Top
21/06/2013

Nasıl da rezil oldular…

Sevgili okuyucularım, Türkiye'de işi gücü sağa sola posta koymak olan bir iktidar var. Sadece içeriye değil, dışarıya da posta koyuyorlar! Kimse takmasa bile ses vermiş oluyorlar!
Ülkemizdeki eylemler işte bu yüzden patladı.
Başta Tayyip ve ikiz kardeşi Abdullah olmak üzere, korkudan hepsinin bacakları titredi.
Çapulcular, ayyaşlar ayaklanmıştı.
Bunları kim, nasıl durduracaktı!
Ellerindeki tüm polis gücünü piyasaya sürdüler. Halkın üzerine sıktıkları suyun içine zehirli maddeler karıştırdılar.
Çoluk çocuk, genç yaşlı herkes gaz yedi, coplandı.
İşin ilginç yanı, eylemlerin herhangi bir lideri yoktu. Muhalefet partileri piyasada görünmüyor,
olayları hiç kimse yönetmiyordu. Toplum, iktidara karşı nefretini kendiliğinden kusuyordu.
Bay Abdullah Gül bu süreçte “İyi polis” rolü oynadı!
Tayyip her gün birilerine posta koyup tehdit ederken, o ise yumuşak ve anlayışlı adam
pozlarına bürünüp kendisine bu olaylardan parsa toplamayı amaçlıyordu.
2014 yılında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminde Tayyip'in aday olacağını artık Mısır'daki sağır sultan bile duydu. Ama onun bir de rakibi var!
Bay Abdullah Gül.
İkisi kapışacak. Tayyip'e duyulan nefreti iyi bilen Abdullah bu yüzden iyi polis, yumuşak adam rolü oynuyor.
AKP kurulduğundan beri partisine Başbakan, Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı olarak hizmet verdi. Çankaya'daki makamında bir gün olsun tarafsız kalamadı, otomatik imza
makinesi olarak partisinin her kararına “Evet” dedi.
Şimdi biz bu şahsın neyine güveneceğiz, nasıl güveneceğiz?
Sürekli verdiği bu yumuşak mesajların amacı belli:
Tayyip'ten hoşlanmayan AKP ve Fethullah yandaşlarının oylarıyla yeniden o makama seçilmek.

* * *

Evet, lidersiz bir halk patlaması olayı yaşanıyor. Türkiye'nin dört bir yanında kitleler özellikle
Tayyip'in o tutarsız, anlamsız, kendini beğenmiş, kendisinin bir şey olduğunu zanneden
tavırlarına karşı isyana geçti.
Eylemlerin amacı devrim yapmak falan değildi. Lidersiz, üstelik muhalefet partilerinin de uykuda olduğu, etliye sütlüye karışmadığı, sadece seyirci kaldığı bir süreçte devrim olmaz.
O halde bunlar niye yaşandı ve yaşanıyor?
Toplumun özellikle Tayyip'e karşı duyduğu inanılmaz “Tiksinti” nedeniyle.
Her gün kürsülere çıkıp cart curt eden, kendinden olmayan milyonlarca insanımızı hiç duraksamadan aşağılayan, alay eden, ele geçirdiği yandaş medyayı dibine kadar kullanan, sağa sola her gün posta koyan, televizyon dizilerine bile karışan, elini kolunu insanların yatak odalarına sokup “Bas gaza, senden en az üç çocuk isterim” diye emirler vermeye yeltenen, Suriye gibi ülkelerin iç işlerine karışmaya kalkışan ve kendini “Dünya lideri” ilan eden Tayyip'e karşı duyulan tiksinti!
İşte bu lidersiz eylemler bile bunları korkutmaya, dizlerini titretmeye yetti.
Ellerindeki polis gücünü sonuna kadar kullandılar, polisleri bile günlerce uykusuz bırakıp dibine kadar sömürdüler.
Baktılar ki yine olmuyor, askerden yardım istediler…
Türk Ordusu'na her gün sövenler, terörle mücadele eden komutanları hapishanelerde süründürenler
“Gerekirse ordudan yardım isteyeceğiz” demeye başladılar.

* * *

Güvendikleri dağlara kar yağdığını da bu arada görmüş oldular. Bunların gaddarlığını, bunların vahşetini gören Batı dünyasından inanılmaz açıklamalar ve kınamalar geldi.
ABD ve AB ülkeleri…
AB bunlarla ilişkileri askıya aldığını resmen açıkladı.
Dahası var!
Birleşmiş Milletler Teşkilatı bile bildiri yayınlayıp Türkiye'deki vahşeti kınadı.
Şimdi iktidar yetkilileri hep birlikte çıktılar ortaya, bu kez ABD'ye, AB'ye, Birleşmiş Milletler'e posta koyuyorlar.
Efelenip dayılanmak, posta koymak, karşılarında yer alan herkesi ve her kesimi aşağılamak bunların ruhlarında yatan bir hastalık…

* * *

Ve bunların hayatı çelişkilerle dolu. İnanılmaz çelişkilerle!..
İsrail'i düşman ilan ettiler, İsrail'in dünyaca ünlü istihbarat örgütü MOSSAD'ın başkanını daha birkaç gün önce Ankara'da ağırlayıp yardım istemekten utanmadılar.
Suriye'de Esad rejimini devirmeye kalkıştılar, ellerine yüzlerine bulaştırdılar.
Eylemler başlamadan birkaç gün öncesine kadar ötüp durduklarını henüz unutmadık:
“Esad'ı devireceğiz… Esad gidici… En çok iki ay daha kalır!..”
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bir başka ülkenin içişlerine burunlarını soktular, nasihat aldılar…
Çünkü Esad yerinde duruyor!

* * *

Bunların iktidara geldiği 2002 yılına kadar Cumhuriyet hükümetleri ne yaptıysa, hangi tesisleri kurduysa, hepsini birer birer sattılar.
Onların hepsi Türk Milletinin vergileriyle, dişinden tırnağı'ndan arttırdığı paralarla yapılmıştı.
O fabrikalar, petrokimya tesisleri, Telekom, Tüpraş, limanlar, madenler, elektrik ve doğalgaz dağıtımları, Hazine arazileri, yolcu gemileri, aklınıza ne gelirse…
Her biri yerli ve yabancı işbirlikçilere, özellikle de partili yandaşlara “Özelleştirme” adı
altında peşkeş çekildi.
İktidar oldukları günden beri bunları sattılar, Türkiye'yi o satışlardan elde edilen paralarla yönettiler.
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek birkaç gün önce açıkladı:
“Bu yıl Milli Piyango'yu satacağız. Elde birkaç liman var, onları satacağız. Elimizde mal kalmadı, özelleştirme bitti!”

* * *

Yargıyı, üniversiteleri, aklınıza gelen ve gelmeyen bütün kurumları ele geçirdiler.
Adalet bunların elinde oyuncak oldu. Hukuk ayaklar altına alınıp çiğnendi.
Ülkemizin Genelkurmay Başkanı, Ordu Komutanları, gazetecileri, üniversite
hocaları ve aydınları, korku toplumunu yaratıp kitleleri sindirmek amacıyla ve “Terörist” damgası vurularak tutuklandı, süründürüldü.
Üniversiteler, Çankaya'daki Bay Abdullah tarafından her biri ince hesaplarla seçilen yandaş rektörlere teslim edildi ve susturuldu.
İmralı'daki katil Bay Abdullah'a Türkiye'yi yönetme izni yine bunlar tarafından verildi. Koskoca MİT, bu herifin Kandil dağındaki ana üsle yaptığı haberleşmede postacılık
görevini üstlendi. Mektuplarını getirip götürdü…
Ve hiç ummadıkları bir zamanda baktılar ki, çapulcular sokakta!

* * *

Sevgili okuyucularım, son eylemleri bir de bu gözle değerlendirmek gerek.
Türkiye'nin dört bir yanında milyonlarca insan sokaklara boşuna dökülmedi.
Bir şeye daha dikkat ediniz!.. Tayyip tarafından “Çapulcu” olarak tanımlanan o insanların eylemlerinde bir tek işyeri yağmalanmadı, bir kişi bile zarar görmedi.
Onların tepkisi ülkemizi yağmalayan gerici zihniyete karşı idi.
Başlarında onları yönlendiren bir lider yoktu, içlerinden geldiği gibi davrandılar.
Eylem yaptılar, tencere tava çaldılar, duran adam ve duran kadın oldular.
Kadın erkek, genç yaşlı, pırıl pırıl insanlarımız caddelerde, ellerinde Atatürk resimleri ve Türk Bayraklarıyla slogan atıyor, şarkı ve marşlar söylüyor.
Olayların nedeni sadece Tayyip'e karşı duyulan “Tiksinti” değildi.
Türkiye'de son 10 yılda yaşanan İslamcı diktatörlük düzenine karşı sergilenen bir başkaldırı idi.
O yüzden korktular, dizlerinin bağı çözüldü, cilaları kazındı.
“Ulan bu ne, yoksa koyun sürüsü uyandı mı” dediler.
Karizmaları sadece Türkiye'de değil, bütün dünyada çizildi.
Rezil oldular da, ders alıp almadıklarını bilemem!

* * *

Emin Çölaşan'ın notu: Dünkü yazımda Mersin AKP karşıtı bir ilimiz yerine CHP karşıtı yazmışım. Hatamdan ötürü özür dilerim.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp