Kişiler içgüdüleri ya da yetişme düzenleri gereği sonradan kendilerinin de uygun bulmadığı, pişmanlık duyduğu davranışlarda bulunabilirler. Yanlışları, çoğu zaman, doğru sanarak yaparız. Yanlış olduğunu bilsek yapmayız. Yaradılıştan kaynaklanan, genetik (kalıtımsal) eğilimler insanı yönlendirir. Eğitimle başaçıkmaya çalışılan olumsuz yönelişlerin çoğu, çocukluk ve gençlik yıllarına ilişkindir. Olgunluk çağında bile insanların üzüntü duydukları durumları olabilir.
Düşündüğümüz ve istediğimiz gibi yaşadığımızı savunamayız. İstediği öğrenimi yapan, istediği işte çalışan, istedikleriyle birliktelik oluşturan, öngördüğü ve özlediği olanakları edinen kimselerin yanında bunlara kavuşamayan çok kimse vardır. Biz, yürüdüğümüz her yolu kendi çizenlerden değiliz. Zamanın koşulları ölçüsünde eğitim almış, yapısına uygun konumları seçmiş, yararlı olmak için elinden gelenleri yapmaya çalışanlardanız.
Emeklilik günlerimi, ulusumuzun ve ülkemizin esenliği için çabalara özgüledim, adadım. Hiçbir konum, kazanım beklentim ve gereksinimim yok. SÖZCÜ gazetesinde, konuk yazar olarak, tam bir bağımsızlıkla görüşlerimi okurlarımızın ilgisine sunuyorum. Yazılarıma kimse karışmıyor. Hiçbir uyarı, anımsatma, istek almıyorum. Özgürce yazıyorum. Bu erinç (huzur) ortamı, yazım gücümü korumayı, artırmayı sağlıyor.
Ama her şeyi yazamıyorum. Her şeyi söylemek, her sözcüğü kullanmak uygun olmuyor. Gelişi güzel davranmayı kendime yakıştıramıyorum. Yakınlarımı, çevremi, arkadaşlarımı, önceki görev yerlerimi düşünüp onları üzecek, onlara söz getirecek değinmelerden, durumlardan özenle kaçınıyorum.
Eleştiri
Eleştiri en iyi yol göstericidir. Özeleştiri, kişinin kendini denetlemesi, kendine hesap vermesidir. Yazılarımın uzun olduğuna ilişkin eleştirilere ben de katılıyorum. “Kısa olsa daha çok okunur” diyorlar. Okunmadıktan sonra neye yarar? Ancak, her gün yazmadığım için, araya giren günlerin olaylarına değinmezsem, beklendiğini sandığım görüşümü açıklamazsam ilgisizlikle, yetersizlikle suçlanmayı, kınanmayı çekinmeye verilmesini istemiyorum.
Ayrıca, bir köşede yazıyorum ama “fıkra” (kısa yazı) değil, “makale” (uzun yazı) yazıyorum. Kırkbeş yıla yakın bir süre, gerekenleri kapsayacak biçimde, ayrıntılı, doyurucu dilekçe ve karar yazma alışkanlığından da kolay kolay kurtulunmuyor.
Bir gerçeği de göz ardı etmeyelim. Ülkemizde her gün o kadar çok olay yaşanıyor ki ister istemez yazıyı şişiriyor. İşte bu nedenlerle yazılarım istemesem de uzuyor. Lütfen hoşgörünüz, bağışlayınız. Kusura bakmayınız.
İçimden geldiği gibi, bilgiçlik taslamadan yazıyorum. Okurlarımızın başını ağrıtmak istemem. Ancak bu kadar becerebiliyorum.
Başka yerde yazılarımdan çıkarmalar, başlık değiştirmeleri, daha fazla dizgi yanlışı oluyordu. SÖZCÜ'de okurlarımızın hemen ayırdında olacağı kimi dizgi yanlışlarından başka bir olumsuzluk yok. Daktilo ile yazıp göndermekle güçlük çıkardığım için üzgünüm. Bana ulaşan iletileri de yansız bırakmamaya çaba gösteriyorum.
Yakında yazı günlerimi haftada bire-ikiye indirecek, hem de yazılarımı kısaltacağım. Bir gün de vedâ edeceğim. Her şey bir anı olarak kalacak. Yeter ki ananlar olsun.
BİLGİ NOTU
11 Eylül günlü “BÜYÜK TEHLİKE” başlıklı yazımızda düşen şu tümceyi buraya alıyoruz:
Vesayet rüşveti sayılabilecek aylık artışlarını görevliler içlerine sindirecek vicdanlarına sığdıracak mı? Karşı çıkacak, “hayır” diyecekler olamayacak mı?