle Scheuer’in suratına atılmış bir tokat. Çünkü ideolojileri Nazi ideolojisinin günümüze evriltilmiş versiyonu.
Alman toplumunun âdetleri. Yüksek medeniyetin simgesi! Daha 1940’larda 40 milyon insanı öldüren, 5 milyon insanı toplama kamplarında yakan yüksek bir medeniyetin âdetleri.
Bu yaratıkların kökeni hakkında biraz daha fikir verelim isterseniz.
CSU dediğimiz hükümet ortağı bu partinin kurucu Genel Başkanı Franz Josef Strauβ.
Almanya’da 1970’li yıllarda bizim Kızıl Tugaylar diye bildiğimiz RAF adlı terörist örgüt 34 kişiyi öldürdüğü zaman olağanüstü hâl ilan edilmiş, bu örgüt üyeleri idam cezası olmadığı için hapis cezasına çarptırılmışlardı. Ancak hepsi de “nedeni bilinmeyen biçimde” cezaevinde “ölü bulunmuş”lar ya da “intihar” etmişlerdi. Tıpkı 9 Türk’ü Alman gizli servisi BND’nin emriyle katleden Neo Nazilerin teker teker “evlerinde kalp krizi geçirip” ölü bulunmaları gibi. Çünkü NSU davasında tanıklık yapıp gerçeği söylemelerinden korkuluyordu.
İşte Scheuer adlı sıfatsızın partisi CSU’nun Kurucu Genel Başkanı Franz Josef Strauβ RAF üyesi teröristler için o vakit “Bunları mahkeme ederek, cezaevine göndererek beslemeyelim. Halkın eline verelim bunları, halk ne yapacağını bilir” diyen bir adam.
Hatırladınız değil mi “Asmayalım da besleyelim mi?” muhabbetini?
Scheuer, Mustafa Yeneroğlu’na utanmadan “RAF ile Türkiye’de olanları mı karşılaştırıyorsunuz?” diye soracak kadar da embesil. Zaten Yeneroğlu cevabı yapıştırıyor:
“Kesinlikle karşılaştırılamaz. RAF olayı bugün Türkiye’de yaşananların sadece binde biri”
Evet, bu “demokrasi soytarıları”nın, çarpıklıklarını sürekli suratlarına çarpan Erdoğan’dan nefret etmelerine de hiç şaşırmamak gerek.
Avrupalı Türk Demokratlar Derneği (UETD) eski yönetim kurulu üyesi Metin Şirin Alman basınındaki akla ziyan haber ve yorumların her gün tahammül sınırlarını zorladığını belirterek bir bilgi aktarmış. Bu CSU’nun hükümet ortağı Başbakan Merkel’in partisi CDU’nun tuhaf ama insan hakları sözcüsü Erika Steinbach, FETÖ’nün ve darbelerin arkasındaki isim Graham Fuller’in oğlunun sahibi olduğu Huffington Post gazetesine verdiği demeçte bakın ne demiş:
 “Müslümanların siyasete ilgi duymasından huzursuzum. Bundan sonra partimiz CDU’ya üye olacak Müslümanların şeriatçı olmadıklarına dair belge imzalamasını isteyeceğim”
Geldikleri nokta bu.
Programın Türkçe alt yazılı linki:
 
Ajan ağırlayan oteli tanıyalım
 
Giriş kat hariç dört katlı bir ahşap yapı. Bodrum katı da var. Aynı arazide önceki asırda kurulu Giacomo otelinin yerinde. Sakızlı Kâzım Paşa 1911 yılında yaptırmış Kaludi Laskaris Kalfa’ya. Büyükada’ya gidenler hemen bu tarihî otelin ihtişamıyla karşılaşırlar. İçi de öyledir. Daha kuruluşunda çatal bıçak takımlarından havlularına dek her şeyi Avrupa’dan getirtilmiş. Otel girişinin her iki yanında yaz bahçesi ve bir de resim galerisi, 134 misafiri ağırlayabilecek 70 odası, 4 süiti ve açık kapalı mekânlarında 90 kişiye yer sağlayan bir restoranı var.
CIA ajanı Henri Barkey ve arkadaşlarının darbe günü toplantı yaptıkları Splendid Palace otelinden bahsediyorum. Bu otel Kâzım Paşa’nın ölümünden sonra sırasıyla kızı Nazire Toköz’e, onun da ölümü ile Belma, Hatice ve eşi Nihat Hamamcıoğlu’na geçti. 1957 yılından bu yana da Hamamcıoğlu ailesi tarafından işletiliyor.
Hamamcıoğlu Müesseseleri Ticaret Türk AŞ İnsan Kaynakları ve İdare Müdürü emekli Albay Vedat Akgüner de bu otelden sorumlu kişi. Otelin bir müdürü var Ömer bey ama asıl sorumlu Vedat Akgüner. Aslen Erzurumlu olan Akgüner Kuleli Askeri Lisesi ve Kara Harp Okulu mezunu. Sıkı bir Ak Parti muhalifi, eski tüfek solcuların kurduğu Birleşik Haziran Hareketi sempatizanı, Erdoğan’ın Başkanlığına şiddetle karşı bir isim.
Otelde sık sık kalan bir iş adamının anlattıklarına göre binanın sonuncu katı sürekli “önemli” toplantılar için kapalı tutuluyor. İsraillilerin sık sık gelip kalmayı tercih ettikleri bir otel. Önceki yazımda da belirtmiştim, Kurtuluş Savaşı yıllarında İngiliz işgalci subayların kaldığı otel olarak biliniyor.
Bu yazı nereye varacak diye soranlara bitirirken hemen söyleyeyim:
Bir yere varacak değil, sadece size biraz tanıtayım istedim.
 
 
 
 
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp