Top
Cem Sancar

Cem Sancar

cemsncr@gmail.com

12/04/2020

Şefkat dili

80'li yılların ikinci yarısıydı. Sağmalcılar Askeri Cezaevi solculuktan içeri alınmış insanlarla doluydu. İçerde, kendini allame sayanların cehaleti daha bir ortaya çıkmıştı. Bir tür 'asker' kafasıyla dünyayı değiştireceklerini sananların foyası akmış, zekâsı körelmemiş idealist gençleri bir düşünce sarmıştı: 'Biz ne yapıyoruz? Bunlarla mı daha güzel bir dünya kuracağız?' Anlatacağım kişi bir anti-Stalinist idi. Sosyalist denen ülkelerin diktatoryal devlet kapitalizmini, kanlı ellerini görmüş, bir çıkış arayışına düşmüştü. Fakat adı, üstüne yapışan partal bir elbise gibi komünist kalmıştı. İşte şimdi o eski hikayelerden, çocukluk hastalıklarından yargılanıyordu... Bir sabah pencerenin altındaki ranzasında aniden uyandı. Daha hava aydınlanmamıştı. Yanık bir ses saba makamında kalbe işleyen bir ezan okuyordu. Ezanı dinledi. Sanki bir bahar kokusu gelmiş, yüreği ferahlamıştı. Ertesi sabah yeniden, hep yeniden. Her sabah o sesi bekler olmuştu. Sanki bir el saçlarını okşuyor, 'canım evladım, seni buralara sürükleyen kelimeler senin değil, sen bu değilsin. Kendine dön yaralı kuşum' diyordu. Öyle bir sesti ki... Yumuşacık, uyarıcı bir nida. Sanki, 'Eline, beline, diline hâkim ol. Hakkı, hakikati, toprağını hatırla' diyordu ona. 'Allahuekber' diyordu... Bağrı yanıklara seslenen o seda işte böyle aklına kilitlendi... Sonra davası düştü, serbest kaldı. Dışarı çıktı, hayatın fırtınalarına atıldı. Her şey birdenbire olmadı tabii. Hiçbir şey birdenbire olmuyordu zaten. Yıllar içinde Allah aşkını, Anadolu bilgeliğini, Aleviliğini, medeniyetini keşfetti. Sonunda, adına 'Türkiye' denen silkinişin kalpten bir destekçisi oldu. Bunu hep istemişti ama yol diye 'kurumuş bir dere yatağını' izlemişti. Sonunda o mahzun ezanın bugününü kurtardığını düşündü. Şükretti. Köyüne döndü. Kitap okudu, ata tohumları ekti. Ülkesiyle gurur duydu...

***

Şu sıra korona ile mücadelemize bakıyorum ben de aynı gururla. Dayanışmaya, en mühimi insana verilen öneme... Canını dişine takan devlet aklına, çok sesli bilim kurullarına bakıyorum. Sonra da dönüp moralimizi bozmak, direncimizi baltalamak için yapılanlara! TV'lerdeki surat bükücülere, yabancı yayınlardaki Türk vatandaşlarının durumuna. Amerika bizden tıbbi malzeme istemişken, 'New York Times'a AKP virüsü nasıl yaydı diye anlattım' diye 'tivit' atabilenlere... Kurucu liderin ardına saklanmış siyasi sözcülerin bitmek tükenmek bilmeyen sinir krizlerine... 'Bunca kin kime?' diye soruyorum kendime. İslam'a mı, seçilmiş bir başkana mı? Yoksa bu toprakların kokusuna mı? Deli bir gareze köle olmuşları anlamak istiyorum. Sonuçta bunlar yakalarına Mustafa Kemal rozeti takıyorlar diyorum. Nasıl korona ile bile zina yapacak duruma gelebilirler? Bu denli yalan, tezvirat, rezillik nasıl olur da bir cumhuriyetçinin içine sinebilir? Ne yapmalı? Nasıl ayılmalı?

***

Birden bir tokat gibi Cemil Meriç çıkıyor karşıma: 'Karanlıkları devirmek ve aydınlık bir çağın kapılarını açmak için en mükemmel silah: Kalem. Sözle, yazıyla kazanılmayacak savaş yok... Kalem sahiplerine düşen ilk vazife: Telaş etmemek, öfkelenmemek, kin kışkırtıcısı olmamak. Halkı okumaya, düşünmeye, sevmeye alıştırmak. Bir kılıcın kazandığı zaferi, başka bir kılıç yok edebilir. Kalemle yapılan fetihler, tarihe mal olur, yani ebediyete...'

***

Bizi uyandırmak için kendini yırtmış bilgelerimizin izindeyiz: 'Telaş etmemek, öfkelenmemek, kin kışkırtıcısı olmamak!' Yoksa dengesini kaybetmiş olanlara aynı şirret ağzıyla cevap veren ve de kendine 'aydın' diyenlerin iki buçuk atarı ile olacak işler değil bunlar. Biliyoruz. Menfaati kesilmiş eski bağırıcı çağırıcıların saniyede, nasıl kör bir düşmanlığa geçtiklerini görmedik mi hayretle? Peki ne diyorum, çözümüm ne? Anlattığım, kalplere dokunan o müezzin var ya! Onun kadar bağrı yanık olmalıyız önce. Sonra da 'Şefkat Dili' dersinden bir mezuniyet belgesi almalıyız fikrimce...
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları