Top
Can Ataklı

Can Ataklı

canatakli@korkusuz.com.tr

01/05/2020

Sarayı kara kara düşündüren konu; bayramda ne yapacağız?

ANALİZ

Sarayı kara kara düşündüren konu; bayramda ne yapacağız?

Devletin tepe noktası bir süredir sanki karantina altında gibi görünüyor.

Erdoğan ve birkaç danışmanı günlerini İstanbul’da geçiriyor.

AKP genel başkanının en yakın çalışma ekibi Kısıklı ile Huber Köşkü arasında mekik dokuyor.

Huber Köşkü şu sıralar Türkiye’nin kaderinin çizildiği yer.

İkinci ekibe ise Ankara’daki 1000 odalı saray ile 250 odalı rezidans kaldı.

Tüm resmi görüşmeler video konferanslar ile yapılıyor.

İşin aslına bakarsanız Erdoğan neredeyse bir buçuk aydır tecrit biçimde yaşıyor.

Yanına çok az kişi girebiliyor, yüz yüze konuşabilen sayısı çok az.

Bu nedenle bilgi akışında ciddi bir eksilme olduğunu düşünüyorum.

Önceki gün Ankara’da saraya da girip çıkabilen bir dostum aradı.

Anladığım kadarıyla tepe noktalarda şu sıralar konuşulan ve en sıkıntı duyulan konu yaklaşan Ramazan bayramıymış.

Bu bayramda sokağa çıkma yasağı olmasının dindar kesimleri olduğu gibi çoğu oruç tutan, AKP’li olsun olmasın dini geleneklerine bağlı, bayramı bir birlik beraberlik günü gibi gören milyonlarca insanı rahatsız edeceği fikri AKP genel başkanını tedirgin ediyormuş.

Tabii laf aramızda bu tedirginlik “dini vecibeleri yerine getiremeyen halkın yaşayacağı üzüntü” dediği, bu yasağın AKP’ye oy kaybettireceğinin endişe yaratmasından kaynaklanıyor.

Erdoğan bir hafta önce “bayramda çifte müjde” dedi. Sonra bu sözünü tekrarladı. Bir daha söyledi.

Ancak anlaşıldığı kadarıyla müjdenin bu kadar kolay olmayacağı görülüyor.

Şimdi hafif bir geri adım atıldı. Erdoğan “Az daha sıkın dişinizi” derken Ankara’yı bekleyen Cumhurbaşkanı Yardımcısı da “Bayramda müjde için erken olabilir” dedi.

Ankaralı dostuma göre bilim insanları “halka moral vermek için yayılan umut ortamının ters tepeceğini” söylüyormuş iktidarın yetkililerine.

Bu nedenle özellikle bayramda çok sıkı bir sokağa çıkma yasağı öneriyormuş.

Arife günü olan 23 Mayıs’tan başlayıp bir sonraki pazartesi günü olan 1 Haziran’a kadar 11 gün sokağa çıkma yasağı önermiş.

Erdoğan’ın bazı danışmanları “yok artık daha neler” demişler ve “Klasik hafta sonu sokağa çıkma yasağı olsun, haydi bilemediniz bayramı içine alan 4 günlük yasak olsun” tavsiyesinde bulunmuşlar.

Ankaralı dostum “Erdoğan hafta sonu yasağı formülüne daha sıcak bakıyor. Hiç olmazsa bayramın iki gününü kurtarıyor. Buna karşı tıp uzmanlarının ‘iki gün sokağa çıkma yasağından sonra pazartesi ve salı 10 Nisan’da yaşanılan izdihamdan çok daha büyüğü yaşanır, bu kez gerçekten bütün emekler boşa gider’ sözlerini kulak arkası etmesinin bedelinin çok ağır olabileceğini hesaplıyor” dedi.

Dini hassasiyetleri öne çıkaran stratejisi ile yıllardır iktidarını koruyan Erdoğan şimdi büyük bir sınava hazırlanıyor.

Ya bilimsel gerçeklere uyacak ve bayramı sokağa çıkma yasağı ile geçirtecek, ya da tevekküle sığınıp “Ya Allah” diyerek bayram yaptıracak. Her iki durumda da sanki “Rus ruleti” oynamış gibi olacak; birinde oyları, birinde canları yitirme tehlikesi var çünkü.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

İşçiden, emekçiden bu kadar korkmayın

Bugün 1 Mayıs.

Yıllardır belki de ilk kez “sıfır sorunla” bitecek bu yılın işçi-emekçi bayramı.

Çünkü büyük nüfusların olduğu tüm kentlerde sokağa çıkma yasağı var.

Bu durumda 31 il dışında nasıl kutlamalar yapılacağını göreceğiz.

Sahi, 23 Nisan’da sokağa çıkma yasağı olan 31 ildeki görkemli kutlamalara hep birlikte katıldık.

Ama nedense medya organları sokağa çıkma yasağı olmayan yerlerde 23 Nisan’ın nasıl kutlandığını yayınlamadı. İlgi mi yoktu yoksa özellikle mi saklandı? Buna 1 Mayıs’ta daha dikkatli bakmak istiyorum.

Tabii her 1 Mayıs’ın sorunlu geçmesinin tek nedeni bugünkü iktidar.

Daha önce 12 Eylül rejiminin devamı olarak 1 Mayıs’ları yasaklayan iktidarlardan sonra AKP 2010’da ve 2011’de Taksim alanını açmış ve bayramın çok büyük coşku ile kutlanmasını sağlamıştı.

Ancak sonra gördü ki kendine oy verenler de katılsa bile 1 Mayıs coşkusu doğal nitelik olarak AKP zihniyetinin ve iktidarının eleştirildiği büyük platformlar oluyor.

Buna tahammül edemeyen Erdoğan 2012’de Taksim’i yasakladı.

Sonraki yıl yine yasaklandı ancak tam bir yıl sonra 1 Haziran 2013 günü Taksim ve Gezi Parkı 1 Mayıs’larda bile görülmemiş bir sivil eyleme tanık oldu.

Zaten o olaydan sonra iktidarın tüm tavrı değişti, göreceli özgürlük ve demokrasi anlayışı tamamen ortadan kalktı, Türkiye hızla tek adam yönetimine götürüldü, hileli bir referandumla buna resmi bir yeni rejim kimliği kazandırıldı.

Bugün sokağa çıkma yasağına rağmen “Taksim korkusu” hâlâ sürüyor.

Bırakın alana girmeyi, sokağa bile kimsenin çıkamayacağı bu günde Taksim alanı yine polis bariyerleri ile kapatıldı, binlerce polis sadece bu alanı korumakla görevlendirildi.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

MHP bu kadar kin ve nefret kokan söylemlerle bir yere varamaz

İktidarın payandası MHP’nin bir sözcüsü var ki, evlere şenlik.

MHP’ye ola ki biraz eleştiri yönelttiniz bu sözcü çıkıyor ortaya ve öyle bir kin, nefret ve öfke ile saydırıyor ki değmeyin gitsin.

Sanıyorum kendi kitlesine bile AKP ile olan bu kadar yakınlıklarını anlatmakta güçlük çekiyorlar ve bu konuda gelen eleştirileri akla gelebilecek en sert biçimde savuşturmaya çalışıyorlar.

Geçen akşam Fatih Altaylı Habertürk’teki TekeTek programında İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’i konuk etmişti.

Laf elbette ister istemez MHPye geliyor, çünkü Akşener de hem MHP kökenli hem de bir ara MHP genel başkanlığına soyunmuştu.

Vay sen misin Meral Akşener’i ekrana çıkaran.

MHP’nin sözcüsü “İdeolojik ön yargılarını her fırsatta MHP muarızlığıyla besleyerek hayat süren Fatih Altaylı’nın; ipi pazara çıktığı için itibar edilmeyen ve artık kamuoyunda unutulmaya başlayan İP Müdiresini yeniden parlatma çabası, Habertürk TV’nin inandırıcılığına ve basın etiğine gölge düşürmüştür” diye başlıyor saydırmaya.

Diyor ki bu müthiş sözcü; “Adı bile beynine beş numara bol gelen Fatih Efendi’nin bu zorlama gayreti, ümitsiz ve çaresiz bir arayışın olduğu kadar; akılsızca sergilenmiş cüretkârlığın, aymazlığın, kara bir vicdanda birikmiş kinin, müstemleke tipi aydın taslaklarına özgü hazımsızlık ve tahammülsüzlüğün göstergesidir.”

Ki kere okuyunca bile manası anlaşılamayan bu sözlerden sonra hızını alamıyor şunu söylüyor; “Milletimizin zerrece değer vermediği siyaset ve toplum anlayışını artık geçmişte bırakması beklenen Altaylıvari örümcekli kafaların, Habertürk TV’nin yayıncılık anlayışına nasıl yön verdiğini ve bu medya kuruluşunu nasıl yerin dibine batırdığını ibretle gözlemliyoruz.”

