Top
04/06/2022

Bir ses verin yahu!..

SEVGİLİ okurlarım geçmiş yıllardaki Türkiye'yi ve devlet yönetimini bilmeyenler bugün olanları normal karşılayabilir.

Şimdi her şey gizli, her şey saklı.

Çok zorda kalmadıkları sürece yanıt vermek söz konusu değil.

Memleketi yönetenler acayip bir gizlilik perdesi arkasına saklandılar, istedikleri gibi top koşturuyorlar.

Ülke çıkarları, vatandaşın durumu, sokaktaki insanların ne dediği, ne düşündüğü falan onlar için hiç önemli değil.

Daha da önemlisi…

Onlar için hukuk, adalet gibi kavramlar da yok.

Beyinlerine işlemiş olan bir tek kavram var:

“Biz ne yaparsak doğru olan odur ve hiç kimseye hesap vermek zorunda değiliz!”

★★★

Peki durum geçmişte nasıldı?..

İzin verirseniz o farklılığa kısaca değinmek istiyorum.

Geçmiş yıllarda medya diye bir sözcük yoktu.

Televizyon yaygın değildi, internet ve sosyal medya henüz keşfedilmemişti. Dolayısıyla sadece basın vardı ve günümüzün medyası o zamanlarda büyük ölçüde gazetelerden oluşurdu. Varsayalım gazetelerde bir yolsuzluk haberi çıkmıştı.

O günlerde toplum böylesine duyarsız ve tepkisiz değildi.

İşin üzerine topluca gidilir, sorumlulardan hesap sorulurdu.

★★★

Ama işin sonrası (genellikle) biraz farklı olurdu…

Haberlerde adı geçen bakanlar, milletvekilleri,yüksek bürokratlar ve hatta başbakanlar kendilerini savunmak zorunda kalırdı.

Haberlerin yer aldığı gazetelerin yönetici, yazar ve muhabirleri hemen davet edilir, açıklama yapılırdı.

O yıllarda yolsuzluk iddiaları ‘yüz kızartıcı' bir olaydı.

Hatta israf ve görevi ihmal de öyle idi.

★★★

Devletin ve milletin kendi iktidarlarına emanet edilmiş olan parası bir anlamda kutsaldı.

Yakın geçmişimizi bilenler çok iyi anımsayacaktır, ufacık bir örnek vereyim.

İsmet İnönü başbakanlık koltuğuna geçti.

Makam aracı eski model külüstür, küçük boy bir Opel'di.

Yani lüks ve şatafatlı Amerikan markalarına makam aracı olarak binmeyi reddetmişti.

Bu durumda kendisini uyaranlar olmuştu.

-“Aman Paşam bu araca binmeyiniz, risklidir. Allah korusun suikast olabilir. Size zırhlı bir araç alalım.”

Hep aynı yanıtı verirdi:

-“Makam aracı devletin ve milletin parasıyla alınır. Bizim gösterişte, şatafatta gözümüz yok.”

Nitekim günün birinde Mesut Suna isimli bir şahıs tabancasını çekti ve İsmet Paşa'ya birkaç el ateş etti.

İyi ki tutturamadı.

★★★

Sonra Türkiye'de devir değişti…Başımıza bu iktidar gelene kadar iktidar siyasetçileri böylesine pişkin ve umursamaz değildi, Topluca şımarmamış, ne oldum delisi olmamışlardı!

Bazıları hakkında en olumsuz, en ağır yazıları yazanları bile muhatap kabul eder, makamlarına çağırıp durumu kendi açılarından dostça anlatmaya çalışırlardı.

★★★

Hiç unutmadığım olaydır, hakkındaki yazılarım nedeniyle bir bakan beni çağırmıştı…

Önemli bir olayı belgelemiştim. Kendi cebine bir şey girmemiş ama birilerine torpil yapıp ek kazançlar sağlamıştı.

Uzun uzun anlattı…

Bir süre sonra bakanlıktan ve siyasetten ayrıldı…

Nerede karşılaşsak başkalarının yanında aynı şeyi söylerdi;

“Bu Çölaşan var ya, beni zor durumlara düşürdü. Başımın tatlı belasıdır.”

O abimiz Enerji Bakanı Esat Kıratlıoğlu idi.

★★★

Onlar kendilerini en sert biçimde eleştiren gazetecilere bile sövüp saymaz, hakaret etmez, tehditler savurmaz ve bugün olduğu gibi terbiyesizlik ve hukuksuzluk sergilemezdi.

Ama en önemlisi, gerek Meclis'te ve gerekse basında kendilerine sorulan sorulara yanıt vermekten kaçmazlardı.

Nerelerden nerelere sürüklendik biz böyle!

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp