Aşk kırgını bir bahçeyiz. Hüzün bizim göbek adımız. Yalnız hüzün dediysek yas değil. Esasında klasik müziğimizdeki gibi hüzünbaz bir neşeden bahsediyoruz. Bizim şarkıları çok hüzün var diye eleştirenler aşk acısıyla akşam saati alaturkaya vurmuyorlarsa, açık söyleyeyim yeni ektirdiğim dişimi bile kırarım!
Peki aşkı da ektirebilir mi insanoğlu? İmplant olarak yani? Bu soru dönüyor kafamda. Gerçi aşk deyince bedeni faaliyetleri anlayanlar için haplar, aparatlar filan icat edildi. Laboratuvar bilimi aşkı gerçekten ekti, ekti de yanlış yere ekti...
Aşk meselesinde kollektif bir galeyan raddelerindeyiz. Yumuşatılmış bir histeri sanki her yerde...
***
Işk, aşk ve sevda. Bir sarmaşık gibi sarar bedeni. İnsan öyle bütünleşir aşkla. Çiçek açar.
"Işk imiş her ne var âlemde / İlim bir kîl ü kâl imiş ancak," demiş Fuzulî, büyük Usta.
Aşk vurgusu esasen Horasan Sufileri tarafından yapılmış. Beyazıd Bistamî, Cüneyd Bağdadî, Hallacı Mansur, Harakâni. "Kim olursan ol gel" sözünün asıl sahibi Ebul Hayr, Ahmed Gazalî ve babalar: Attar, Yunus, Rumi. "İslam aşk dinidir" demiş ta 1204'de İbn Arabî...
Horasan sufileri için aşk koşullanmayan, kayıt altına alınamayan ilahi bir ilke, Tanrısal bir sıfat. Bu aşk hem görünür hem görünmezi, hem âşığı hem de âşık olunanı kapsar. Aşk hem ayna hem aynada gören ve dahi aynada görülendir. Lafın özü, aşk; istisnasız teslim olacağın bir aydınlanma, bir tamamlanma durumu.
Bu nedenle dişi ile erilin aşkıyla, kulun Tanrı'ya, Tanrı'nın yarattıklarına olan aşkı aynı düzlemdedir. Fark tecellinin yoğunluğunda, tecelli ediş tarzındadır. Beden ve ruh ikiliği aşk ile tevhide, yani hâlis birliğe dönüşebilir.
Aşk bitmez, onu diyorum. Bitene aşk denmez. Tendir biten...
***
Aşka meyilli Davudî Kayseri beşerî aşkı hafife alanlara, safi cinsellik olarak terennüm edenlere, "Bunlar saf doğayla uğraşanların, nefislerine ve hazlarına gömülü olanların müptelâ olduğu perdeli hâllerdir," der. Demiştir...
Aşkı seks mertebesine indirerek anlayan çağımızın Bilimselcilerinin düştüğü kör kuyuları o günden böyle işaret etmiştir.
Fuzulî, "ya aşk gerektir ki kadrimi bilsin / ya akıl gerektir ki beni zapt etsin" diyerekten arızalı aşklar konusunda dengeyi hizalamıştır.
Evrende bir denge evet, vardır. Başka bir deyişle evrende her şey dengini arar. Çünkü her ilişki o ilişkiyi taşıyacak bir cazibe-bağlanma ister. Çiftleşmenin birleşmeye dönüşmesi ancak bu tür bir denklikte olur. Aşk dediğimiz şey ilahi aşkın kozmik süreçlerden geçerek doğaya sirayet etmesi sonunda oluşur. Gerisi boştur...
***
Şu dünyada manevi krizlerden geçmemiş, tepe üstü kapaklanmamış, anlam girdaplarında delirmemiş kişinin dengini, sahici aşkı bulması da kusura bakmayın ama imkânsız. İnsan dengini bulması için önce kendini bulmalıdır. Elbette kişi "Bana ne!" diyerekten tercihler yapabilir. İlla ki her tercihin bir bedeli vardır.
O bedellerin maliyetleri de biliyorsunuz; mahkeme kayıtlarına ıstırapla yazılır...
Meraklısına:
İhsan Fazlıoğlu'nun Fuzulî Ne Demek İstedi kitabından faydalandım. Tavsiyeye şâyandır.