Aslında “vallahi bravo” demek geliyor içimden.

Nasıl bir ruh halidir, nasıl bir hakaret zenginliğidir bu MHP sözcüsündeki, nasıl buluyor bunca saçma sapan lafı, doğrusu akıl yürütmek bile zor.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Afrin’deki patlamayı anlamak mümkün değil

Çarşamba günü öğleden sonraki saatlerde Suriye toprakları içinde, Türkiye’nin kontrolündeki Afrin’de korkunç bir terör eylemi yaşandı.

Kentin kalabalık bir yerinde içinde bomba yüklü akaryakıt tankeri patlatıldı, 11’nin çocuk olduğu belirtilen en az 40 kişinin de öldüğü bilgileri verildi.

Milli Savunma Bakanlığı olayın bir PKK/PYD eylemi olduğunu açıkladı.

Hatay Valisi de bir açıklama yaparak bir kişinin yakalandığını bildirdi.

Ancak ne tuhaftır ki bu korkunç terör eylemi yandaş medyada fazla yer almadı.

Üstelik faillerin PKK/PYD’li olduğunun açıklanmasına rağmen.

Yandaş medya olayın üzerine fazla gitmedi ama kafa karıştıran haberler de yapmadı değil.

Örneğin katliam emrini Masum Kobani’nin verdiğini ileri sürdü.

Bu kişi hatırlarsanız Amerika Başkanı Trump’ın Erdoğan’a “oturup görüşmesini tavsiye ettiği” terörist isimlerden biri.

Bu terör eylemi dünyadan gördüğü tepkiyi Türkiye’den görmezken Beyaz Saray açıklamasında “PKK/PYD’den” hiç söz edilmedi.

Gerçi böyle bir dönemde ve ortamda, üstelik Masum Kobani’nin böyle bir katliam emri vermesi pek mantığa uymuyor zaten.

Bilemiyorum artık, “Bombayı PKK/PYD patlattı” dedikten sona sessiz kalmak başka bir anlama mı geliyor acaba?

Bİ SORALIM BAKALIM

Suriyelilere maske veriliyor mu?

Dünyanın bütün ülkelerine tıbbı yardım gönderiyoruz.

En son Amerika’ya bile dev bir uçak dolusu yardım malzemesi gitti.

İçinde yok yok, ama en garibime giden bu malzemelerin içinde 500 bin maske olması.

İşe bakın, kendi vatandaşına maske vermeyi beceremeyen iktidarımız Amerika’ya maske gönderiyor.

Amerika Büyükelçisi de bir teşekkür mektubu yazınca yandaş yalaka takımımız sevinçten bayram ediyor neredeyse zil takıp oynayacak.

Hele yardım uçağına bir de Erdoğan’dan Trump’a mektup konması yok mu, yalaka takımı hepten sevindirik oldu.

Tabii yardım gönderdiğimiz Amerika aşağı yukarı aynı büyüklükteki kendi uçaklarından birini Suriye’de PYD’nin hakim olduğu bölgeye göndermiş, içinde tıbbi yardım malzemeleri varmış.

İster istemez insanın aklına “Amerika’ya gönderdiğimiz yardım malzemeleri aslında PYD’ye, yani PKK’ya mı girmiş oluyor” düşüncesi geliyor ki, Kesici’nin deyimiyle hafazanallah yani.

Tabii hakkı teslim de edelim, sonuçta hiç maske dağıtılmıyor değil.

Bana bile geldi, hiç talebim olmamasına rağmen.

Ama hepsi 5 tane. Sonrası yok. Tıp uzmanlarının “tek kullanımlık” dediği bu maskeler bitince ne yapacak bu millet.

Bir de sayıları 3.5 milyonu aşan Suriyeliler ve yüz binlerce başka ülkeden gelmiş yabancılar var ülkemizde.

O insanların sağlık durumlarına kim bakıyor?

Ben hiç rastlamadım ama koronaya yakalanan, bu nedenle ölen Suriyeli haberi hiç görmedim.

Ayrıca bu insanlara maske veriliyor mu?

Maske satışı yasak, sadece devlet eliyle bedava veriliyor ve bunun için T.C. kimlik numarası gerekiyor.

Peki Suriyeliler ne yapıyor bu durumda?

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp