İnsanların ve toplumların yaşamlarını değerli kılan, sevinç ve mutluluk duyuran güzel günler vardır. Yaşama gücünü dokuyan oluşumların bireysel-kişisel olanlarından daha değerlisi ve önemlisi ülke bağlamında, toplumsal, ulusal nitelikleriyle özgünleşenleridir. Türklerin ve Türkiye'nin tarihinde yurttaşları kıvandıran, gönendiren günlerden Nisan ayına rastlayanlar: 3 Nisan (1930) kadınlarımıza yerel seçimlerde seçme ve seçilme hakkının tanınması, 10 Nisan (1928) hukuksal düzenlemelerin dinsel gereklerden arındırılması, 15 Nisan (1931) Türk Tarih Kurumu'nun kurulması, 17 Nisan (1940) çağdaş toplumu gerçekleştirecek eğitim ocağı köy enstitülerinin açılması, 22 Nisan (1962) Anayasa Mahkemesi'nin kurulması, 25 Nisan'da ilk toplantısını yapması, 23 Nisan (1920) TBMM'nin açılmasıdır.
En önemlilerini seçtiğimiz bu güzel günlerin değerini bilmek ve unutmamak zorundayız. Ulusal varlığın, yurttaşlık bilincinin gereği olan bu özeni, insanlık niteliğinin bir koşulu olarak benimsemek erdemdir. Tarihsel yürüyüşün değerlendirilmesi, nerden nereye gelindiğinin ve nereye gidileceğinin belirlenmesi için bu günlerin anlamını iyi kavramak gerekir. İktidar kuklalarına aldırış etmeden.
23 Nisan
Mustafa Kemal'in gençliğinden beri düşünüp amaçladığı, Amasya Genelgesi, Erzurum ve Sivas Kongreleri'yle izlediği hukuk yollarından sonra ulusal egemenliğin kurumu TBMM'yi açtığı gündür. Demokrasiyi amaçlayarak kurduğu cumhuriyetin temeli o gün atılmış, adı 29 Ekim 1923'te konulmuştur. Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın hukuksal dayanağı 20 Ocak 1921 günlü, 85 no.lu Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nun 1. maddesini bugünün diliyle “Egemenlik bağımsız koşulsuz ulusundur. Yönetim, halkın geleceğini kendisinin belirlemesi temeline dayanır” içeriğiyle yazmıştır.
Bu kural 1923'te cumhuriyeti ilân eden Anayasa değişikliğinde, 1924, 1961 ve 1982 Anayasa'larında olduğu gibi benimsenmiştir. Egemenlik, yasama, yürütme ve yargı olarak tanımlanan devlet gücünün kaynağını ulusun oluşturması, Anayasa ile yetkili kılınan organların görevlerini ulus adına yerine getirmeleridir. “Millî hâkimiyet” olarak gündeme gelen ulusal egemenliğin seçimlerle, belirli bir süre için ve geçici olarak atanan temsilcileri “millî irade”yi, ulusal istenci yansıtır. ULUSAL İSTENÇ SÜRELİ, ULUSAL EGEMENLİK SÜREKLİDİR. Ulusa ilişkin yetkileri, egemenliği temsilcileri ancak kendilerine tanınan alanda kullanır, tümünü kullanamaz. Erkler-organlar arasında astlık, üstlük yoktur, eşitlikle işbölümü ve işbirliği anlayışıyla devleti temsil görevi, ulusa hizmet sorumluluğu vardır.
Günümüzde
Günümüzde siyasal iktidar, kendini ulusun tümü yerine koyarak, devlet gücünü kendisi için kullanıp Anayasa ve yargı karşıtlığına soyunarak eleştiri ötesi suçlamalar, hakarete varan saldırılarla egemenlik konusunda kendine tanınan sınırı aşmakta, bu yetkiyi kötüye kullanmaktadır. Yargı bağımsızlığı olmayan yerde adalet olmaz, adaletin olmadığı yerde de ulusal egemenlik olmaz. İNSANLIĞIN BATMAYAN GÜNEŞİ OLAN ADALETİ, hukuku yaşama geçiren yasalarla dağıtmak görevini yüklenmiş yargı organlarının başında Anayasa'ya bağlılığı ve saygıyı sağlayacak Anayasa Mahkemesi gelir. İptal edileceğini bildikleri düzenlemeleri bir günde gerçekleştirip yargı denetiminden kaçıran, kararların geriye yürümezliği ilkesinden yararlanıp bildiğini okuyan siyasal iktidarın işine gelmediği için “saygı duymadığını” söyleyip hukukdışı görüşlerle bu yanılgısını savunmaya çalıştığı bir ortamda yargı bağımsızlığı da, ulusal egemenlik de sözde kalmış demektir. Güçlünün baskı, gözdağı, dayatma ve kalkışmalarıyla adaleten çatışması hukuk devletinden uzaklaşmanın belirtisidir. Anayasa' nın 1-4. maddeleriyle milletvekili ve cumhurbaşkanları andlarına ilişkin 81. ve 103. maddeleriyle bağdaşmayan tutumlar ağır sorumluluk getiren kötü örneklerdir. Anayasa Mahkemesi'nin değerini herkes bilmeli, onu önce içindekiler korumalı, savunmalıdır. Hukuksuz demokrasi, demokrasisiz gerçek ulusal egemenlik olmaz.
Bugün ulusal egemenlik sözde kalmıştır. Polis devleti ağırlığı giderek yoğunlaşmaktadır. Parti, hattâ lider egemenliği vardır. Üstelik diktaya yönelen. Bir kez daha yineleyelim: Adalet, yalnız devletin değil, dünyanın temelidir. Ulusun adı söylenmediği ortamda egemenlik kimin, hangi ulusun olabilir? Gerçekçi olalım.