Top
13/01/2013

Bir annenin ardından

Sevgili okuyucularım, perşembe günkü yazımda annem Türkan Çölaşan'ın başına gelen olaydan kısaca söz etmiştim.
Annem 1920 doğumlu, 93 yaşında bir Cumhuriyet kadını.
Artık iyice yaşlanmıştı. Unutkanlık artmıştı. Bir tesellimiz beni, kardeşimi ve aile bireylerini tanıyordu.
O yaşın getirdiği bütün yükler üzerindeydi.
Kulaklar çok ağır işitiyor, unutkanlık doruk noktasında… Hiçbir şeyi, bir dakika öncesini bile anımsamıyordu.
Ancak çok önemli bir husus, yatalak değildi.
Altına kaçırmıyor, tuvalete yardımcıların yardımıyla kendisi gidiyor, bastonuyla evin içinde ağır ağır yürüyor, acıktığını söylüyor, yemeğini kendisi yiyordu.
Hep sorduğu bir şey vardı:
“Baban nerede?”
Babamın 20 yıl önce vefat ettiğini bilmiyordu.

* * *

Annemin evdeki yaşantısı sürüp giderken bir tek korkumuz vardı.
Düşüp bir yerini, hele kalçasını kırarsa!..
Ve çarşamba sabahı korktuğumuz haber geldi:
Annem düşmüştü, çok acısı vardı.
Hemen Başkent Üniversitesi Hastanesi'nden ambulans geldi. Acil'de konuştuğum doktorlar aynı şeyi söylüyordu:
“Bir bacak kısalmış. Herhalde kalça kırığı var.”
Tetkikler yapıldı, acil doktorlarının tahmini doğru çıktı. Kalça kemiği kırılmıştı.
Ameliyattan başka çare yoktu.
Ameliyata alındı…

* * *

Ameliyatı yapan Prof. Dr. Hüseyin Demirörs iyi haberi verdi:
“İyi yerden bir kırık olduğu için protez takmak zorunda kalmadık. Çivi taktık. Bu, ilerisi için çok büyük kolaylık sağlayacak…”
Annem 93 yaşındaydı. Omurilikten girip iğneyle uyuşturmak mümkün olmadığı için narkoz vermek zorunda kalmışlar. Anestezi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Gülnaz Arslan hocamız anlattı:
“Omurlar dejenere olduğu için oradan giremedik, hafif dozda narkoz verdik.
Durumu iyi…”
Çarşamba akşamı ameliyattan çıktı. Perşembe sabahı yoğun bakımdan odasına alındı.
Yataktan kaldırıp koltuğa oturttular.
Pek neşeli ve konuşkandı. Annemi uzun süredir öyle görmemiştik! Hatta aramızda espri yaptık:
“Anneme narkoz yaradı!”

* * *

Perşembe gecesi nefes ve kalp sorunu başlamış, fenalaşmış. Sabaha karşı yeniden anestezi yoğun bakım ünitesine kaldırmışlar.
Cuma öğlen saatlerinde özel izinle girip baktım. Aletlere takılı olarak gözleri kapalı yatıyordu.
Orada sadece 30 saniye kalabildim çünkü boğazıma bir yumruk takılmıştı, korkunç bir
ağlama duygusu içindeydim.
Dışarı çıkınca doya doya ağladım.
Durumun pek de iyi olmadığını doktorlar söyledi. Akciğerler ve kalp iyice teklemeye
başlamış, duran kalbi iki kez masajla çalıştırmışlar.

* * *

Cuma akşamı saat 20.00 dolaylarında cep telefonum çaldı. Ekranda Başkent Üniversitesi Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Ali Haberal'ın ismini görünce “Eyvah, annem gitti” dedim.
Tahminim doğru çıktı.
Haberal Hoca “İsterseniz gelip Türkan Hanım'ı son bir kez görün” dedi.
Hastaneye koştuk…
Üzerindeki beyaz örtüyü kaldırıp son kez baktık.
Gözleri kapalı, sanki evdeki yatağında uyur gibiydi…
Sarıldık, öptük, öptük…
Orada boşaldım, bütün yoğun bakım görevlilerinin önünde doya doya ağladım.
Artık utanmayı bırakmıştım!

* * *

Oysa tam vefatından altı gün önce, 5 Ocak'ta, 93. doğum gününü baba evimizde hep birlikte kutlamış, pasta kesmiş ve anneme mumları üfletmiştik. Ne kadar mutluydu…
Ve birkaç günde her şey ne kadar çabuk değişmişti.
Anacığımızı hep mutlu etmeye çalıştık. Bir gün olsun bizden bir şey istemezdi, yine de bir
dediğini iki etmedik.
Birbirimizi bir gün olsun incitmedik, kırmadık.
Sürekli hayırdualarını aldık.
İçimizde bir gün olsun “Keşke şunu da yapsaydık” diye bir üzüntü kalmadı.

* * *

Sevgili okuyucularım yarın pazartesi ve benim yazım pazartesi günleri zaten yok. Ama sizden birkaç gün fazladan izin istiyorum.
İnsanın kafası başka konulara takılı olunca kafayı toparlamak ve yazı yazmak gerçekten çok zorlaşıyor.
Şu telaşı bir atlatalım, elbette yeniden birlikte olacağız.
Bugün sizden iki ayrı konuda özür diliyorum…
İlki, kendi acımı sizlere yansıttığım için.
İkincisi, sizlerle birkaç gün bile olsa birlikte olamayacağım için.
Şimdilik hoşçakalın sevgili okuyucularım.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp