Top
28/05/2013

Ulu Hakan Doktor Abdülhamit!!!

Sevgili okuyucularım, birkaç gün önce öyle bir olaya tanık olduk ki, Türkiye'nin hangi kafaların elinde olduğunun bundan daha güzel bir göstergesi olamazdı.
Varlığını bugüne kadar hiç duymadığımız Karabük Üniversitesi isimli bir kuruluş, Osmanlı'yı 33 yıl boyunca tek adam olarak ve gaddarca yöneten Abdülhamit isimli padişaha “Fahri doktor” unvanı verdi!
Adam hayatta olsaydı törene katılacak sırtına bir cübbe giydirilecekti.
Adına bazılarının “Ulu Hakan (!)” dediği Abdülhamit kimdir?
Size birkaç olay anlatayım da, bu adamın kim olduğunu görün:
1876 yılında tahta geçti, ilk işi Meclis'i kapamak oldu. 1878 yılında Rus-Osmanlı Savaşı patladı. Tarihimizde 93 Harbi olarak bilinen bu savaş sonrasında Rus Ordusu Doğu'dan girip Erzurum'u işgal etti.
Batı'da ise olaylar daha vahimdi. Rus Ordusu İstanbul'un kapısına kadar dayandı.
Abdülhamit kaçma hazırlığı yapıyordu. Bursa'ya kaçacaktı.
Ruslar o günkü adı Ayestefanos olan bugünkü Yeşilköy'e kadar girdiler…
Ve burada aylarca kalıp görkemli bir zafer anıtı diktiler.
Bir süre sonra İngiltere olaya el koydu. Rus Ordusu'nun Osmanlı başkentinin burnunun dibinde olması işlerine gelmiyordu. İngiliz donanması Çanakkale'den girdi ve Rus Ordusu çekilmek zorunda kaldı.
Bu utanç anıtı, Abdülhamit'in tahttan indirilip Selanik'e sürgün gönderildiği 1909 yılına kadar
Yeşilköy'de aynen durdu. O anıtı yıkmak ve yok etmek onun bir gün olsun aklına gelmedi.
Bu utanç anıtını Kızıl Sultan'ı tahttan indiren İttihat Terakki Hükümeti dinamitle yıktı ve yok etti.
Abdülhamit böylesine onursuz ve duyarsız bir adamdı.

* * *

Osmanlı'yı 33 yıl boyunca tek adam olarak ve büyük baskı altında yönetti. Yıldız Sarayı'nda yanında falcıları, istihareye yatıp rüya gören (!) adamları vardı ve devlet fallarla, rüya tabirleriyle yönetilirdi.
Dünyanın en korkak hükümdarıydı. Yıldız Sarayı'na yakın Beşiktaş Camii'nde yapılan cuma selamlıkları dışında bir gün olsun sarayından dışarıya çıkamadı…
Çünkü ölmekten ve öldürülmekten korkardı.
Böylesine vehimli biriydi.
Ülkeyi, kurduğu inanılmaz hafiye örgütüyle yönetti.
Herkes jurnalci kesilmişti. Herkes birbirini ihbar eder, padişahtan para ödülleri alırdı.
İşin cılkı çıkmıştı. Galata Limanı bir yabancı firmaya verilmişti. Limanın elden gittiğini gören öteki yabancı firma işin kolayını buldu ve Abdülhamit'e jurnal gönderdi:
“Efendimiz, bunlar sizi tahttan indirmek için Galata rıhtımından silah ve cephane sokacaklar!..”
İş derhal iptal edildi!
Haklarında hafiyeler tarafından jurnal düzenlenen her yurtseverin başına gelen iki ceza vardı:
Hapis veya sürgün.
Sürgünler İmparatorluğun en uç noktalarına, özellikle çöllere yapılırdı.
Bugünkü Suudi Arabistan, Libya, Katar, Kuveyt gibi.
Sürgüne gidenin bir daha geri dönmesi çok zordu. Benim dedem -babamın babası-
Veteriner Yüzbaşı Emin Bey de böyle bir jurnalle bugünkü Libya sınırları içerisinde kalan Büyük Sahra Çölü'nün göbeğindeki Fizan'a sürgün edilmiş, 1908 yılında Meşrutiyet ilan edilince geri dönebilmişti.
1909 yılında Abdülhamit tahttan indirildiğinde Yıldız Sarayı'nda yapılan aramalarda on binlerce jurnal çıktı. Her birini tek tek saklamıştı! Sonra bunlar sarayın bahçesinde topluca yakıldı.

* * *

Osmanlı, bu adam döneminde nice topraklarını kaybetti.
Abdülhamit, Kıbrıs'ı bile İngiltere'ye “kiralık üs” olarak verdi ve Kıbrıs böyle gitti.
Mısır, Tunus, Bulgaristan, Girit, Sırbistan, Romanya ve Karadağ -hem de savaşmadan- elden çıktı.
Teselya, Yunanistan'a verildi.
Aynı şahıs dış borçları ödeyemiyordu. Yabancı ülkeler tarafından kurulan Düyun-u Umumiye İdaresi devletin bütün gelirlerine el koydu.
Ama hakkını yemeyelim, olumlu bir özelliği de vardı. İdam cezalarına onay vermez, onları da sürgüne gönderirdi.
Sadece büyük devlet adamı Mithat Paşa için farklı bir uygulama yaptı. Yıldız Sarayı'nda kurdurduğu çadır mahkemesinde yargılanan Mithat Paşa idama mahkum edildi.
Abdülhamit onu Taif Kalesi'ne sürgüne gönderdi…
Ve idam ettirmedi, orada boğdurarak öldürttü!

* * *

Evet, ismini cismini duymadığımız Karabük Üniversitesi işte bu adama “Fahri doktor” unvanı vermiş! Yapılan törene Türkiye'nin en büyük ve seçkin (!) üniversitelerinin rektörleri de katılmış!
Ağrı, Bartın, Muş…
Doktora belgesi bu şahsın torunu olduğu söylenen Harun Osmanoğlu isimli birine verilmiş, kendisine bir de cübbe giydirilmiş.
Karabük Rektörü yaptığı konuşmada “Yüzyılın vefasını gerçekleştiriyoruz. Tarihi bir olaya imza atıyoruz” demiş.

* * *

Sevgili okuyucularım, bu olay bize bir şey daha gösteriyor:
Üniversitelerin ne duruma düşürüldüğünü!
Anayasa'nın 104. maddesi uyarınca hem YÖK üyelerini, hem de üniversite rektörlerini
Cumhurbaşkanı seçiyor.
AKP'nin YÖK'ü onun önüne üç kişilik bir rektör adayları listesi getiriyor, üçün birini Cumhurbaşkanı seçiyor.
İktidara en yakın duran hangisi ise en sıkı İslamcı vesaire hangisi ise, doğal olarak o şahıs rektör yapılıyor.
Emme basma tulumba işte böyle çalışıyor.
Bu hükümler anayasaya 12 Eylül darbe yönetimi tarafından eklendi.
Her gün “Darbelere karşıyız, darbe anayasasını değiştireceğiz” palavrası atan AKP iktidarının aklına bu 12 Eylül hükümlerini değiştirmek nedense hiç gelmiyor!.. Çünkü işine böylesi geliyor ve bu sayede yüksek öğretimi kendi badem bıyıklılarının eline teslim ediyor.
Şu üniversitelerin düzeyine, yaptıkları işlere, neyin peşinde koştuklarına bakarsanız, AKP kafasının oralara nasıl yansıdığını işte böyle görürsünüz!

* * *

Şimdi “Doktor” unvanı almayı hak eden son şahıs, Osmanlı'nın son Padişahı Vahdettin isimli haindir.
Mutlaka bir üniversite çıkıp bu alçak herife de “Doktor” unvanı vermeli, sülalesinden birine onur cübbesi giydirmelidir.
AKP'nin Genel Başkan Yardımcısı olan Mehmet Ali Şahin isimli şahıs birkaç gün önce Karabük'te şöyle dedi:
“Son Osmanlı padişahı olan Vahdettin hain değildir. Okul kitaplarındaki bu ifadeler yanlıştır. Milli Eğitim Bakanlığı bu konuyu dikkate almalı ve okullarda okutulan kitaplardan bu ifadeleri çıkarmalıdır.”
Çok doğru söylüyor, Vahdettin asla hain değildir! Ya nedir?
Hain az gelir, en büyük haindir.
Başkent İstanbul işgal edilmişti, sarayında haremi ile oturuyordu.
Emrindeki İstanbul gazetelerinde Milli Mücadeleyi veren kahramanlara ana avrat sövdürürdü. Gün geldi, Mustafa Kemal Paşa orduları ülkeyi kurtardı.
Bu hain 1922 yılında İstanbul'daki İngiliz işgal komutanlığına yazılı olarak başvurdu:
“Beni yurtdışına çıkarınız.”
Bu korkak adam Osmanlı'nın padişahı, üstelik Müslümanların halifesi idi ve Hıristiyanlara sığınmıştı!
Malaya isimli İngiliz zırhlısına binerek kaçtı. Önce Malta Adası'nda İngilizlerin konuğu olarak kaldı.
Oradan yine İngiliz parasıyla ve Bahram isimli İngiliz gemisiyle yola çıktı, Mekke'ye gidip hacı oldu… Sonra ekibiyle birlikte yıllarca İtalya'nın ünlü San Remo sayfiye kentinde yanında getirdiği mücevherleri satarak yaşadı.
Şimdi bir üniversite daha bekliyoruz, Abdülhamit'ten sonra biraderi Vahdettin'e de “Fahri doktor” unvanı versin! Bekleyin, onu da göreceksiniz.
Vay anam vay, ne günlere kaldık.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp