Top
29/10/2023

Cumhuriyet’in 100. yılında geçmişi unutmayalım

SEVGİLİ okurlarım çok önemli bir gündeyiz ama bizi yöneten kafalar böyle bir güne verilmesi gereken önemi ne yazık ki veremediler.

Oysa yakın tarihimize bakıldığında bu süreç çok zahmetli olmuş, nice badireler atlatmıştık.

Hele Osmanlı döneminde neler yaşadık, nasıl ihanetlere uğrayıp arkadan vurulduk, hepsi tarihin belleğine aktarılmış durumda.

Cumhuriyet'in 100. yılında yazılabilecek yüzlerce konu var.

Hangisini hazırlamalı, neye göre hazırlamalı? Zira bu 100 yılın her dakikası ve öncesi Türkiye açısından çoğu zor ve acı olaylarla dolu.

Temeldeki zorluk çürümüş bir imparatorluktan devralınan enkaz. Bu günlere kolay gelmedik, işte size yaşadığımız belalardan ve özellikle de bir zamanlar ‘bizim' olan Ortadoğu'dan birkaç örnek…

★★★

Bugün sizlere Şam'da 4. Ordu Komutanı olarak bulunan astığı astık kestiği kestik Cemal Paşa'nın sağ kolu, emir subayı olarak görev yapmış olan gazeteci yazar Falih Rıfkı Atay'ın Zeytindağı isimli kitabından bazı anılara yer vermekle yetineceğim. (Bu kitap piyasada var, mutlaka okunmalıdır.)

Falih Rıfkı Atay

Falih Rıfkı yeni Türk Devleti kurulduktan sonra Atatürk'ün en güvendiği gazetecilerden biri olarak en yakın çevresinde bulundu.

Zeytindağı özellikle Birinci Dünya Savaşı yıllarında nasıl acınacak durumlara düşüp çökmüş olduğumuzun bir belgeseli.

Osmanlı koskoca bir imparatorluktu ama zamanla hasta adam oldu, işgallere uğradı ve sonunda yıkıldı gitti.

Osmanlı sözüm ona imparatorluktu ama bunu bile beceremedi.

Kılıç zoruyla üç kıtada ülkeler ele geçirdi ama oraları hiçbir zaman ‘Vatan' yapamadı.

Falih Rıfkı Atay kitabında o sürecin Suriye, Filistin, Lübnan ve Arabistan boyutlarını, din kardeşlerimizin başımıza nasıl bela olduğunu anlatıyor…

Ve güzel ve doğru yargıya varıyor:

“O yıllarda bir Mustafa Kemal yüzyıl sonrası için bile hayaldi… Fantezi romanlarında bile yeri yoktu.”

★★★

Osmanlı döneminden (kitapta yer alan) bazı bölümleri sizlere kısaca, biraz da özetleyerek aktarıyorum ki o yıllarda içine düşmüş olduğumuz rezillikler bir kez daha okunsun ve bilinsin.

Cumhuriyet'e giden yol uzun, zahmetli ve akla hayale gelmeyecek engellerle dolu idi.  Osmanlı maddi ve manevi her anlamda çökmüştü.

Başımızda kapitülasyon belası vardı.

Kendi geçmişini bilmeyen cahiller Cumhuriyet'in 100. yılını hafife almayı sürdürsün!..

Şimdi söz Falih Rıfkı Atay'da…

Sadrazam ve Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa'yı (1913 yılında) suikast sonucunda öldüren Kavaklı Mustafa memleketten kaçmayı başarmıştı. Eceli mi ayağına dolandı, ne idi, bu katil bir Rus vapuruna binmiş, Romanya'ya gitmek üzere İstanbul'dan geçiyordu.

Osmanlı Devleti'nin yabancı sancağını taşıyan vapurdan hiç kimseyi almaya hakkı yoktu. İttihatçılar, Polis Müdürü Azmi Bey'in cüretine başvurdular. Azmi Bey, bir kolayını bularak Kavaklı Mustafa'yı vapurdan kaçırdı.

Rus Büyükelçisinin Babıâli'ye (Başbakanlığa) gelip Kavaklı Mustafa'yı geri isteyeceğine şüphe yoktu. İşte bu kaygı ile Talat Bey ve Sadrazam Sait Halim Paşa, birlikte Edirne'ye gitmeye karar verdiler.

Büyükelçi Babıâli'de kimseyi bulamayacak ve Kavaklı Mustafa hapishanede o gece idam edilecekti.

Talat Bey'e, Kavaklı Mustafa'nın boğulduğu (idam edildiği) haberi geldi. Ertesi gün Ruslar, Azmi Bey'i Polis Müdürlüğünden azlettirecekler, hükümet onu Adana Valisi yapacak, Ruslar bunu da kabul etmeyerek Azmi Bey'in bir daha devlet hizmetinde kullanılmamasını emredeceklerdi… Ve istedikleri oldu.

