Günümüz iktidarının hukuksuzlukları birbirine eklenerek sürmektedir. Ortaklıkları döneminde birlikte yaptıklarını ve yaptırdıklarını unutup “Haşhaşiler, paralel, Pensilvanyacı, darbeci” diye Gülen Cemaati'ne suçları yükleyerek kendilerini kurtarma çabaları, Anayasa'yı çiğneme sakınmazlığıyla (pervasızlığıyla) büyümektedir. Arapça “cüret” sözcüğünün dilimizdeki karşılığı “düşüncesiz, saygısız davranış”la anlatılacak bu tutum olağan sanılmaktadır.
Anayasa'nın 2. maddesinde “hukuk devleti”, 9. maddesinde “bağımsız mahkemeler..”, 11. maddesinde “anayasanın bağlayıcılığı”, 138-159. maddelerinde tüm yargı için bağımsızlık ve yansızlıkla yasama ve yürütme organlarının denetimiyle sonuçları öngörülen bir ülkede yürütme adına yargıya gözdağı verilmekte, ilgili kurumların ve kurulların iktidar yandaşlarından oluşması için çabalardan kaçınılmamaktadır. Adlarını anmayı sevmediğimiz kimi iktidar sözcüleri, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üye seçimlerinde kendilerinden yana olmayanların kazanması durumunda seçimleri tanımayacaklarını, gerekirse istedikleri sonucu almak için Anayasa ve yasa değişikliklerine gideceklerini açıklamıştır.
Sıkmabaşla (türban) ilgili Anayasa Mahkemesi'nin 1989/1 sayılı kararı yürürlükteyken yükseköğretimde siyasal aykırılıklarla serbest bırakmaları yetmiyormuş gibi ilkokullara indirgeyerek sıkmabaşlılarla açıkbaşlı öğrenciler ve öğretmenlerin arasında ve karşılıklı çıkacak olaylarla yabancılar gözardı edildiği gibi ulusal eğitimden dinsel eğitime geçişin sakıncalı kapısı açılmıştır. İktidar, korumakla görevli olduğu Anayasa'yı çiğnemekte, devlete darbelerine ulusal yapıya, geleceğe yönelik bağnazlık ve yobazlık darbelerine neden olmaktadır.
Okulların, Atatürk anıtlarının yakılıp yıkılmasına suskun kalan, asker ve polisin taşlanıp karalanmasını, Apo'lu posterlerle yürüyüşleri seyreden iktidar halkımızı dinle uyutup aldatma oyunlarına öncülük ediyor. AİHM kararına karşın okullarda zorlama sayılacak din dersi, mescit ve sıkmabaş, karma eğitime son, bunun kanıtı… Ortaokulda sıkmabaşın düşünce özgürlüğüyle hiçbir ilgisi yoktur.
Geriye dönüş
Çiçeği burnunda Cumhurbaşkanı'nın “Kindar ve dindar nesil yetiştirme” sözü yaşama geçirilen uygulamalarla gerçekleştirilmekte, iktidarlarını bilgisizlik, varsayım ve dogmalarla sürdürebilme ortamını hazırlamaktadırlar. Bilimin yerine inanç getirilmekte, ülkenin ufku karartılmaktadır. Karamsar olmayanlar bile umutsuzluktan söz etmektedirler.
Bağımsız olmayan yargı, yargı değildir. İktidar, suçladıklarını açıklayıp işlem başlatmalı, yoksa yargıyı suçlayıp karalamaktan, yandaş kurullar-kurumlar oluşturmaktan vazgeçmelidir. İktidarın sözlerine yargıdan, üniversiteden, muhalefetten, bağımsız medyadan yeterince karşı çıkılmamasının üzüntüsünü, yargıç ve savcılardan bir kişinin bile bu nedenle emekliliğini istememesi ağırlaştırmaktadır. Yeni Başbakan'ın “Türkiye'nin bütün renkleri yargıda
var” sözü yanlış ve sakıncalıdır.
İktidar baskısı ve zorlamalarıyla davranan görevliler, ileride, en çok pişman olacakların başında kendilerinin geleceğini bilmelidir. Gidişin sapkınlığıyla (ihanete) dönüşmemesi için hepimize büyük görevler ve sorumluluklar düşmektedir. 12 Eylül halkoylaması ile Anayasa'yla oynayan iktidarın şimdi tersine bir tutumla durumu daha kötüye götürme çabaları ilgilileri uyarmalıdır. İktidar, işlerine gelmeyen bir karar nedeniyle tüm yargıyı suçlamakta, kendine bağlı yargıyı ulusal istenç (millî irade) sömürüsüyle oluşturmayı geçerli saymaktadır. Adaletli olmayan devletin devlet olmadığı asla unutulmamalı, saltanat ve hilafet özlemcilerine olanak tanınmamalıdır. Yargı kurullarını yargıç ve savcılar seçmeli, siyasetçilere bu alanda yetki tanınmasına son verilmelidir. Asıl çözüm budur.
İktidarcıların (partili, işadamı, gazeteci-yazar, örgüt üyeleri, bilimsel sanlılar ve öbürleri) “Değişim, çözüm süreci, yeni Türkiye, demokrasi, özgürlük..” yalanlarına karşın ahlâk ve adalet çağrılarıyla karşı çıkılmalıdır. Yargıya güveni sarsmak en büyük kötülüklerden biridir. Söylenip yapılanlara ve inkârlara bakılınca (seçimleri tanımamak ve RTÜK örneğini önermek) “PES!..” demekten başka şey söylemeyi kendimize yakıştıramıyoruz.
“Ayıp” demekten zaten usandık.