Top
19/10/2013

Farklılıkları tanıma siyaseti ve demokratik sabır

Hükümetin açıkladığı reform paketi, Türkiye'de demokrasinin derinleşme sürecinde kat ettiği mesafe açısından kayda değer. Paketin kamuda başörtüsü serbestisine ilişkin kısmı iki açıdan son derece önemli ve öğretici. Karşılaştırmalı demokratikleşme çalışmaları açısından doğurduğu sonuçlar da hiç şüphesiz ders kitaplarına girecek nitelikte.
2008 Şubatında üniversitelerde başörtüsü serbestisini sağlamak için anayasal düzeyde değişiklik yapan ancak eski rejim güçleri tarafından engellenen Türkiye, bugün başörtüsünü sadece öğrenim hakkını engelleyen bir faktör olmaktan çıkarmakla kalmıyor, aynı zamanda kadınların çalışma hakkını da kısmi olarak teminat altına alacak bir serbestiyete kavuştururken bunu basit bir yönetmelik değişikliği ile yapıyor. Yasal değil idari bir işlemle kangren haline gelmiş ağır bir ayrımcılığa son veriyor. Bu bakımdan, Haziran 1950'de Demokrat Parti'nin Ceza Kanunu'nun 526'ncı maddesindeki Arapça ezan ve kamet yasağını kaldıran düzenlenmesinin ardından, dini pratiklerin kamusal alanda legal hale gelmesinin en önemli örneğini başörtüsü yasağının sona erdirilmesi teşkil ediyor. Nasıl toplum ezan yasağının sürdürülebilirliğini reddetmiş ve sonunda siyaset buna cevap verebilir hale gelmişse, bugün de başörtüsü yasağı sürdürülebilirliğini yitirdiği için, bir yönetmelik değişikliği ile sona erdirilebilmiştir. Bu örnek, demokratik sabrın sosyopolitik değişimin düzeyini ve zamanlamasını tayinde belirleyici bir değere sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
2008'de 411 elin kaosa kalktığını söyleyenler 28 Şubat'ın bin yıl süreceğini söyleyenlerle aynı kulvarda yürüyordu. 28 Şubat bin yıl sürmedi; 411 el de kaosa kalkmadı. Demokrasi için reform diyenler, politik vesayet sisteminin tepeden dayatılan devrimci darbeciliğini yenilgiye uğrattı. Reform atmosferinin toplumsal zemini oluştuğunda karşı konulamaz bir iradenin harekete geçtiğini gördük.
Yasağın kaldırılma surecinin ara duraklarından biri olan, hizmet verenler ile hizmet alanlar ayırımının ontolojik olarak "ayrımcı" bir nitelik taşıdığını simdi daha açık bir şekilde görebiliyoruz. Başörtüsü yasağının kaldırılması, dinin kamusal alandaki görünürlüğünü kamusal alanı zorunlu olarak sadece din dışılığa açık bir alan olarak gördüğü için reddeden laikçi yaklaşımın keyfi ve cebri bir tasarrufu olarak tarihe düşülen bir nottur.

Farklılıkları tanıma siyaseti
Reform paketi, farklılıkları tanıma siyasetini ahlaki çoğulculuktan ziyade liberal geleneğin "hoşgörü" anlayışını sürdüren bir yaklaşımla temellendirmektedir. Alevi kimliğinin kolektif hak öznesi olarak tanınması fakat bu yapılırken Alevi kimliğinin tanımlanması çabasına girilmemesi, Alevi kimliğinin İslam karşıtlığı üzerinden şiddetle siyasallaşmasını engelleyecek bir unsurdur. Bu bakımdan müstakil bir reform paketinin konusu olacağı söylenen bu konu, demokratik çoğulcu geleneğin oluşmasına yeni bir kapı aralayacaktır.
Kemalist vesayet düzeni yaşayabilirliğini yitirdiği için tarih sahnesinden çekilirken, nefret suçlarının ceza hukuku kapsamında tanımlanması, Sünni Müslüman çoğunluk, Alevi toplumu ve Kürtlere dönük olarak var olan ya da yaygınlaşma eğilimi taşıyan ayrımcı ve aşağılayıcı eylem ve söylemleri caydırıcı bir rol oynayacaktır. Türkiye'de tek başına İslamofobyanın ulaştığı boyut, bu düzenlemeyi kendi başına haklılaştıran diğer bir unsurdur.
Reform paketine yansıyan farklılıkları tanıma siyasetinin diğer bir unsuru, Kürt kimliğinin ve kültürünün tanınması ve bekasının sağlanmasına dönük olarak, Kürtçenin özel okullarda eğitim dili olarak kullanılmasına imkân tanımasıdır. Maksimalist anlayış sahiplerinin "ya hep ya hiç," "ya şimdi ya hiçbir zaman" anlayışı imkânsızın hayalini gerçekliğin kurgusu olarak "kurmaktan" öte bir değer taşımamaktadır.
Her dil "ordusu ve donanması olan bir lehçe" ise Kürtçenin zamana ve kendisini geliştirmeye, Kürtçe eğitim almak isteyeceklerin de bu isteklerini reel bir zemine oturtmak için zamana ihtiyaçları vardır. İskoçya resmi olarak çift dilli olmasına rağmen, İskoç ayrılıkçıları İngilizceyi İskoç diline yeğlemeye devam etmektedir. Kürtçenin tarihi mirası ve alfabesine ilişkin konular, ideolojik bir bakışla çözüme kavuşturulabilir olmaktan uzaktır. Türkiye Kürtlerinin büyük çoğunluğu Türkçe "düşünmeye" devam etmektedir. Türkiye'deki Kürtler de Diyarbakır'da yaşayanlar ya da yerlerinden edilmişlerden ibaret değildir. Kürtlerin ana dilde eğitimden önce, iradi olarak, Kürtçeyi öğrenmeleri öncelikli ihtiyaçlarıdır. Şimdiki halde Kürtçe eğitim talebinin sosyolojik zemini oluşmuş değildir. Bu oluştuğunda, hiç şüphesiz Kürtçe devlet okullarında da eğitim dili olma vasfını kazanacaktır. Ulusçu öncüllerin Kürtler üzerinden "efradını cami, ağyarını mani" bir şekilde üretilmesini talep eden "acilciler" demokratik reform geleneğinden çok devrimci darbeci geleneğe yakın durmaktadırlar. Bu radikal pozisyon, geniş toplumda Kürtlere karşı ayrımcı ve dışlayıcı eylem ve söylemleri tetiklerken, çoğulculuğun hoşgörü zemininde inşasını zorlaştırmakta ve barış iklimine zarar vermektedir.
Demokrasinin toplumsal rızaya dayalı reformlarla inşası, kalıcı bir çoğulculuğun tesisi için şarttır. Sosyo-politik değişimin tedrici tekevvünü, zamanın ruhunu doğru okumaktır. Bitirirken bir soru: Kilise nikâhının resmi bir nitelik taşımadığı AB üyesi bir ülke var mıdır? Yoksa kamusal olanı dinden arındırmaya dayalı darbeci-devrimci zihniyetin bakiyelerinin sürdürülebilirliği nedir?

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp