Top
Cem Sancar

Cem Sancar

cemsncr@gmail.com

10/09/2023

Hayâl kırıklığını aziz tut

İnsanın hayatı düşmeler, kalkmalar senfonisidir. İnsan kırıldığı yerden yapışır, yeniden yapılır. Her hüsran umuda açılan bir kapıdır…

Kenar köşe bir mahallede benden yaşça büyük, marangoz bir arkadaşım vardı. Ama öyle böyle değil gerçek sanatçı. Yaz tatilinde gider onun atölyesine oturur hem sohbet eder hem izlerdim. Mesela bir gardırop yaparken kaplamaları nasıl okşadığını, nasıl bir sevgiliye davranır gibi itinayla eksik gediğini aradığını, iş bitince karşısına oturup nasıl aşkla seyrettiğini hatırlarım.

Marangozhanenin çıra kokusuna da hastaydım. Hayâl kurardık, ben okuyup büyük adam olacağım, birlikte deniz kenarı bir yerde marangoz atölyesi kuracak, sadece mobilya yapacaktık. Ben atölyenin önüne kurduğum portatif masada kitaplarımı yazacaktım.

Arkadaşım çizgi roman ve sinema hastasıydı. Gerçi ben de öyleydim. Gider ne kadar eski film varsa bulur, bilhassa İkinci Dünya Savaşını izlerdi. Esas tutkusu savaş uçaklarıydı. Hepsini bilirdi. Mesela, Messerschmitt Me 262! Kim yaptı, ne zaman yaptı, özellikleri nedir, savaşta nasıl bir performans çıkardı, hatta çıkardığı seslere kadar taklit eder, tek tek sayardı size. O bunları anlatırdı ben de ona okuduğum kitapları. Bilgiye, felsefeye aç bir insandı. Açtık.



***

Aslında Eyüp doğumluydu, ailesi bizim mahallede gecekondumsu ucuz bir ev almıştı. İstanbul aşığıydı. Bir keresinde bana vapurla bir Adalar yolculuğu anlatmıştı, şimdi kalkıp yazsam bazı iteleme öykücülere ter basar! O denli özel bir insandı.

Ülkenin en büyük mobilya ustası olmak istiyordu. Yakınları buna örtülü, nur yüzlü bir kızcağız buldular. Birgün, "Ya kardeş hiç ortak bir yanımız yok ne sinema ne kitap. Nasıl yapacağız?" demişti. Mahallenin abileri, "Evlen be kardeşim, nikahta keramet vardır, bir düzenin olsun. Anlatırsın, çıkarır gezdirirsin, zamanla uyum sağlar sana," dediler. Evlendi. Hemen de bebekleri oldu. Bizimki çok mutluydu. Fakat uzun sürmedi!

Karısı evi beğenmiyor, kazandığı parayı az buluyor, evdeki filmleri, kitapları alıp atıyordu. Bizimki hassas bir mizaçtı, içine attı, kahretti. İşten ayrıldı, başka işler aradı. Hatta bir ara o zaman Galata'da bulunan altıncıları soymaya bile yeltendi! Neyse ki bu sadece planda kaldı. Sonra o gelecekten umutlu, idealist arkadaşım gitti, yerine melül mahzun, omuzları çökük bir adam geldi. Ardından alkoller şu bu… En son evden ayrıldığını kahvehanelerde yattığını duymuştum.

Ardından hayatın fırtınaları esti, ben oralardan koptum. Bir ara öldü diye kulağıma çalınmıştı ama mobilya ustasına tam ne oldu, onu da kaçırdım...



***

Fakat o kadar sui generis, öyle kendine has biriydi ki, unutamadım. ...

Geçenlerde Haliç kıyısında sallapati yürüyordum. Öyle insan seyrederek avare, ara sokaklara daldım. Küçük bir mobilyacı dikkatimi çekti. Hani o "koltuk tamir edilir-eski mobilyalarınız alınır" yazan son nesil dükkânlardan.

Bir şey beni sürükledi, içeri daldım. İçerisi ancak bir antikacıda görülebilen yüzlerce nesneyle doluydu. Şamdanlar, Berger koltuklar, Fransız sandalyeler, tırnaklı masalar. Duvarlarda uçak maketleri asılıydı, tavandan onlarca avize sarkıyordu. Film platosu gibi bir dükkandı. Belli ki sahibi işini seviyordu. Arka tarafta bir adam etajerin üstüne eğilmiş bir şeyler yapıyordu. Radyoda alaturka bir şarkı çalıyordu.

Selam dedim, adam işinin başından "ve aleykümselam" diyerek kalktı. Güler yüzüyle bana baktı. "Vay!" Dedim. O da "Hay bin kunduz! dedi. Birbirimize sarıldık. Bazı insanlar yaş aldıkça mı gençleşiyordu? Pek dinç görünüyordu. Genzim mis gibi çıra kokusuyla yanarken birbirimize, "Hiç değişmemişsin yahu," demeyi de ihmal etmedik.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları