Top
Cem Sancar

Cem Sancar

cemsncr@gmail.com

07/04/2024

Kafa karış

Kafa karış bir misket oyunudur. Misket, içinde renkli şekiller bulunan bir cam yuvarlağı. Toprakta oynanır. Hedeflediğin misketi ya vurursun ya da en azından bir karış mesafesi kadar yaklaşmaya çalışırsın.
Benim neslim, misketlerini harcadı. Ufka konan ve tantanası yapılan yaldızlı bir misketi vuracağım diye kaşlarını aldırdı, ağzını İngilizce büzdü, ömrünü heder etti. Ne o misketi vurabildi ne de o karışı açabildi. Zaten ortada yaldızlı bir misket filan da yoktu, hepsi kuru bir hayâldi...



***

11 yaşına kadar anne dediğim anneannem tarafından sözlü kültürün vecibeleriyle büyütüldüm. İhlas suresini ilkokula gitmeden bilir, Fatiha'yı sular seller gibi okurdum. Kadir geceleri salavatlara katılır, çocuk aklımla Allah'ı her şeyi kaplayan beyaz bir bulut gibi düşler, Aksaray- Küçük Langa'nın esintisiz yaz gecelerinde pencereyi açıp 'ananem' (örfüm-âdabım) ile birlikte "Haydar Haydar" çekerdim.
Her şey yerli yerindeydi. Hayat sakin ve huzurlu akar, ney sesleri iftarı, şekerpare tatlıları bayramı müjdelerdi. Gerçi şahsen gizli şekerden mustariptim. Genelde beni ikindi vakti buzdolabını açmış ve orada bayılmış olarak bulurlardı ama olsun. Yine de sahuru kaçırmazdım.
Sonra Menderes moderni annem ile asker moderni babamın yanına taşınınca rüzgâr değişti. Annemin tespihi, orucu, bahçede tavukları ve diz altı elbiselerine iki işte birden çalışmanın varisleriyle inen çileleri vardı. Babamınsa hiddetli ela gözleri ve her akşam eline aldığı ve "işte bu bir medeniyettir" dediği kadehi...
Evet bir kadeh medeniyetinden bahsedilirdi. Öyle ki bazı günler küçük likör bardaklarına sulandırılmış acı beyaz bir şey konur, bizim de medeni olmamız sağlanırdı. Alkol yeni ülkenin çağdaşlık bayrağıydı. O zamanlar "köylü" diye dudak bükülen insanlar da limon kolonyasındaki alkole karşı olmanın bilge bir Müslüman olmak için yeterli olduğunu sandı.
Büyüdükçe annemin itaatkâr ve aklını yitiren suskunluğuyla, babamın baskıcı medeniyeti kötü yazılmış bir tiyatro seviyesine düştü. Âcilen kaçılması gereken bir kuruntu...
Anneannemin bütün dinlere tebessüm eden Sufi Müslümanlığı, Kurtuluş Savaşı yılları ve Osmanlı vakarı bilinçaltımın uzak, silik sızıntıları olarak geride kaldı...



***

Yakup Kadri 1920'de İkdam'da şöyle yazmış:
"Sıtmalı gençlik rüzgârı, devrin girdaplarıyla karışarak bende iyi, saf ve masum ne varsa aldı götürdü. Ben derken biliniz ki mensup olduğum nesil namına söz söylüyorum. Bu neslin hiçbir şeye itikadı yoktu ve ihtirasları sonsuz idi.... Ne verseniz doymayacak gibi görünürdü. Fakat ilk lokmada tıkanır kalırdı. Kendinden evvelki nesle karşı kaba insafsız ve aşağılayıcıydı.... Validemize bir çocuk muamelesi ederdik. Dinî hayata karşı ilgisizliği şerefli bir şey sanırdık. 'Namaz kılmayı bilmiyoruz' demeyi âlimane bir söz, alenen oruç yemeyi kahraman bir hareket ve büyük babamıza Voltaire'den bahsetmeyi büyük bir hareket.... Validemizin bir kese içinde baş ucumuza astığı Kur'an-ı Kerim'i yerinden indirip alelâde kitapların arasına sokmayı en asrî ve en asil ve en zarif hareketlerden sayardık.
Yegâne inandığımız, yegâne hürmet ettiğimiz şey 'Asır'dı, asrın ilmî ilerlemeleriydi. Birbirimize ikide bir 'Yirminci asırdayız, düşününüz efendim yirminci asır!' derdik.
Yirminci asır bizi aldattı..."



***

Bu yazıdan tam 100 yıl sonra bu satırları yazıyorum. Kafaların tamamen karışık olduğu bir ortamda kafa karış oyununu düşünüyorum. Abuk sabuk bir hedefe, yüzde onluk burjuvazinin müthiş şişmesine, sınıfsal uçurumlara, yabancılaşmaya, daha çok lüks, daha çok dar paça pantolon hedefine attığımız misketler, ona yakınlaşacağız diye yırtındığımız karışlar hep fasarya çıktı.
21. Yüzyıl da bizi aldattı...
Sizi bilmem ama ben, "tarih ancak ahmaklar için tekerrür eder" lafını göğsüme dövmeyle yazdırmaktan ve sadece kendi alnımı karışlamaktan yanayım...

Meraklısına:
Sevgili Mustafa Kara'nın zâtıma gönderdiği Veda Geceleri makâlesinin üstünden estim...

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları