Top
Tuba Şatana

Tuba Şatana

tuba@tubasatana.com

31/01/2016

Acı muhallebi...

Muhallebinin romansını kaybettik biz dedi, kaç göbektir İstanbullu olan arkadaşım...

Muhallebicide buluşmayı geçtim ben, muhallebici demeye bin şahit ister dedim, ne ararsan hatta aramasan var. 

Eskinin muhallebicisi, oldu şimdi sana sayfa sayfa menüsü olan, ama lokanta değil, muhallebici hiç değil, restoran da değil, kavram bulamadığım mekanlar...

Mahallelere has olan muhallebicilerin ustaları zaten bu dünyayı terk etti, buluşmalarda göz göze bakılırken dirsek çürütülen masalar da, paslanmaz kaseler de yok artık. Ustalardan sonra gelenlerle tatlar da bozuldu, dükkanlar da eski sahiplerini ararlar sanki... Ben de o eski dükkanları.

Sütlü tatlı çeşitleri, muhallebiler, adını dükkanlara verenler ise sadece menüde ufak bir parça olarak hayatlarını sürdürüyorlar. Merkez fabrikada yapılıyorlar çoğu zaman, bir tornadan çıkma. Sonra dağıtılıyorlar bütün şubelere. Tatları birbirine karışmış, bazen ne yediğini anlamadığın, o tekdüze tat kaplıyor ağzını...

Vitrinlerinde de çoğu zaman onları alt raflarda bırakırcasına pasta çeşitleri oluyor, mevsimiyse meyve tatlıları da. O pasta çeşitleri de merkezden geliyor, işin kötüsü hepsi o kadar yapay görünüyor ki. Siyahın en parlak tonu ve fosforlu fuşya hakim, sanırsın podyuma çıkacaklar. Bir de saçaklılar üstelik.

Zaten muhallebicilerimizdeki pasta, ekmek fırınlarımızdaki kek, börek, kurabiye çeşitleri bile pastaneleri aratmıyor artık. Sahi, pastaneye gitmeye ne gerek var ki. Girersin bir muhallebiciye, ton balıklı ve mısırlı -evet, hala- salatanı yersin, döner dürümünü de, üzerine de profiterol, oldu da bitti!

Künefenin muhallebicide ne işi var? Yolunu mu kaybetmiş? Hem o kaymağın künefenin üzerinde ne işi var?

Bir muhallebici neden doğum günü, sevgililer günü, düğün, nişan pastası yapar? Kendine görev mi edinmiş, kimse yapmıyor mu şehirde bu pastaları?

Hem makaron da yemeyiverin muhallebicide.

Mıhlamasız da olur.

Bonfilesiz de.

Pidesiz de.

Cheescake’siz de olur. Özellikle.

Trileçeyi hiç konuşmuyorum bile, hem o ne zaman sütlü tatlıların kraliçesi oldu?

Ama bu durum o tatların suçu değil, ana akım eğilimlerin her işletme tarafından sahiplenilmesinin sonucu. Muhallebiciler de her yeni eğilimi dükkanlarında uygulamak isteyince... Ama yok, alan memnun, satan memnun.

Peki bu kadar kişiliksiz mekanları muhallebi kültürümüz hakkediyor mu?

Mekan sahibi çıkıp diyemiyor mu, ben bilmem kaç kuşaktır muhallebiciyim, en iyi yaptığım iş de bu, menümde bu kadar, pastanı, salatanı başka yerde ye?

Bu kadar çok insana ulaşan, müşterisinin arkası kesilmeyen, şubeleşmiş, tüm şehirlere yayılmış işletmelerin kültürümüze sahip çıkmalarını istemek çok mu? Olmamalı.

Bir de bazılarının menüleri de içler acısı. Türkçe, İngilizce ve Fransızca okunduğu gibi yazılan bir sürü kelime bir cümlede buluşmuşlar, ben de anlamadım, neyse.

Kalan bir kaç muhallebici var, onlara da teşekkürü borç biliyorum, gene kendi adıma.

Her yer, her şeyi ve aynı şeyleri satmasa artık...

 

 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp