Bahçe duvarından bir aştım, bir baktım dışarda başka bir dünya usta!
Dediler; aman aşma bahçe duvarını, sonra selam vermezler sana. Gitme bahçeden aykırı, biliyorsun yazar dediğinin okunmaz esamesi.
Alimallah, aforoz edilirsin, valla billah.
Hava beter sıcaktı, üstüme hortumla su sıktım, kanatlarımı bir açtım, tırak diye bahçe duvarını aştım. Aşar aşmaz da hakikaten deli fotoğraflar düştü önüme. Şaştım kaldım.
Zemin etüdü sakat bir arazinin üstüne kondurulmuş bir okul gördüm. Heyula gibi bir şeydi. Fakat yavaş yavaş batıyordu iyi mi? Birinci kat toprağa gömülmüştü bile. Sürekli gömülüyordu. Ama içindekiler için bir problem yoktu! Normal tedrisat devam ediyordu. Öğrencilerin elinde akıllı telefonlar filan, sayısal şeyler, ezber makinaları. Âdabı muaşerettir, medeniyettir, gerçek tarihtir, felsefedir, edebiyattır şudur budur kenara atılmıştı. Hocalar soruları tivit atıyorlardı, talebeler tarihi dizi filmlere bakıp instagram'dan cevap veriyorlardı. Müdür olayı facebook'tan takip ediyordu. Okul balçığa gömülmeye devam ediyordu.
O sırada vurdu elektro meydan sazı göğsüme. Öyle ritmikti ki hafiften oynamaya başladım. Şöyle diyordu:
Bahçe duvarından aştım
Sarmaşık güllere dolaştım
Öptüm sevdim helallaştım...
***
Mesleksiz birtakım gençler işsizliğe adım atmak için üniversite kapısında izdihamdaydı. Üniversite olayı bir tabuydu. Diploma sahibi olmayana kız verilmiyordu. Fakat diplomalar da çeşit çeşitti, çoğu bir işe yaramıyordu. "Ne yapsınlar be?" diye geçirdim içimden. İlkokuldan itibaren çocuklara yeteneklerine göre mesleki eğitim vermeyi zül sayıyorduk. Marangoz, demirci, sanayide teknik eleman olmak küçümseniyordu. En iyisi bir dizide rol kapmak, yalı hayatlarına alışmaktı. Boş konuşuyordum boş! Oynamaya devam ettim, omuzlarımı salladım, beli evirdim, kolları çevirdim.
Yanıyorum, yanıyorum, yanıyorum hele,
Mail oldum gonca güle...
***
Hüdhüd göz kırptı, "Ben diye konuşmak cesaret ister koç, biz ne zaman 'biz' diyeceğimizi bilenlerdeniz, takma kafana, müziği duyuyor musun?" dedi.
"Duymaz mıyım be usta!" dedim. Oynamaya devam ettim.
Bir bakışta yaktın beni
Dert ile bıraktın beni
Yaktın beni, yaktın beni...
***
Ahmet Haşim limanda portatif sandalyesindeydi. Âsaf Hâlet kendi ayak izlerinde. Kemal Tahir ile Cemil Meriç Salacak'ta, kol kola yürüyüşte...
İşte böylece zatıâlim mail değil de 'nail' oldu gonca güle...
Meraklısına:
Neşet Ertaş yazmış, Muharrem Ertaş bestelemiş. Neşet Baba esas, ama Ceylan Ertem de pek yanık söylemekte.
Ben fakir bu türküyü rasyonel bıkkınlığı aşmak olarak anlıyorum. Size de bahçe duvarından aşmayı, hayata bir başka açıdan bakmayı tavsiye ederim...