Top
31/05/2013

21. yüzyılda Türkiye’nin içler acısı hali

Sevgili okuyucularım, ülkemizin bu kafaların elinde ne durumlara düşürüldüğüne hep birlikte tanık oluyoruz.
Korkunç bir polis devleti kuruldu, Türk Ordusu piyasadan çekildi, saygınlığını yitirdi. Necdet Bey'in bu eserini de gururla (!) izlemekteyiz.
İstanbul'un Taksim Meydanı'nda gezi alanı olan büyük park, bu kentin nefes alma yeri… Başka bir deyişle akciğerleri.
Tayyip kafası şimdi burasını yıkıyor, yüz yıllık ağaçlar kökünden kesiliyor. Bu arazide eskiden Topçu Kışlası vardı. Tarihimizde 31 Mart (1909) irtica ayaklanması olarak bilinen acı olayı bilirsiniz.
Meşrutiyet rejimine karşı ayaklanan çember sakallı-sarıklı yobazlar İstanbul'u ele geçirmiş, önlerine çıkan “Mekteplileri” öldürüyordu. O kanlı olayda isyancı yobazlar bu kışlayı karargah yapmıştı. İstanbul yobazların eline geçmişti. Selanik'ten İstanbul'a getirilen Hareket Ordusu isyanı bastırdı.
Asilerin son sığınma yeri işte bu Topçu Kışlası'ydı. Hareket Ordusu bu kışlayı top ateşine tuttu ve yıktı. Günler boyu süren çarpışmalar sonrasında kışla ele geçirildi, isyan sona erdi.
Bu kışla, Tayyip kafası açısından bakıldığında kutsaldır… Çünkü bir zamanlar irticanın simgesi olmuştur.
İşte bu yüzden şimdi Taksim Gezisi'ne el attılar. Buraya o meşhur Topçu Kışlası'nı yeniden yapacaklar. İşe ağaçları keserek başladılar.
Toplum protesto ediyor. Dün sabah saat 05'te polis aynı alanı bastı ve insanları biber gazıyla yine mahvetti.
Bu gezi alanı şimdi hem yandaşlara peşkeş çekilecek, hem de 31 Mart'ın irtica merkezi
yeniden inşa edilecek. İşin içyüzü budur, bilinmesinde yarar vardır.

* * *

Üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim adını verdiler. Güncel olaylara tamamen uygun!
Yavuz, Suriye fatihi! (İnşallah yakında Tayyip de başımıza Suriye fatihi kesilecek!)
İkincisi, Yavuz Mısır'ı işgal etti ve İslamların Halifesi unvanını Memluk sultanlarından kılıç zoruyla aldı.
Anadolu'da ne kadar Alevi varsa hepsinin kellesini kestirdi. Köprüye onun ismini vermek Alevi yurttaşlarımıza yapılan en büyük hakarettir.
Sonraki yıllarda halifelik padişahlarda babadan miras kaldı. Her padişah aynı zamanda İslamların halifesi idi!
İçkici, fuhuşçu, oğlancı, rüşvetçi, gününü haremde cariyelerle geçiren, bazılarının 85 çocuğu olan, evlatlarını ve kendisine rakip olmasınlar diye kardeşlerini boğduran padişahlar bile bu unvanı taşıdı!
Halife!
Padişahlık ve halifelik unvanını birlikte taşıyan son şahıs olan hain Vahdettin, Milli Mücadele'yi Türk Ordusu kazanınca İstanbul'daki İngiliz işgal komutanlığına başvurdu ve kendisini yurt dışına kaçırmalarını istedi… Ve
İngilizlerin Malaya zırhlısıyla Malta adasına kaçtı.
İslam dünyasının halifesi olan ve sonunda Hıristiyanlara sığınan şahıs işte böyle bir
alçaktı.
Halifelik kurumu işte böyle yozlaşmıştı.
Ben Abdullah-Tayyip ikilisinin yerinde olsaydım, temeli atılan köprüye daha güncel bir isim
koymayı düşünürdüm. Ne gibi?
Örneğin…
“Abdullah-Fethullah” köprüsü çok uygun olurdu.
Kafiyesi bile kulağa hoş geliyor.
Zaten Türkiye'yi biri İmralı'dan, öteki ABD'den yönetiyor.
AKP gücünü onlardan alıyor. Ne de olsa köprüde onların da emeği ve hizmeti var!

* * *

Dün bizim gazetenin manşetinde gördünüz. 1995 yılında Erbakan hocasının İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Tayyip o sırada şöyle diyordu:
“Üçüncü köprü İstanbul için bir cinayettir. Kuzeydeki yeşil alanların imara açılarak
katledilmesinden başka bir şey değildir. İstanbul'un silüetini değiştirir. Böyle bir teşebbüs
İstanbul'un çağdaş kentleşmesi ve şehir için ulaşım sistemi için ölümcül sonuçlar doğurur.
İnşallah bu cinayet bitmeden hükümet (Çiller hükümeti) değişir.”
Şimdi Tayyip'e sorsak…
“Yaa arkadaş, sen geçmişte böyle diyordun. Aradan geçen yıllarda ne değişti de bu
cinayeti kendin işliyorsun?..”
Vereceği yanıt bellidir:
“Ben karakolda doğru söyler mahkemede şaşarım.”

* * *

Aslında ülke yönetiminde bazı “İnce işler” olduğunu unutmayalım!
Köprünün temel atma töreninde Hayrünnisa-Emine ikilisini kol kola ve barışmış olarak görmek doğrusu çok hoştu!
Abdullah-Tayyip ikilisi üçüncü köprünün adı bile henüz yokken belki de şöyle düşünmüş olabilirler:
“Yani bizim bu ikisini barıştırmamız, aralarındaki rekabeti ortadan kaldırmamız gerek. Bu iş öyle basit bir ortamda olmaz. Medyaya fotoğrafların falan servis edilmesi lazım! En iyisi
İstanbul'a bir köprü daha yapalım, ikisini de medyanın önüne böyle bir törende çıkaralım!”
Tamam da, onlar her küstüğünde bir köprü yapmak bize çok pahalıya gelir.

* * *

Tayyip önceki gün bir konuştu pir konuştu! Getirdiği içki yasaklarından söz ederken şöyle dedi:
“İki tane ayyaşın yaptığı yasa sizin için muteber oluyor da, inancın (Kuran'ın) emrettiği
gerçek niçin reddediliyor?”
“Ayyaş” olarak tanımladığı ilk kişinin Atatürk olduğu belliydi.
İkincisinin İsmet İnönü olduğu dün ortaya çıktı.
Meclis'te 1920 yılında kabul edilen içki yasağı yasası yürümemiş ve 1926 yılında çıkarılan yeni bir yasa ile iptal edilmişti.
O sırada Cumhurbaşkanı Atatürk, Başbakan İnönü idi.
İki ayyaş!
Sözünün eri olmadığı, ağzından çıkanı kulağı duymadığı için Tayyip bu “Ayyaşların” kim olduğunu açıklamaktan korktu.
Gelen tepkiler çok yoğundu… Çünkü Cumhuriyet'in iki kurucusuna açıkça hakaret etmişti…
Tayyip‘in avukatlığına bu kez AKP Genel Başkan Yardımcısı ve parti sözcüsü Hüseyin Çelik soyunmak zorunda kaldı:
“Tamamen sözün gelişi olarak söylenmiş bir sözdür. Ahmet'i Mehmet'i, şu veya bu şahsı, A veya B devlet adamını kastederek söylenmiş bir söz değildir. Sözün gelişi söylenmiştir.”
Bugünkü yazımda sizlere birkaç örnek verdim.
21. yüzyıl Türkiyesi işte bu kafalar tarafından yönetiliyor.

* * *

Emin Çölaşan'ın notu 1: Tayyip zahmete girip Demirel'e başsağlığı dilemeye gitmedi… Çünkü ondan nefret eder. Bu bir insanlık ayıbıdır. Reyhanlı'ya da iki hafta sonra gitmişti. Belki iki hafta sonra Demirel'e uğrayacaktır.
Emin Çölaşan'ın notu 2: Özel yetkili mahkeme Balyoz davasında inanılmaz hapis cezaları yağdırdı. Dosyalar şimdi Yargıtay'da inceleniyor. Bu davanın 47 avukatı, ceza hukukçusu Prof. Dr. Duygun Yarsuvat önderliğinde örgütlenip savunmaları kitap yaptılar. Kitap sadece 500 adet basılmış ve piyasada satılmıyor.
Bu kitabı baştan sona okudum ve böylesine bir davanın nasıl sürdürüldüğünü, kararların nasıl verildiğini somut belgelerden bir kez daha gördüm ve yargı adına utandım.
Tanıklar dinlenmiyor, dijital belgeler düzmece, imzasız ve hayali, dinlenen tanıkların lehte olan ifadeleri ve sanıkların savunmaları kararda yer almıyor.
Yargıtay 9. Ceza Dairesi bu konuda çok önemli bir sınav verecek. Yargı artık siyasi iktidarın elinde. Karardan hiç kimse fazla umutlu değil ama bu savunmaların dikkatle okunması gerekiyor.
Bakalım konu siyasetle mi, yoksa adalet ve hukukla mı karara bağlanacak.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp