Top
08/06/2013

Gezi Parkı demokrasi testi

Türkiye, Cumhuriyet tarihinde bir ilki yaşıyor. İkiyüzlülük üzerine kurulan Kemalist vesayet sisteminin devlet cihazı içindeki gücünün AK Parti hükümetleri döneminde zayıflatılması da bir ilkti. Taksim Gezi Parkı'nın korunmasına dönük yeni kuşak çevreci duyarlığı ile başlayan toplumsal tepki hareketinin kısa sürede vesayet sisteminin toplumsal ayakları tarafından teslim alınarak vandalizme dönüştürülmesi ve çoğunluk üzerinde kümülatif bir intikam hissinin tatmini niteliğindeki eylemler halini alması, demokrasimizin "derinlik" kazanması bakımından reel bir test olmuştur. Bu testin bazı bileşenlerine yakından bakalım.
Demokrasi sadece seçim değildir: Demokrasi çoğunluğun yönetim hakkına dayanır. Bunu da azınlık haklarının korunmasıyla yapar. Bugünün azınlığı yarın çoğunluk olarak iktidar gücünü kullanabilir. Kamusal alanı yöneten emredici doğruların tayininin barışçı mekanizması demokrasiler açısından sadece seçimlerdir. AK Parti Cumhuriyet tarihinin sandığa yansıyan en büyük gücüdür. Bu güç, sosyolojik azınlıkların siyasi ve toplumsal sisteme entegrasyonu konusunda en büyük mesafeyi almış, vesayet güçlerinin tahayyül bile edemeyeceği politikaları hayata geçirmiştir. Taleplerin demokratik nitelik kazanabilmesi, şiddetsizliğe ve bu pozisyonları benimsemeyenleri ötekileştirmeme şartına bağlıdır. Bütün bu duvarlar aşılmış ve zorba bir azınlık dayatması vandalizme dönüşerek büyük bir terör atmosferi doğurmuştur. Demokrasinin sadece seçim olmadığı dolayısıyla çoğunluk gücünün sınırlarının olduğu açık bir doğrudur; en azından bunun kadar açık bir doğru da iktidarların ancak seçim yoluyla el değiştirebileceğidir.
Vandalist grupların sembolik şiddeti bütünüyle Başbakanın kişiliği üzerinden kurgulanmıştır. Başbakanın vandalist gruplar tarafından bir nefret objesi haline dönüştürülmesi, onu, sevenleri nezdinde bir "kült"e dönüştürmektedir. Demokratik siyaset pozisyonel saflaşmayı kaldırmaz. Toplum vicdanı bu küfürleri hazmedemez. Cami ve bayrak gibi dini ve milli sembollere karşı gerçekleşen saldırılar, işgal dönemi güçlerinin yaptıklarından farklı değildir. En kolay hedef olarak başörtülülere karşı gerçekleştirilen eylemler, dini değerlere dönük aşağılamalar geniş kitleler tarafından not edilmiştir.
Pozitivist kesin inançlılar: Başbakan vekili Bülent Arınç'la görüşen Taksim Platformu üyelerinin taleplerindeki cüretkârlık bir tarafa, üsluplarındaki ilkel kesin inançlılık ve buyurgan tavır, hala bu toplumun ve onun siyasi temsilcilerinin üzerinde vesayet kurmaya yöneliktir. Yerel yönetim uygulamalarında çokça başvurulan referandumu bile, "bilimsel doğrular"ın ve demokratikliği kendinden menkul "demokratik değerlerin" referanduma sunulamayacağı bağnazlığıyla reddeden ve bunu "güç artık bende" buyurgan edasıyla yapan platform sözcüsü, kendi başına vandalizmin siyasi pozisyonunu anlamak için yeterli bir karinedir.
Selin karşısında durulmaz: Toplumsal kriz yönetiminde algıların yönetimi esastır. Bunun için kan kussanız da, olan kızılcık şerbeti içtiğinizdir. Sağduyunun avdet etmesi ve şiddetsizliğin sağlanabilmesi için, Başbakan ve Hükümet, emredici, güdücü, buyurgan bir dil yerine kuşatıcı, kapsayıcı ve yatıştırıcı bir pozisyon üzerinden iyi niyetli grupların taleplerine duyarlılık göstermeli, onlarla diyaloga girmeyi başarmalı ve "güç zehirlenmesi" içinde olmadığını ortaya koymalıdır.
Muhalefet ihtiyacı ve yatay hesap verebilirlik: Gezi Parkı eylemlerinin ortaya koyduğu problem alanı, tam da demokrasimizin derinleşmesi gereken alandır. Siyasi muhalefetin ideolojik-polemiksel karakteri, AK Parti hükümetleri döneminde çok büyük bir muhalefet boşluğu doğurmuştur. Buna AK Parti hükümetinin, yerel yönetimler dahil, bütün politik karar alma süreçlerine Başbakanın bir şekilde müdahil olması da eklenince, kontrol edilemeyen bir güç durumu ortaya çıkmıştır. Hükümetin yatay hesap verebilirliğini sağlayacak kurumsal ve fonksiyonel özerklikler ortadan kaldırılmış, bürokratik vesayetin kaldırılması adına bürokrasi hallaç pamuğu gibi atılmıştır. Şeffaflık ve hesap verebilirlik, halkın "özne" pozisyonuna saygının gereğidir; bu saygı sadece sandığa saygıyla sınırlı değildir.
Altın ateşte, insan mihnette belli olur. AK Parti hükümetleri döneminde rant sisteminden pay alamayanlar, sağcı-solcu olmak yerine çapulcu olmayı tercih edenler, çakma liberaller ve sözde demokratlar, AK Parti hükümetine giydirdikleri "yeni Osmanlıcı" gömleğinden rahatsız olan "yabancı" çıkar çevreleri bulanık suda balık avlamaya çıkarken şunu göz ardı ediyorlar: Güneşin yansımalarıyla oynayarak güneşi yok edemezsiniz. AK Parti hükümeti gitse bile, o hükümeti iktidara taşıyan irade yerinde duruyor. 27 Mayısçıların formülü de uzun zamandır geçerliliğini kaybetti. Sizler demokrasinin derinleşmesini, akıntıya karşı yüzerek durduramazsınız. Demokrasi testi sadece hükümet ve Başbakana değil size de uygulanıyor ve siz bu testi bir defa daha kaybettiniz.
Başbakan ise, kendi doğrularıyla "siyaseten doğru" olanlar arasındaki ayırımı daha iyi yaptığında, siyasetçi için boğazın dokuz boğum olması gerektiğini yeniden fark ettiğinde, vatandaşlık ortak paydasının neye tekabül ettiğini gördüğünde, sadece bu krizin yönetimini değil, yeni bir anayasanın da, Başkanlık sistemi tartışmalarına kurban edilemeyecek kadar değerli olduğunu daha iyi takdir edecektir.
Sokağın sesine duyarlı olan fakat ona teslim olmayan bir demokrasi güçlü bir demokrasidir.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp