Amacım “tatile asla götürülmeyecek kitaplar” listesine ekleme yapmak. Hani listeleri sevmezdin diyen okur, yazıyı erken terk edebilir.
Derim ki, siz siz olun tatile giderken “kastırılmış-sündürülmüş-sulanmış” romanlardan uzak durun. Merak etmeyin, hemen açıklayacağım.
Edebiyatçıların bir araya geldiği bir davet. Kimileriyle önceden tanışıklığım var, kimilerini ilk kez görüyorum. Sahte bir samimiyetle akıp gidiyor gece. Neyse ki masada bu tatsız hali dağıtacak neşede bir yazar da var. Konu dönüp dolaşıp edebiyat okumalarına geldiğinde iyice rahatlamış haliyle gürlüyor: “Valla sırf bu kitap okuma seanslarında rahat edebilmek için ben de bir öykü kitabı yazacağım. Siz öykücüler ne şanslısınız, üç-beş sayfalık öykünün tümünü okuyorsunuz, dinleyenler meseleyi anlıyor. Biz romandan bir bölüm okuyunca havada kalıyor. Sonuçta alkışı da öykücü alıyor.” Manasız gülücüklerle geçiştirilen bu ‘mühim’ tirada, yıllarca öykü yazmaya çalışmış biri olarak cevap veresim geliyor. “Alkışlanmak için öykü yazmak ilginç bir düşünce. Ama daha ilginci şu üç-beş sayfa meselesi. Sayfa sayısı değil ki bu türleri ayıran. Otuz-kırk sayfalık öykülere ne diyeceksiniz?” diye soruyorum. Gözleri faltaşı gibi açılıyor, şuh bir kahkaha atıyor ve yüksek perdeden bir “Yuh!” çekiyor, “Otuz-kırk sayfa mı? O ne be? Biraz kastırsan roman olur!”
Kastırmak fiili beynimin koridorlarında koştururken bir başka yazarın sözleri geliyor aklıma. Yayımlanmadan önce okumama izin verdiği romanında, kendimce uzun bulduğum bir bölümü işaret ettiğimde “İyi de orayı çıkarırsam iki forma azalacak kitap, fiyat bayağı bir aşağı iner” diyor, “çıkarmayı değil de biraz sündürmeyi düşünüyorum.”
Belki de öyküyü kastırarak roman yapılabileceği, romanı sündürerek daha kalın ve pahalı roman yapılabileceği düşünceleri yetmez diyorsanız, daha da tuhafını duydu bu kulaklar: “Romanın darası fazladır, bol malzeme kaldırır, o yüzden taşana kadar sulayacaksın romanı,” demişti bir başka yazar.
Kastırarak, sündürerek, sulayarak, iterek, çekerek, hallaca götürülmüş yatak gibi kabartılarak yazılan romanlar. Kimi zaman büyük font, geniş satır aralığı çözümüyle sayfa sayısı artırılan ciltler. Plaj çantasında afili duracağı tartışılmaz gevezelikler.
“Şu kitap okunur, bu okunmaz. Şöyle yazıldıysa iyidir, böyleyse kötü” baskıcılığından nefret ederim. İsteyen istediğini okur. İstediği gibi okur. Tatile giderken de istediğini yanında götürür. Sadece Bağış’ın keskin zekasına bir selam çakmak istediğimde aklıma “kastırmak meselesi” geldi. Hangi romanın gereğinden fazla sulanıp çürütüldüğüne, hangisinin yeterince sulanıp yeşertildiğine zaman ve okur karar verecektir sonuçta.
Tatile giderken siz valizinize hangi kitapları koyacaksınız bilemem. Seçiminiz ne olursa olsun, iyi okumalar dilerim.