★★★

“Osmanlı imparatorluğunda saygınlık azınlıkların elinde idi. Türk unsuru imtiyazsız olduğu için herhangi bir Müslüman azınlığın çocuğu olmak bile Arabistan'da Türk olmaktan daha geçerli idi.

Türk müsünüz?' sorusunun birçok defalar cevabı ‘Estağfurullah!' idi.

★★★

Biz ele geçirdiğimiz bu kıtaları ne sömürgeleştirmiş, ne de vatanlaştırmıştık.

Osmanlı İmparatorluğu oralarda ücretsiz tarla bekçisi, sokak bekçisi ve jandarma idi.

Eğer medreseler ve bilinçsizlik devam etmiş olsaydı, Araplığın Anadolu'nun yukarılarına kadar gireceğine şüphe yoktu.

Bizim emperyalizm, Osmanlı emperyalizmi, şu ana fikir üstünde kurulmuş bir hayal idi:

“Türk Milleti kendi başına devlet yapamaz!”

İmparatorlukların sanatı sömürge ve milliyet işlemektir.

Osmanlı İmparatorluğu ise Trakya'dan Erzurum'a kadar koca gövdesini yan yatırmış, memelerini sömürgecilerin ve yabancı milliyetlerin ağzına teslim etmiş, sütü ve kanı ile karışık emilen bir sağmal idi.

★★★

(Peygamberimizin mezarını ele geçirip Mehmetçiği yok etmek için Medine'yi kuşatan Araplara karşı direnen Türk askerlerine hitaben…)

Yarın öbür gün Arap çeteleri ile sarılacaksınız. Peygamberin torunları, (Peygamberin mezarının bulunduğu) Ravza'nın yeşil kubbesine kurşun atacaklar. Sanki başkent İstanbul elden gidiyormuş gibi telaşlanarak size yardım etmek için Anadolu'nun bağrından Türk yavrularını, Anadolu çocuklarını, Mehmetçiğimizi göndereceğiz.

Sizler o ateş ve açlık çemberi içinde bir hurma kurusu bulamayıp derileriniz iskeletlerinize yapışmış ölürken, iskorpitten çürüyüp düşen ağızlarınızın yaraları ile kavrulmuş çekirgeleri çiğnemeye çalışırken, Fatma'nın, Ebubekir'in, Ömer'in ve Muhammet'in sandukalarını Araplara karşı savunacaksınız.

Medine'den taa Şam'a kadar üç gün üç gece süren demiryolunun iki tarafını Anadolu Türkleri ile kuşatacağız! Arap kesesine Anadolu'nun altınlarını ve Arap kursağına Anadolu'nun rızkını akıtacağız.

Şaka değil bu, İslam emperyalizmi yapıyoruz! Ey Arap bıçaklarıyla bağırsakları deşilerek etleri çöl güneşinde kavrulmuş olan Mehmetçikler!

Sizler, ey Sarıkamış'ın buz dağları üzerinde donmuş olanların kardeşleri, sizler hep boş bir kafanın içindeki bomboş bir hayalin kurbanları değil misiniz?..

★★★

Birinci Dünya Savaşı bitmiş, yenilmişiz. Cemal Paşa Suriye'den İstanbul'a dönmüş… Falih Rıfkı anlatıyor:

Cemal Paşa artık Ordu Komutanı değildi. Mütareke (Mondros teslim anlaşması) yakın. Savaşa niçin girdiğimiz artık onunla tartışılabilir. Büyük adamların küçük adamları adam yerine koymak ve onlarla görüşmek sırası gelmiştir.

Arkadaşım bir bahriye çatanası (küçük teknesi) içinde Büyükada'ya giderken sordu:

“Paşam söyler misiniz biz bu savaşa (Birinci Dünya Savaşına) niçin girdik?”

İşte Paşa'nın cevabı:

Aylık (maaş) verebilmek için… Hazine tamtakırdı. Para bulabilmek için ya bir tarafa boyun eğmeli ya da öbür tarafla birleşmeli idik.

Kırtasiye ve maaş imparatorluğunun tarihi işte böyle biter.

Mustafa Kemal bu savaşa girmeye karşıydı, kafa adamı olduğu için!  Kurtuluş Savaşını bırakmak fikrinde asla olmadı, vatan adamı olduğu için!

★★★

Falih Rıfkı Atay'ın kitabında yer alan o bir tek cümle bile her şeyi anlatmaya zaten yetiyor…

“O yıllarda bir Mustafa Kemal yüzyıl sonrası için bile bir hayaldi, fantezi romanlarında bile yeri yoktu.”

★★★

Aymazları falan boş verin, aklınıza bile getirmeyin siz…

Onlar gelip geçicidir, bugün varlar yarın yoklardır.

Cumhuriyetimizin 100. yılı hepimize kutlu olsun, değerini bilelim.

Cumhuriyet'i yoktan var edip bize emanet eden, memleketimizi o pisliklerden, aşağılık duygularından kurtarıp onurumuzu kazandıran herkese, bütün asker ve sivil kahramanlara bir kez daha teşekkür edelim.

 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp