Top
01/11/2014

Kürt siyasetinde proaktif duruş ihtiyacı

Proaktif Kürt politikasının nihai perspektifi, Kürt vatandaşlarının Türkiye'yi dünyadaki en büyük Kürt devleti olarak benimsemesini mümkün hale getirmek olmalıdır

Liberal- demokratik anlamda, şiddet ve siyaset biri diğerini etkisizleştiren tahterevallinin iki ucu olduğu için, şiddet yerine siyasi sivilliği ikame etmeyi hedefleyen Çözüm Süreci Cumhuriyet tarihinin en büyük demokratikleşme projesidir. Demokratik konsolidasyonun önündeki ana problem alanı olan Kürt kimliğini gerekleriyle birlikte tanımak için zorunlu olan şiddetsizlik ortamını tesis ederek, siyaseti problemin çözümünde hakim mekanizma haline getirme çabasıdır. Çözüm sürecine giden yolda şiddetin insani ve siyasi maliyeti sürecin tarafları açısından taşınmaz hale geldiğinde, şiddeti amaçlaştıran ve örgütsel varlığını ona borçlu olan PKK hareketi, yüz yüze olduğu kısıtları doğru okuyarak, Hükümetin siyasete dönüş çağrısına olumlu cevap verdi.
Burada yanlış bir algıya dikkat çekelim. Hükümet bu süreçte sadece Türkler değil, Kürtler dahil bütün etnik renkleriyle geniş toplumun iradesi adına hareket ederken, PKK tüm Kürtleri değil, Kürt milliyetçiliğine eklemlenmiş, ideolojik olarak birbirinden farklı fakat milliyetçi öncüllere kilitlenmiş geniş kesimleri temsil eden ama Kürt toplumunun önemli bir kısmına da uzak olan, maksimalist milliyetçi talepleri reel politik gereklere göre eğip büken, sekülerizmin karakterize ettiği, manevra kapasitesi devletlerarası sistemdeki dalgalanmalara bağlı olarak tahavvül eden bir dinamiği temsil etmektedir.
Süreçteki dalgalanmaların Hükümet kanadındaki sebeplerine baktığımızda, devletin güvenlik bürokrasisi dahil, tüm kesimlerine çözüm sürecini kabul ettirmekte başarılı olsa da, Hükümetin, reel ölçekte Kürt kimliğini tanımanın gereklerini çözüm sürecinin reel politiğine endekslediğini ve bunu müzakere masasında elini güçlendiren bir karta dönüştürdüğünü görüyoruz. Bunun en önemli sebebi ise, Kürt kimliğini tanımanın gerekleri konusunda Hükümetin nihai bir perspektif oluşturamamış olmasıdır. Türkiye'nin öncelikle "kendi Kürtlerine" dönük olarak, etno- politik açıdan nasıl bir tasavvura sahip olduğuna karar vermesi, bu konuda oluşturacağı resmi, stratejik bir perspektifle toplumsal ve politik bütünleşmenin referansı haline getirmesine ihtiyaç bulunmaktadır.
Böyle bir stratejik perspektifi tecessüm ettirecek politikalarda muhatap aracısız tüm toplumdur. Bu perspektif, Hükümete demokratik ve moral hamle üstünlüğü kazandıracak ve PKK'nın reel politik manevraları karşısında koruma sağlayacaktır. Kürt politikasında proaktif duruş, çözüm sürecinin kırılganlığının panzehiridir. Fransa'nın Bretonların, Britanya'nın Galce konuşanların kültürel kimliklerini tanıma, geliştirme ve koruma politikası, bu toplulukların siyasi topluma entegrasyonunda maksimalist değil "makul" taleplerle yetinmelerine imkan sağlamıştır. Kürt kimliğini gerekleriyle tanıma siyaseti etnik gururuna çok düşkün olan Kürt toplumunun, maksimalist milliyetçiliğin irrasyonel taleplerini duygularıyla değil akl-ı selimle tartmasını mümkün hale getirecektir. Namlunun ucundaki Kürt siyasetinin Stalinist istibdadın kıskacından kurtulması ve PKK'nın korku imparatorluğunu aşarak çoğulculaşması da böylece mümkün hale gelecektir. İlk taş, Hükümetin elinde.
Kürt meselesini çözüm sürecinden bağımsızlaştırmak, Kürt siyasetinin pan-Kürdist bir nitelik kazanma potansiyelini Türkiye açısından yönetilebilir hale getirebilir. Dahası, Kürtleri bölgesel siyasetlerinin manivelası olarak kullanmak isteyen küresel aktörlerin bu isteklerine "araçsal bir kullanışlılıkla" karşılık veren Kürt siyasi aktörleri, Türkiye özelinde bu siyasetin sürdürülemezliğini, altlarındaki moral meşruiyet zemininin kaydığını fark ettiklerinde, anlamak zorunda kalacaklardır.
Kobani meselesi üzerinden IŞİD'i şeytanlaştırarak Batı kamuoyunda kabaran İslamofobik damardan istifade eden ve Kürt kamuoyunda milliyetçi bir dalga oluşturmayı başaran PKK, Hükümetin Rojava'da PKK'nın hakimiyet kurmasını boşa çıkaran hamleleri karşısında şiddetsizlik haline son vererek, "yıkıcı" potansiyelini harekete geçirmiş ve Çözüm Süreci'nde Eylül ayında ortaya konan süreci kurumsallaştırmaya dönük adımları gözden kaçırarak, 6-7 Eylül olaylarını çağrıştırır şekilde Kürtlerde "korku ve sinme", geniş toplumda "nefret ve intikam" duygularını uyaran bir şiddet sarmalını tahrik etmiştir. Kürt siyasetinin hegemonya mücadelesi içindeki iki aktörü KDP ve PKK, reel politik açıdan Türkler, Araplar ve İranlılarla birlikte yaşamaya mahkum olduklarını, dolayısıyla bu güçlerin onaylamadığı bir statükoyu inşa etme ve sürdürmenin mümkün olmadığını tarihi tecrübeden çıkarabilecek stratejik bir akla sahiptir. Bunu yok saymak, ancak İsrail formlu bir Kürdistan'la mümkündür. Bir an için böyle bir şeyin mümkün olduğunu varsaysak bile, Kürtlerden yeni bir beni İsrail oluşturmaya en başta Kürt tarihsel vicdanı engeldir. Milliyetçi körlüğe eklemlenen Kürt İslamcılığı bile bunu perdelemeye yeterli değildir. PKK'nın çözüm sürecini reel politik fırsatçılığa kurban etmesi, fasit bir dairenin tekrarını netice verecektir. Oysa zaten bu yüzden taraflar siyasetin sağduyusuna sığınmamışlar mıydı? Değişen, şimdilik, IŞİD yüzünden denkleme aktif olarak müdahil olan anti- IŞİD koalisyonunun Kürtlere verdiği destekte somutlaşan reel politik fırsat alanıdır. Bu koalisyonun uzun vadede Türkiye'yi dışlayarak yoluna devam etmesi mümkün değildir.
PKK'nın da Rojava'da tek başına bir hakimiyet alanı oluşturmasına ne Türkiye, ne uzun vadede Esed yönetimi, ne de Suriye muhalefeti izin verecektir. Mazlum ve mağdur bir halkın sahipsizliğini giderecek, onlardaki muazzam enerjiyi hem Kürtlerin, hem Türkiye'nin, hem de insanlığın yararına bir inşa gücüne dönüştürme seçeneğine kapı aralayabilecek bir süreci terk edip Kürtleri yeniden şiddetin karanlığına gömecek siyasi akıl, basiret yoksunu yitik bir siyasi akıldır. Proaktif Kürt politikasının nihai perspektifi, Kürt vatandaşlarının Türkiye'yi dünyadaki en büyük Kürt devleti olarak benimsemesini mümkün hale getirmek olmalıdır.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp