Top
01/02/2014

Rüşveti yolsuzluğu örtbas edenler

Sevgili okuyucularım, gazeteci büyüğümüz Abdi İpekçi bundan 35 yıl önce bugün, 1 Şubat 1979 günü Mehmet Ali Ağca ve adamları tarafından öldürülmüştü. Bu cinayetin yıldönümünde Abdi Bey'i bir kez daha saygıyla ve rahmetle anıyorum.
***
Şimdi konumuza geçelim… Türkiye'de devletin ve milletin parası üzerinden yapılan her türlü yolsuzluk, hırsızlık ve rüşvet gündemin bir numaralı sırasına oturdu.
Bu gündemden geriye dönüş mümkün değil.
Bu vurgun dönemi AKP iktidarının eseridir.
Her ihalede, yapılan her alımda, verilen her işte, vurulan her kazmada, her arazi parsellemesinde adam kayırma, yandaş zengin etme, rüşvet olduğunu lütfen iyi biliniz.
İktidarın nefret ettiği ve altında ezildiği 17 Aralık operasyonları, ülkemizin başına açılan bu rezaletin kanıtıdır. Rezalet diyorum ama ortaya çıkan durum, bu vurgun furyasının milyonda biri bile değil.
Çaldılar, çırptılar, memleketi yandaşlara ve işbirlikçilerine peşkeş çektiler. Bu süreç şimdi de devam ediyor.
***
Her ihalede karşımıza çıkan yolsuzluk ve vurgunu önlemek için bunların iktidarı öncesinde bir yasa çıkarılmıştı.
Kamu İhale Kurumu Yasası.
Buna göre tarafsız uzmanlardan, iktisatçı ve hukukçulardan oluşan bir Kurum kurulmuştu. Kurum her türlü ihale ve alımın -devlet zarar görmesin diye- her açıdan denetimini yapmakla yükümlüydü.
AKP iktidar olunca ilk işlerinden biri bu yasayı değiştirmek oldu. Bir, üç, beş derken yasa bugüne kadar tam 168 kez değiştirildi. Kamu İhale Kurumu bütün işlevini yitirdi.
Hemen hemen hiçbir ihale, hiçbir kamu alımı artık bu yasaya tabi değil. Ver verebildiğine, ver yandaşına!..
İktidar gücünü arkasına alan sorumsuzlar böylece her işi istediklerine veriyor, çalıp çırpıyor, avantalar ve rüşvet paraları cebe atılıyor. Hepimiz, bu ülkenin her vatandaşı soyuluyor.
Bunları anlatınca “Sana ne kardeşim yaaa, soyuyorlarsa beni soyuyorlar” diyen AKP'li onursuz adam, sen soyulmaya gönüllüsün ama biz değiliz.
Sen vicdanını, namusunu satmışsın ama biz satmadık.
Bu durumlara sen ve senin gibiler yüzünden düştük.
***
Şimdi şu olanlara bakalım. 17 Aralık operasyonları patladı ve pisliğin küçücük bir bölümü ortaya çıktı.
Tayyipgiller feci rahatsız oldu! “Ulan, bunun arkası gelirse biz mahvoluruz, bütün pislik ortaya çıkmaya başlar!..” dediler.
Pislik, yolsuzluk ve rüşvet Tayyip‘in en yakınlarına ulaşıyordu. Ayakkabı kutularında milyonlarca dolar, gizli kasalar, para sayma makineleri, İran'lı bir karanlık adam… Hepsi ortaya saçıldı.
Tayyip vaziyete derhal uyandı. Bu rezalet giderek büyüyecek, kendisini insan içine çıkamaz duruma getirecek, makamından yaka paça indirilecekti. O halde ne yapmalıydı? Bir suçlu bulması gerekiyordu.
Gündeme Fethullah‘ı taşıdı, tayfasıyla birlikte onu suçladı. Bu tezgahı Fethullah ve ekibinin kurduğunu iddia ederek gündemi yine değiştirdi.
***
Şimdi gelelim işin püf noktasına!.. Bu olayın hemen ardından bazı Bakan'ları istifa etmek zorunda kaldı, bazılarını ise kendisi görevden aldı.
Şimdi veryansın edip hedef saptırmaya, bir sürü laf kalabalığı ile kendisini aklamaya kalkışıyor.
Ama şu sorunun yanıtını hiçbir zaman vermedi, veremedi:
Madem 17 Aralık operasyonları sana karşı kurulan bir tuzaktı, Bakan'larını niçin feda ettin? Onları niçin görevden aldın?
Yanıt veremez çünkü o iş bir tuzak değildi. Tamamı gerçekti. Hırsızlığın, yolsuzluğun, vurgun ve rüşvetin, yapılan korkunç arazi yağmasının, büyük kentlerimizin yandaşlara, oğlanlara peşkeş çekilmesinin sadece milyonda biri açığa çıkmıştı.
Çevre Bakanı Erdoğan Bayraktar, kendisinin en yakınlarından biriydi, belki de Bakanlar Kurulu'nda bir numaralı adamıydı. Ne demişti olay açığa çıktıktan sonra?
“Bütün işleri Başbakan tarafından verilen talimatlar doğrultusunda yaptım. Hem bakanlıktan, hem de milletvekilliğinden istifa ediyorum. Bu işlerden Başbakan sorumludur ve onun da istifa etmesi gerekir.”
Bunlar hem kayda, hem de Türk siyasi tarihine geçen suçlamalardır. Peki sonrasında ne oldu? Bir de baktık ki, istifa ettiğini açıklayan Bayraktar, (ertesi gün Resmi Gazete'de çıkan kararname ile) görevden alınmış!
Tayyip-Abdullah ikilisinin imzalarıyla görevden alınan bakanlar artık Meclis'e gelmiyor, toplantılara katılmıyor. Üstelik ağızlarını bıçak açmıyor!
Oysa daha düne kadar Tayyip'in en sağlam adamlarıydı. Saksı kafalarına düşünce ayıldılar ama iş işten geçti.
***
Sevgili okuyucularım, şimdi gelelim işin en vahim, yüz kızartıcı boyutuna. Rüşvet, yolsuzluk, vurgunla mücadele edip suçluları ortaya çıkarmak kimin görevidir?
Polisin ve savcıların. Sonra da kararı vermekle yükümlü hakimlerin.
Peki onlar şimdi ne durumda?
17 Aralık operasyonları sonrasında Tayyip baktı ki vaziyet ayva, önlemini hemen almaya başladı.
Sadece savcıların emriyle operasyona katılanlar değil, tam 6.500 polis dün itibariyle görevden alınmış durumda. İl emniyet müdürlerinden başlayarak polisi hallaç pamuğu gibi attılar.
Sadece operasyon düzenleyen savcıları değil, yüzlerce hakim ve savcıyı görevden almayı başardılar! Gerekçe hazırdı:
“Bunlar Fethullah'ın adamları. Bizim dışımızda bir paralel devlet kurdular, hükümeti yıkmaya niyetlendiler!”
Hakimleri ve savcıları acımasızca sürgün ettiler, yerlerine -aynen poliste olduğu gibi- kendi güvenilir adamlarını getirdiler.
Oysa o polisleri, hakim ve savcıları göreve getirip yıllarca tepe tepe kullanan bu Tayyip iktidarı idi.
Şimdi hepsini aynı gerekçeyle suçluyor!
“Cemaat ekibi.”
Onları göreve kim getirdi, kim kullandı?
Aynı olay MİT tarafından Esad‘ı devirmek amacıyla Suriye'ye kaçak sevk edilen silah ve cephane yüklü TIR'ları yakalayıp içlerinde arama yapan ve yaptıran savcıların, polisin, jandarmanın başına geldi.
Tamamı görevden alındı, sürgün edildi.
***
Şimdi milyonlarca insanımıza soruyorum. Elinizi vicdanınıza koyup yanıt vermeye çalışın:
Böylesine bir ortamda hangi savcı, iktidar mensuplarıyla ilgili yolsuzluk dosyalarının üzerine gidebilir? Polise operasyon emri verecek ama polis “Kusura bakma Savcı Bey, git validen izin getir” diyecek. Yargı ve polis bu yolla sıfırlandı, pasifize edildi.
Bir sürü görevden alma sonrasında savcılar korkutuldu, sürgün edilme korkusu hepsinin kafasının üzerinde Demokles'in kılıcı gibi sallanıyor.
Hakimler aynı durumda. Nitekim son operasyonda yakalanan ve Türkiye'ye tonlarca altın sokup çıkaran, Bakan Bey'lere rüşvetleri dağıtan İran'lı şahsın para ve malvarlığına konulan tedbir kararını mahkeme kitabına uydurup kaldırmak zorunda kaldı. İsterse kaldırmasın!
Polisin, hakim ve savcıların başındaki sürgün tehdidi ciddidir, hele ki iktidar mensuplarının bulaştığı hırsızlık, yolsuzluk, vurgun, avanta, rüşvet iddialarını soruşturmak bu saatten sonra onların haddini çoook aşar!
Ama burası Türkiye… Bakarsınız yerin altından yeni dosyalar fışkırır, Tayyip ve tayfası işte o zaman ne yapacağını şaşırır!

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp