Top
28/12/2012

Babasının ruhu amuda kalktı

Sevgili okuyucularım, Turgut Özal kalpten ölmüştü. Bu konu artık kesin. 17 Nisan 1993 günü Hacettepe Üniversitesi hocalarının verdiği rapor da bu doğrultuda idi.
Raporun altında çok sayıda uzman hocanın, profesör ve doçent doktorların imzaları vardı.
Aradan çok uzun yıllar geçti ve Özal Ailesi'nin tantanası başladı:
“Eceliyle ölmedi, onu zehirlediler!..”
Semra-Ahmet-Korkut üçlüsünden biri her gün piyasaya çıkıp bu doğrultuda saçma sapan ve anlamsız iddialar öne sürüyordu.
İş o boyuta vardı ki, adamcağızın cesedi mezarından çıkarıldı. Adli Tıp Kurumu olayı inceledi ve raporunu yazdı:
“Zehirlenme sonucu ölüm yoktur.”
Bekliyordum ki, bu tantana artık durur… Çünkü devletin neredeyse bütün kurumları
mesailerini bu işe ayırmış, ailenin ipe sapa gelmez iddialarını araştırmıştı.
Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu, Ankara Cumhuriyet Savcılığı, Adli Tıp… Bir sürü tanık dinlendi, binlerce sayfalık raporlar hazırlandı.

* * *

Biz tam “Adli Tıp son noktayı koydu. Bu tantana artık biter” derken, babasının mirasını reddeden Ahmet yine piyasaya çıktı. Önceki gün yaptığı basın toplantısında bir sürü insanı suçladı, yine saçmaladı, eveleyip geveledi.
Bu kez bir fotoğraf gösteriyordu:
Babası güya Hacettepe hastanesine yürüyerek giriyordu!..
Ve Ahmet soruyordu:
“Kalpten ölen insan hastaneye böyle yürüyerek mi girer?”
Oysa fotoğrafta yüzü görünmeyen takım elbiseli kişi babası değildi.
Babasının hastaneye ambulansla, sedye üzerinde getirildiğinden bile haberi yoktu… Ya da tantanayı sürdürmek için öyle diyordu.
Aradan birkaç saat geçti ve söylediklerinin tümüyle yalan olduğu belgelendi. O gün Hacettepe'nin kapısı önünde o fotoğrafı çeken Anadolu Ajansı foto muhabiri Selahattin Yılmaz işin doğrusunu açıkladı:
“Arkadan ceketi ve kafası görünen şahıs Turgut Özal değil, sedyeyi içeri sokarken ittiren
korumalardan biriydi…”
Babası hastaneye sedye ile getirilmişti, Ahmet bunu bile bilmiyor, ya da bildiği halde yalan söylüyordu. Üstelik anası daha önce açıklamıştı:
“Sabah koşu bandında yürürken birdenbire fenalaştı ve kucağıma düştü.”
Acaba babası koşu bandına takım elbiseyle mi çıkıyordu!
Ahmet basın toplantısında çok ilginç bir açıklamada daha bulundu:
“Annemde babamın üç dört saç kılı var. Şimdi onları savcılığa vereceğiz!”
Bu tantanayı da yıllardır yapıyorlar. Burada kaç kez ısrarla sordum:
“O kılları niçin vermiyorsunuz savcılığa?”

* * *

Bakınız, burada iki kez çok önemli bir konuya değindim ve aileye sormak zorunda kaldım:
“Özal Cumhurbaşkanı idi. Eğer zehirlenerek öldürüldüğü saptanırsa, bu aile devlete tazminat davası açma hakkı kazanır. İsteyecekleri tazminat korkunç bir rakam olacaktır.
Ey Özal Ailesi, böyle bir tazminat davası açacak mısınız?”
Bu aile paraya düşkündür. Bazı hesaplarla, ölüm olayından sonra çocukları Turgut Özal'ın mirasını reddettiler. Bunu niçin yaptılar, belli değil.
Şunu herkes iyi bilsin:
Özal'ın zehirlenerek öldürüldüğü olayı sadece bir şehir efsanesi. Allah rahmet
eylesin, kalpten öldü. Hastaneye sedye ile getirildiği zaman zaten ölmüştü.
Ahmet'in ve ailenin bu bağırışlarının nedeni açıktı:
Bir yerden dalalım, devlete büyük bir tazminat davası açıp malı götürelim.
Ama geçti Bor'un pazarı, sür eşeğini Niğde'ye!..
Bu aileyi “Turgut Nereden Koşuyor” isimli kitabımda biraz olsun anlatmıştım. Meğer çok eksik anlatmışım!
Bunlar tam 10 yıl boyunca Türkiye'yi Başbakanlık
Konutu'ndan ve Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nden aile boyu yönetti.
Hepimize geçmiş olsun, vallahi ucuz atlatmışız.

Piri Reis haritası kayıp mı?

Piri Reis ismini hepimiz biliriz. 1500'lü yıllarda Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaşamış ünlü Türk denizcisi.O yıllarda düşman donanmalarına karşı denizlerde savaşmış ve ilginç bir denizcilik kitabı yazmış:
Kitab-ı Bahriye.
Ancak Piri Reis bununla da yetinmemiş, dünya denizlerinin haritasını çıkarmış.
Piyasaya birkaç gün önce çıkan ilginç bir kitabı dün bitirdim:
Genç araştırmacı, yaşamının neredeyse tamamını Piri Reis'e adamış Metin Soylu'nun kitabı:
“Piri Reis Haritasının Şifresi.” (Truva Yayınları)

* * *

1513 yılında çizilen Piri Reis Haritası dünyada eşi bulunmayan bir ulusal varlığımız. Eldeki bilgilere göre Topkapı Sarayı müzesinde korunuyor (muş.)
Ama gerçek böyle mi?
Yoksa bu haritanın başına bazı işler mi geldi?
Metin Soylu bu olayı araştırmış. Harita konusunda çok ciddi kuşkuları var.
Şimdi kitaptan devam edelim:
Ocak 1987'de ABD'de Muhteşem Süleyman Sergisi düzenlendi ve bu harita da oraya gönderildi.
Sonrasında harita Topkapı'da görülmüyor.
Yerine benzer bir harita yaptırıldığı, hattat Fuat Başar'a o haritanın üzerine benzer yazılar yazdırıldığını bana bizzat Başar anlattı.
Metin Soylu şöyle diyor:
“Bu harita 1929 yılında Topkapı Sarayı'nın Harem bölümünde bulundu.
Üzerinde ekmek ve yemek kırıntıları vardı ve dört bir yanından parçalanmıştı.
Haritanın sadece 16'da biri elimizde.
Topkapı Müzesi'ne ne zaman gidip bu haritayı görmek istesem, hep aynı yanıtı aldım:
‘Çok yıprandığı için kimseye göstermiyoruz. Depoya kaldırdık.'
Şimdi soruyorum:
Bu haritanın aslı ABD'de düzenlenen Muhteşem Süleyman Sergisi'ne gönderildi mi? Eğer gittiyse, sonra Türkiye'ye geri getirildi mi?
Harita ABD'ye giderken yıpranmamıştı da, Türkiye'ye geldikten sonra mı aniden yıprandı?
Piri Reis Haritası'nın aslı 2013 yılı itibariyle Topkapı Sarayı'nda mı?”

* * *

Metin Soylu bu konuda Kültür ve Turizm Bakanlığı'na da bir dilekçe vermiş. Dün kendisine sordum, 10 Ekim 2012 tarihli dilekçesine henüz yanıt alamamış. İşte dilekçesinin özeti:
“…Ekte sunduğum bilgi ve belgeler ışığında Piri Reis'in orijinal haritasının üzerinde tahrifat
yapıldığını, harita üzerindeki beyan ve yazıların Piri Reis tarafından kaleme alınmadığı görülmektedir…İstanbul Topkapı Sarayı'ndaki hiç kimseye gösterilmeyen Piri Reis
haritasının orijinal mi, yoksa sahte mi olup olmadığının araştırılmasını…”
Çok önemli bir konudur.
Bakanlıktan bir yanıt gelirse burada yayınlarım.
Piri Reis Haritası bizim çok değerli bir ulusal varlığımızdır ve dünyada tektir… Şu veya bu nedenle Topkapı'da sergilenmesinden vazgeçilmiş, kimseye gösterilmemektedir. Aslı ABD'ye gönderilmiş, geri getirilip getirilmediği konusunda kuşkular vardır.
İlginç bir olay! Bakanlık mutlaka yanıt vermelidir.
Bu olay doğruysa, arkasından muazzam bir rezalet fışkırır.

* * *

Emin Çölaşan'ın notu: Tayyip-Abdullah ikilisi ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ahmet Acar'ı dün ayrı ayrı makamlarına davet edip görüştüler. Benim bildiğim ODTÜ pes etmez. Göreve özel seçilerek getirilen AKP'nin rektörleri istedikleri kadar bildiri yayınlayıp ODTÜ'yü kınasınlar, değişen bir şey olmaz. Nitekim ODTÜ dün yine ayaktaydı.
İktidar artık korkuyor.
Sadece ODTÜ'den değil, topluma yapılan baskıların bir yerde patlamasından korkuyor. Rektörün bu ikisi tarafından aynı anda çağrılması bunun göstergesidir.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp