Top
10/02/2024

Bir Rachel Carson’umuz bile olmadı...

“Bir milyonda bir, çok küçük bir miktar gibi gelebilir ve de öyledir fakat bazı maddeler öylesine zehirlidir ki, küçük bir miktar bile vücutta büyük değişiklikler yapabilir...

Çünkü bu küçük miktardaki haşere ilaçları vücutta depolanır ve çok uzun sürede dışarı atılır, karaciğer ve diğer organlarda meydana getirdiği kronik zehirlenme ve bozucu değişikliklerin yarattığı tehdit yakıcı bir gerçektir...”.

Bu okuduklarınızı:

Rachel Carson’un, küçük böcekleri öldürmek için askerlerde ve tarımda da kullanılan DDT (dichlorodifeniltrichloroetane) üzerinde yaptığı araştırmadan sonra yazdığı:

1962’de yayımlanan “Sessiz Bahar” isimli kitabından alıntıladım...

Dönemin ABD Başkanı John F. Kennedy, kitabı okuduktan sonra araştırma yapılmasını ve...

DDT’nin insan, hayvan ve tarımda kullanılmasının yasaklanmasını istemişti...

Kennedy’nin 1963 yılında öldürülmesinden sonra gelen başkanlar konuyla hiç ilgilenmedi...

Sadece “Özgür Kapitalist Dünyanın Lideri” olarak tanımlanan ABD’de değil...

Diğer Özgür Kapitalist Dünya ülkelerinde de DDT ile ilgilenen pek olmadı...

1968’de...

Demirperde (Komünist Blok) ülkelerinden olan Macaristan, DDT’yi yasaklayan ilk ülke oldu...

Bizde ise yasak ancak:

1987’de akla geldi...

Ne var ki son 21 yıldır iktidar; çevrenin değerini unuttu...

2013’te çevrecilerin başlattığı Gezi Parkı protestolarını:

“Hükümeti devirmeye yönelik isyan” olarak tanımladı...

Çevreci Osman Kavala ve pek çok aydını:

“Anayasayı ihlal, hükümeti ayaklanmayla düşürmeye teşebbüs” suçlamasıyla hapse attı...

Halen hapisteler...

Gezi Parkı protestocularından biri olan Can Atalay ise:

Milletvekili olduğu halde tahliye edilmiyor...

Hem de...

AYM’nin lehinde:

“Hak ihlali kararı” vermesine rağmen...

İşin daha da kötüsü:

İktidar, çevrecilere ne kadar düşmansa...

Muhalefet de bu konuda o kadar duyarsız...

Oysa...

“Sessiz Bahar” kitabının yazarı Rachel Carson; kitabı yayımlandıktan sonra...

Tüm ülkelerin iktidarlarını bu sözde ilâç konusunda uyarırken şöyle diyordu:

“Temiz su, hava ve toprak, hayatın temeli olduğundan, çevre, muhtemelen en politik meseledir...”.

Siyaset dünyamızda bir Rachel Carson’umuz bile olmadı...

Olanları da:

Hapiste çürütüyoruz...

TEK DÜNYA ŞEHRİ

Sultan Abdülaziz, 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu döneminde Avrupa’yı görmüş, gezmiş ilk ve tek padişah...

47 gün; Fransa, Belçika, Avusturya ve İngiltere’yi dolaştı...

Ama...

Padişah ordusuz ilk kez Avrupa seferine çıkarken...

Ulema uyardı:

Abdülaziz sadece padişah değil aynı zamanda da halifeydi...

Gâvur topraklarına ayak basması günahtı...

İslâmiyet o zamanlarda henüz “zorlaştırmayın, kolaylaştırın” hadisine uyulduğu dönemini yaşadığı için...

Ona da bir çare bulundu...

Padişah’ın ayakkabılarının tabanı açıldı, içine İstanbul toprağı serildi...

Böylece...

Nereye giderse gitsin:

İslam toprağına basması sağlanmış oldu...

Yani canlarım...

Abdülaziz’in ayakkabılarının içindeki toprak sayesinde İstanbul, toprağıyla:

Avrupa’nın birçok köşesini gezmiş:

Tek dünya şehri oldu...

REİS’İN SÖYLEMİ

Reis, miting meydanına zırhlı araç ve yüzlerce korumayla geldi...

Aracının geçtiği yol trafiğe kapatılmış, yaşlı başlı yurttaşlar 2 km yolu yürümek zorunda kalmışlardı...

Ve Reis kürsüye çıktı:

“Biziiimmmm, Allah’tan başkaaaaa kimsedennnn, neyimiz yoktuuurr?.. Korkumuz yoktur...”.

Bi güldüm bi güldüm...

Değerli dostum Ömür Göksel’den dinlediğim Özdemir Erdoğan’la ilgili bir anekdotu hatırladım...

Özdemir Erdoğan, Büyükada Büyük Kulüp’te sahneye çıkacak...

Hava kararmak üzereyken mekâna geliyor...

Kulüp müdürüne:

“Prensip olarak ücretimi almadan sahneye çıkmıyorum” diyor...

Müdür, kasada nakit para olmadığını ancak hesapları aldıktan sonra ödeyebileceğini söylüyor...

Erdoğan:

“Prensip kararı” diyor ve gitmeye hazırlanıyor...

Müdür, sağdan, soldan oradan buradan Erdoğan’a ödeyeceği yevmiyeyi denkleştirip ödüyor...

Erdoğan sahneye çıkıyor...

İlk şarkısı:

“Paranın ne önemi var, mühim olan insanlık...”.

Ne dersiniz?..

Reis’in söylemine benzemiyor mu?..

TEORİSYEN PRATİSYEN FARKI

Bir akademisyen ortopedi profesörü, bir akademisyen dahiliyeci ve sıradan bir arkadaşları caddede yürüyerek sohbet ediyorlar...

Az sonra, ileride bir adamın öne doğru eğilmiş ve iki bacağını yanlara açmış olarak yürüdüğünü fark ediyorlar...

Akademisyen ortopedi profesörü:

“Omuriliğinde eğrilik var” diyor...

Akademisyen dahiliyeci:

“Bence bel fıtığı” diye itiraz ediyor...

Sıradan bir yurttaş olan üçüncüsü:

“İkiniz de yanılıyorsunuz; bu adam gaz geldi sanıp bağırsaklarını özgür bırakmış” iddiasında bulununca...

“Gidip soralım” diyorlar ve:

“Neden böyle yürüyorsun?” diye soruyorlar...

Adam:

“Gaz sandıydım ama...” diye başlayıp devamında başına gelenleri anlatıyor...

İki akademisyen, doğru tahmin eden arkadaşlarına bunu nasıl başardığını soruyorlar:

“Geçenlerde ben de gaz sanmıştım ve aynen bu arkadaşın yürüdüğü gibi yürümüştüm” cevabını alıyorlar...

Merkez Bankası’nın Yeni Başkanı Fatih Karahan’ı ve yardımcısı Prof. Cevdet Akçay’ı ilk kez dinledim...

Kanaatime göre:

Karahan, fıkradaki akademisyen ortopedist ya da akademisyen dahiliyeci...

Akçay ise:

Sıradan yurttaş...

YARIŞ BİTMİŞ OLACAK

Günümüz iktidar partililerin öyle bir din anlayışları var ki...

Hiçbir şeyi kolaylaştırmayıp aksine:

Zorlaştırıyorlar...

Kinlerini:

Bütün çağdaş değerlerin önüne geçiriyor...

Ülkeyi yönetenleri:

İleri değil...

Sürekli arkaya bakarak koşan bir bayrak yarışçısına:

Dönüştürüyor...

Ülkeyi, arkalarına bakarak koşanlar yönettiği için...

Bir süre sonra arkalarına baktıklarında...

Arkalarında koşan kimsenin kalmadığını...

Yarışın çoktan bittiğini görecekler...

Günün sözü

“Biz doğayı korudukça doğa da bizi korur, yarının doğası bugünden yaratılır...”.

Atatürk

NE ZAMAN FARK EDECEĞİZ?..

Eski dışişleri bakanlarımızdan ve başbakanlarımızdan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, geleneksel muhafazakârlığın...

Ya da bir başka deyişle...

Türk sağının:

Ülkeyi taşıyamadığını...

Taşıyamayacağını söylüyor...

Bugünkü Türk muhafazakârlığının:

Evrensel değerleri kapsayıcı bir niteliğe bürünme gerekliliğinden söz ediyor...

Mevcut “Muhafazakâr iktidarın”:

Otorite, özgür irade ve devlet anlayışının...

Sorgulanması gerektiğinden bahsediyor...

Ayrıca...

Mevcut sağın içindeki “örgütlenmiş riyakâr ahlakçılığa” dikkat çekip:

Muhafazakâr mahallenin önünde iki yol kaldığını hatırlatıyor:

Ya dışlayıcı kimlik kurgusuna dayalı muhafazakârlık...

Veya...

Ötekini de kapsayan evrensel değerleri de birbirleriyle harç etmiş bir muhafazakârlık öneriyor...

Ki Davutoğlu buna:

“Çoğulcu muhafazakârlık” diyor...

Merkez Türk sağı ve merkez Türk solu ise:

“Ama sen dışişleri bakanı iken ‘Emevî camiinde Cuma namazı kılacağız’ dedin” diyerek onun dünüyle kavga edip: Bugününü ve yarınla ilgili temennilerini:

Görmezden geliyor...

Sahi...

Biz Türkler...

Yanlış olanın tutuculuk olduğunu...

Muhafazakârlığın ise aynı zamanda:

Mevcut idarî ve siyasî değerlerin de korunması demek olduğunu:

Ne zaman fark edeceğiz?..

GÜNÜN ŞİİRİ

 

 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp