Top
29/12/2012

Verenden Allah razı olsun!

Sevgili okuyucularım, yazıma dün aldığım bir okuyucu mektubu ile başlamak istiyorum.
“Sayın Emin Bey, ben Mehmet Şimşek. Ama beni Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'le karıştırmayın. O başka, ben başka.
O Mehmet'lerin her ay binlerce liralık geliri vardır. Ben ise asgari ücretle çalışan karnı aç Mehmet Şimşek. Bir temizlik şirketinde çalışan garibanım. Şirketin adı ……. Hastane temizliği yapan taşeron firmanın elemanıyım. (Okuyucum firmanın ve hastanenin isimlerini yazmış ama vermiyorum.) Günde 10 saat eşekler gibi çalışırız. En pis ve mikroplu yerleri biz temizleriz. Öğle yemeği arası yarım saattir, simitle karın doyururuz. Bir çayın bile parasını düşünürüz. 50 kuruştur.
Evim gecekondu ve kirada. Çok sevdiğim bir eşim ve ellerinden öper iki küçük yavrum var. Eşim evde yavrulara bakar, evimize giren başka bir para yoktur.
Şimdi bizim askeri (asgari olacak)
ücrete zam yaptılar, elime geçen para 774 lira olacakmış. Ben işe gidip gelirken yol parası veriyorum.
Gecekonduya ayda 200 lira kira veriyorum. Kış geldi, odun kömür
alınamıyor. Biz evde ne yiyoruz diye hiç kimse merak etmiyor. Kadınımın elleri parçalanıyor, yavrularım aç kalıyor, bize ayda bu parayı reva görüyorlar.
Emin Bey dahası var. Bizim şirket bizi her yıl işten çıkarıyor, sonra eğer alırsa tekrar geri alıyor. Yani kıdem tazminatı vermemek için her yılda bir girdi çıktı oluyoruz. Elimizden işe yeni girmiş gibi gösterip istifa alıyorlar ki tazminat ödemesinler. Beş yıldır çalışıyorum, kıdem tazminatım sıfır.
Sizin gazete hastaneye gelir, doktor hocalarımızdan ve hemşire bacılardan alıp
otlanırım. Size bunları yazdım, rahatsız ettiysem çok özür dilerim ama gerçekler budur.
Bizi bu duruma düşürenlerin ve alay eder gibi zam verenlerin Allah'tan bulmasını dilerim.”

* * *

Okuyucum Mehmet Şimşek içini dökmüş, ben yazıyorum. İstediğim kadar yazayım,
değişen bir şey olmayacak.
Türkiye'de asgari ücretle çalışmak zorunda bırakılan dört ile beş milyon kişi var. Kesin rakamı veremiyorum çünkü açıklanmış bir resmi rakam yok. Bazı kaynaklar dört diyor, bazıları beş.
Bunlar aileleriyle birlikte en az 20 milyon kişi.
Özel sektörde çalışanların yüzde 45'i asgari ücretli.
Bu yıl asgari ücret net 739 Törkiş lira idi.
Asgari ücrete yılda iki kez zam yapılıyor. Biri yılbaşında, ikincisi temmuz ayında.
Şimdi yılbaşı zammı yapıldı ve 774 Törkiş lira oldu. Başka bir deyişle, sayın hükümetimiz bu dört-beş milyon kişiye ayda 35 lira zam yaptı.
İyi para yani! Günde bir simit
fazladan yerler, ya da ayda bir kilo et alırlar!
Daha ne olsun! Atalarımız ne güzel söylemiş:
Boşan da semerini ye!

* * *

Belki merak etmişsinizdir ve sorarsınız:
“Yaaa kardeşim, bu asgari ücretin kaç para olacağını kim belirliyor?”
Onu da hemen anlatayım. Adı Asgari Ücret Tesbit Komisyonu olan bir yer var. Bu komisyon 15 kişiden oluşuyor, başkanı Çalışma Bakanı.
Beş kişi hükümetten, beş kişi TİSK'ten. (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu.) Geri kalan beş kişi ise Türk-İş'ten, yani güya işçi kesiminden.
Yani çoğunluk hükümet ve işverenlerde. Onların dediği olur.
Peki bu ortamda Türk-İş ne yapar? Sessiz, sakin, tepkisiz, sinik, korkak, iş alemindeki sömürü çarkına ve işçi haklarına duyarsız Türk-İş, orada göstermelik olarak bulunur. Asgari ücretin daha yüksek olması gerektiğini haklı rakamlarla savunur ama kimse takmaz… Çünkü çoğunluk hükümet-işveren ortaklığındadır.
Asgari ücreti mümkün olduğunca düşük tutup sömürü çarkını daha iyi çevirmek hem devletin, hem de işveren kesiminin işine gelir. Devlet bütçe tasarrufunu bu yolla, kendi
kurumlarında çalışan yüz binlerce asgari ücretliyi sömürerek sağlar.
İşverenin işi zaten budur! Çoğu işveren emek sömürüsünün ustasıdır.

* * *

Söz asgari ücretten açılmışken, size son komediyi de anlatmam gerek! Komisyon günlerce toplandı, herkes aynı masalları okudu. Sonrası kamuoyuna şöyle duyuruldu:
“Hükümet aslında yüzde üç zam yapmaya kararlıydı. Ancak “Sayın Başbakanımız” son kararı kendisi vermek isteyince, bütün rakamlar ona gönderildi.
“Sayın Başbakanımız” durumu inceledi ve zammın biraz daha yüksek tutulmasını istedi. Bu durumda zam, yüzde dört olarak belirlenmiş oldu!”
Allah razı olsun!
Sinekten yağ çıkarıp Tayyip propagandası yapmaya kalkışanlar, bu olayı bile ona bağlamaktan utanmadılar.
Sevgili okuyucularım, çok ilginç bir ülkede yaşıyoruz. Bir yıl boyunca 739 liraya talim ettirilen, şimdi maaşları ayda 35 liralık zamla 774 liraya yükseltilen milyonlarca
asgari ücretlinin çoğu, hiç kuşkum yok ki seçimlerde AKP'ye oy verdi.
Onlar, kendilerine layık görülen 739 liranın, AKP'li muhteremlerin bir akşam yemeği
bedeli olduğunu düşünme zahmetine katlansalardı, sonuç belki biraz daha farklı olurdu!
İnsanoğlu çıkarlarının nerede olduğunu göremeyince, işte böyle oluyor.
Bu da acı bir Türkiye gerçeğidir, iyi bilelim!
Asgari ücretli okuyucum temizlikçi Mehmet Şimşek, senin gibi düşünenlerin çoğalmasını dilerim.

Yerseniz!

Yaaa abicim, burası Türkiye, burada mizah malzemesi çok! Her gün nice kara mizaha tanık oluyoruz.
Şimdi bakınız, bir süre önce ODTÜ'de bir tören yapıldı.
Tayyip geldi, protesto edildi. O gün Çin bizim Göktürk uydusunu uzaya fırlatacak, bizim protokol de seyredecekti.
Tören yarım yamalak yapıldı ve bitti.
Ancak ortaya bir kara mizah çıktı. Çankaya'da oturmakta olan Bay Abdullah Gül'ü törene davet etmemişlerdi! Herkes vardı ama “Kardeşim Abdullah” yoktu. Bu nasıl işti!
Bu skandal kendisine soruldu, şöyle dedi:
“Kasıt aramamak gerekir. Yanlışlık olmuştur.”
Şimdi başkanlık yarışında
Tayyip'in karşısına çıkacak ya, sürekli olarak iyi polis-uysal polis rolü oynuyor, yumuşak gidip anlayışlı davranmaya çalışıyor.
Skandal Tayyip'e soruldu, şöyle dedi:
“Davetli listesini biz hazırlamadık. TÜBİTAK hazırladı.”
Kabahat samur kürk olmuş, kimse üzerine almamış!
Elbette ki “O benim başkanlıkta rakibim olacak. Küçük bir numara yaptık, gerektiğinde kendisini nasıl yok sayacağımızı gösterdik. Küçük bir ders verip burnunu sürttük” diyecek
değildi.

* * *

Gazeteci arkadaşım Murat Çelik bu konuyu dün TÜBİTAK'ın bağlı olduğu Sanayi Bakanı Nihat Ergün'e sormuş. Yanıt muhteşem:
“Ayıp oldu. Biz de üzüldük ve mahçup olduk. Kasıt yok ama büyük bir ihmal.”
Murat olayı TÜBİTAK açısından biraz daha kurcalayınca, kurum yetkilileri şöyle anlatmış:
“Uydunun fırlatılma tarihi birkaç kez ertelenmiş. Kesin tarih törenden üç gün önce netleşmiş… Ve bu yüzden, o sıkışıklıkta TÜBİTAK, Abdullah Beyefendiyi çağırmayı unutmuş!..”
TÜBİTAK'ın bu açıklaması tamamen palavra.
Yerseniz!
Beni çağıracak olsalar eyvallah, unutmaları normaldir! Niçin ötekileri unutmuyor da, sadece Çankaya'da oturanı unutuyor?.. Çünkü o artık Tayyip'in rakibi.
Tören üç gün önce kesinleşmiş! Yahu sizin elinizde bir daveti Çankaya'ya iletecek
bilgisayar, e-posta, faks, hatta telefon yok mu? Dağ başında mı yaşıyorsunuz? Ne biçim bilim ve araştırma kurumusunuz siz!
Aralarında hırgür var, onu böyle palavralarla, yalan dolanla örtbas etmeye kalkışıyorlar.
Ayıptır yahu, kime yutturuyorsunuz?

* * *

Emin Çölaşan'ın notu:
Oda tv davasında yargılanan, baş eğmeyen gazeteci arkadaşımız Soner Yalçın, 682 gün hapis yattıktan sonra tahliye edildi. O 682 günün, o haksızlığın hesabını şimdi kim verecek?
Darısı iki tutuklu Hanefi Avcı ile Yalçın Küçük abimizin başına.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp