Top
09/09/2012

9 Eylül

 

Sevgili okuyucularım, bugün 9 Eylül. Sadece İzmir'in değil, Türkiye'nin kurtuluş günü. 1922
yılında, bundan tam 90 yıl önce gerçekleşen bu kutsal olayı kısaca anlatmak isterim.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa tarafından planlanan büyük taarruz 26 Ağustos günü top
atışlarıyla başladı. Yunan Ordusu iki gün direnebildi, sonra geri çekilme sürecine girdi.
30 Ağustos günü büyük zafer kazanılmıştı.
Mustafa Kemal Paşa'nın o ünlü “Ordular ilk
hedefiniz Akdeniz'dir, ileri” emri doğrultusunda ordumuz ilerledi. Yunan Bayrağı asılı olan Afyon, Uşak, Manisa ve yöredeki tüm il ve ilçeler birer birer ele geçirildi, Yunan Ordusu'nun komuta kademesi esir alındı. Atlı ve yaya olarak İzmir'e yaklaşıldı.
9 Eylül günü Türk Ordusu İzmir'e girdi. Yunan
Ordusu ve kentin Rum ve Ermeni ahalisi panik içinde gemilere kaçıyordu.
Yüzbaşı Şerafettin Bey İzmir Hükümet Konağı'na Türk Bayrağı'nı çekti. Mustafa Kemal Paşa ve komuta heyeti de aynı gün İzmir'e geldiler. Konağa girerken ayaklarının altına serilen Yunan Bayrağı'nı “Bayrak bir milletin şerefidir, kaldırın onu”
diyerek kaldırttı.
Savaş boyunca ne komutanların, ne de
Mehmet'lerin aklına hastaneye gidip rapor almak gelmemişti.
“Benim kulağım ağrıyor, geride kalayım” gibi gerekçelere sığınan yoktu.
* * *
İzmir Yunan Ordusu tarafından 15 Mayıs 1919 günü, sonradan kaçıp İngilizlere sığınan hain
Padişah Vahdettin döneminde işgal edilmişti. İşgal günü ve sonrasında, başta gazeteci Hasan
Tahsin olmak üzere çok sayıda Türk şehit edildi.
10 Eylül günü, üç buçuk yıl önce Yunan Ordusu İzmir'e girerken onları takdis eden, kürsülere çıkıp nutuk atan Metropolit Hrisostomos, halk
tarafından linç edildi.
İki gün sonra -sabotaj sonucu olarak- Ermeni mahallesinde büyük İzmir yangını çıktı, kentin
yarıya yakını yandı.
Uzun işgal yılları bitmiş, 9 Eylül günü İzmir Türklüğüne yeniden kavuşmuştu.
* * *
Bu destanları bugünkü ümmetçilerin anlaması asla mümkün değildir. Anlamak işlerine gelmez çünkü yobaz kafaları bu gibi konulardan nefret eder.
Hükümet böyle ulusal günlerin bilinmesini,
anımsanmasını istemiyor ve o nedenle törenlere yasak getiriyor.
Son olarak İzmir'de her yıl tekrarlanan bir töreni bile iptal ettiler:
Hükümet binasına temsili olarak Türk
Bayrağı'nın çekilmesi.
Bu bile hükümeti rahatsız ediyordu.
Bu durumda devreye Kültür Bakanı dönek
Ertuğrul Günay girdi ve sanki bir lütufta
bulunuyormuş gibi, bugün bayrak törenini
yaptıracağını söyledi!
(Burada bir parantez açıp ondan niçin dönek diye söz ettiğime açıklık getireyim. Geçmişin hızlı bir devrimcisi (!), CHP Milletvekili, hem de Genel Sekreteri idi. Sonraki yıllarda Tayyipçi olmayı içine sindirdi ve bu sayede bakanlık koltuğuna oturdu. Bu gibileri iyi tanımak gerekir.)
Düşünün, Kurtuluş Savaşı 9 Eylül günü zaferle taçlanıyor, bunun simgesi olarak İzmir Hükümet
Konağı'na Türk Bayrağı çekiliyor, bu tören bu yıla kadar her yıl aynen tekrarlanıyor ve günümüzde
yasaklanıyor!
Bu iktidarın amacı eğitimi imam hatiplere bırakıp ulusal günleri Türk milletine
unutturmak ve belleklerden silinmesini
sağlamak.
Bu zokayı yutmayacağız.

Yıpranan ordumuz

Aradan günler geçti. Cesetleri paramparça olan 25 şehitle ilgili olarak ne yapacaklarını henüz bilemiyorlar! Sadece birinin cesedi tanınır

durumda imiş ve cenazesini
ailesine teslim etmişler.
Ya ötekiler?
Onların tabutları boş
kalacak.
Mezarlara boş, ya da içine rastgele serpintilerin
doldurulduğu küçücük vücut artıklarını koyacaklar.
Evet, aradan günler geçti.
Siz bu konuda Tayyip'ten vesaireden herhangi bir açıklama duydunuz mu?
Olay sonrasında yine İstanbul'a gitti, din adamları zirvesi
toplantısında nutuk attı, inşallah maşallah Şam'da namaz
kılacağını iddia etti, Kerbala
olayını anlattı!
Ya şehitler?
Onlardan bir kelimeyle olsun söz edemedi.
Her fırsatta kürsülere çıkıp
bağıran çağıran, sağa sola posta koyan şahıs, iş 25 şehide gelince ortalıktan kayboldu.
* * *
Son olaylar Genelkurmay
Başkanı Necdet Bey'i de fena halde yıprattı. O da bir şey
diyemiyor, sadece “Olay
ortada” deyip konuşmayacağını söylemekle yetiniyor.
Kendi açısından haklı! Konuşsa ne diyecek?
Afyon Valisi'nin makamına
gidiyor, sanki olağan bir ziyaretmiş gibi potlar kıran ve gaflar yapan valiye plaket veriyor.
Vali de boş durur mu, Necdet Bey'e kilimler, satranç takımları armağan ediyor.
Devlet mekanizması işte böyle çalışıyor!
Bir yanda ağzını açamayan bir Tayyip, öbür yanda “Bu iş takdiri ilahidir, Hindistan ve Pakistan'da da oluyor” gibi inciler saçan Orman
Bakanı!..
Ve olayın nasıl olduğunu bilemeyen, kendini
savunmaya geçen bir
Genelkurmay Başkanı.
* * *
Ben iktidarın yıpranmasından ve bu durumlara düşmesinden endişe etmem.
Ama ordumuz giderek kan kaybediyor.
Ordumuz toplumdaki
güvenilirliğini ve saygınlığını giderek yitiriyor.
Üzülerek söylüyorum, işin en ciddi yanı budur.
Son Beytüşşebap olayındaki görüntüler hepimizin içini
yaraladı. Askeri araçlara PKK paçavraları asılmıştı.
Askeri lojmanların
balkonlarında asılı duran
bayraklarımız -korkudan- yine
askerler tarafından indirilmişti.
Bütün bunlar video çekimleri ve fotoğraflarla belgelenmemiş olsaydı, gerçekten inanmazdık.
Ama belgelenmişti, inanmak zorunda kaldık.
Necdet Bey'in bu yıpranma süreci boşuna gelmedi. Üst üste gelen, tepkisiz kaldığı nice olaylar bu süreci
hızlandırdı.
Üstelik bir de “Tayyip'in adamı, memuru” olduğu imajı toplumda yerleşti.
* * *
Sevgili okuyucularım, eğer bu sözleri ben çok üzülerek bile olsa yazıyorsam, Necdet Bey bu
yazdıklarımı dikkate almalı ve
hatasını aramalıdır.
Bugüne kadar her zaman ordumuzu savunmuş olan bir gazeteciyim. Bu konuda yazdığım yüzlerce yazı
arşivlerde…
Çünkü ben Türk Ordusu'na ve onun komuta kademesine hep güvendim.
Ordumuzu Cumhuriyet
rejiminin ve laik düzenin
koruyucusu, Atatürk'ün
ordusu olarak gördüm.
Ancak bu Tayyip-Necdet Bey ikilisi döneminde görüşlerim
giderek olumsuza doğru
değişmeye başladı. Sadece ben değil, hem halkımız, hem de pek çok köşe yazarı arkadaşım aynı doğrultuda düşünüyor. Her şey bunu gösteriyor.
Peki bizler bu duruma
-üzülerek bile olsa- nasıl
geldik?
Biz gelmedik, bizi Necdet Bey getirdi.
Kendisinden ricam, bir gün boş bir zamanında başını ellerinin arasına alıp düşünsün. Kendi kendine, ya da güvendiği
kimselere sorsun:
“Ben hangi yanlışları
yapıyorum da böyle oldu?”

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp