Top
Therapiagroup

Therapiagroup

info@therapiagroup.com

27/09/2015

Erkeklerde yeme bozuklukları

Yeme bozuklukları denince, akla genellikle erkeklerden önce kadınlar gelir. Birçok kişi yeme konusunda kısıtlamayı, diyeti, ince bir fiziğe kavuşmak için sürekli olarak egzersiz yapmayı ve bedensel görünüme dair kaygıyı genellikle kadınlarla ilişkilendirir. Bu yargı tamamıyla hatalı değildir zira yeme bozuklukları erkeklere oranla kadınlarda çok daha sık görülür. Yakın zamanda A.B.D.’de gerçekleştirilen bir anket kadınların yaklaşık %9’unun, erkeklerinse sadece %3’ünün yaşamları boyunca en az bir defa anoreksiya belirtileri gösterdiğini; bulimiyada ise bu oranların kadınlar için %1.5, erkekler içinse %.5 olduğunu ortaya koymuş. Yeme bozukluklarının kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülüyor olmasının en büyük dezavantajı, erkeklerde yeme bozukluğu davranışlarının zamanında yahut hiç fark edilememesi.

Erkeklerde yeme bozukluklarının teşhis edilmesindeki zorluk, belirtilerin erkeklerde kadınlardakine göre daha farklı seyretmesinden de kaynaklanır. Örneğin anoreksiyada kadınlar gittikçe daha da incelen bir bedene sahip olmaya gayret ederken erkekler belirgin kaslara sahip, ince ancak erkeksi bir beden elde etmeyi amaçlar. Tıkınırcasına yemek ya da kendilerini aç bırakmak yerine, erkekler kas oluşumunu hızlandıran ve yağ oranını azaltmaya yarayan takviye besinleri aşırı derecede tüketebilir. Zaman içerisinde bu takviyeler öğünlerin yerini almaya başlar. Spor salonlarında geçirilen zaman da giderek artabilir ve kişinin günlük yaşamını olumsuz şekilde etkileyebilir. Sonuç olarak beden imajıyla aşırı derecede meşgul olan erkeğin hem zihinsel, hem bedensel, hem de duygusal sağlığı zarar görmeye başlar.

Klinik psikolog ve beden algısı araştırmacısı Richard Achiro tarafından yakın zamanda yapılan bir çalışma yeme bozukluklarının erkeklerde hangi semptomlar ve davranış biçimleriyle ortaya çıktığını bakmış. Satışı yasal olan besin takviyelerinin (protein tozları, öğün barları, egzersiz öncesi ya da sonrası performans ve görünüş iyileştiriciler gibi) aşırı tüketiminin ve spor salonlarında geçirilen zamanın erkeklerde yeme bozukluklarıyla ilişkisini araştıran çalışmaya 18 yaş üstü 195 erkek katılmış. Katılımcılar haftada en az iki kez spor salonuna giden ve son 30 gün içerisinde görünüm ya da performans arttırıcı yasal bir takviye kullanmış kişiler arasından seçilmiş. Katılımcıların yaklaşık %30’u takviye kullanımlarıyla ilgili bir endişe belirtmişken %8’i de olası ya da gerçekleşmiş yan etkileri sebebiyle doktorlarının bu takviyeleri yasakladığını ifade etmiş. Katılımcıların %3’lük bölümü ise bu takviyeleri aşırı derecede tükettikleri için böbrek ve karaciğer sorunları nedeniyle hastaneye kaldırıldıklarını bildirmiş.  

Peki, erkekleri protein tozlarına, öğün yerine geçen takviyelere ya da görüntü veya performans iyileştirici haplara yönelten nedir? Kültürel baskıların günümüzde erkeklerden ince, kaslı ve erkeksi bir görünüm beklediği yadsınamaz bir gerçek. Kadınlar yaz geldiğinde nasıl incelebilecekleri konusunda medyada önerilere boğulurken erkeklere kısa zamanda kaslı bir yapıya nasıl sahip olabilecekleri üzerine tavsiyeler veriliyor. Ancak Achiro erkeklerdeki yeme bozukluklarını açıklarken kültürel etkenlerden daha da öteye geçerek yeme bozukluklarında bedeninden memnun olmamanın, yetersiz özsaygının, cinsel kimliğin ve cinsiyet rollerinin çok daha önemli bir rol oynadığını savunuyor.

“Takviyelerin aşırı tüketiminin altında yatan neden sadece bedensel endişeler değildir; bu davranış biçimi erkeğin benlik algısıyla ilgilidir.” Hiç şüphesiz egzersizden sonra bir protein içeceği tüketmek ya da öncesinde bir enerji barı yemek, bir yeme bozukluğuna işaret etmiyor: “Endişelenmemiz gereken durum, bu takviyelerin kullanımı değil, kullanımda gösterilen katılık ve sabit fikirliliktir.” Kısacası, takviyelerin tüketimi ve egzersizler kişiyi zihinsel olarak fazlaca meşgul ettiğinde, kişiler arası ilişkileri, duygusal, bedensel ve zihinsel sağlığı olumsuz etkilediğinde, işteki yahut okuldaki üretkenliği ciddi biçimde düşürdüğünde yardım alınması gerekiyor. Kişiyi bu davranışa iten etmenleri ortaya çıkaracak ve ona içgörü kazandıracak psikoterapi bu yardımlardan biri. Achiro bu konuda şöyle diyor: “Birçok yeme bozukluğu davranışının kaygıyı ya da depresyonu regüle etme çabası olduğu unutulmamalı. Takviyelerin aşırı kullanımı ve uzun saatler egzersiz, sorunlu bir duygusal dünyayı düzene sokma çabası. Özellikle erkekler duygusal olmamayı öğrenerek büyüyor ve sosyal yaşama bu özelliklerle adapte oluyor. Yarışmaya, baskın olmaya, çalışmaya, rasyonel düşünmeye ve duygulardan kopuk şekilde yaşamaya teşvik ediliyorlar. Kişiye zarar veren bu maskülen stereotipi tanıma ve kişiyi zarar veren davranışlara neyin ittiğini anlama konusunda içgörü kazanılması ancak terapiyle mümkün oluyor. Terapide amaç öncelikle güvenli bir terapötik bağın kurulması, danışanın kendisini terapiste açmaya hazır hale gelmesi. Ancak bu bağ kurulduktan sonra ilerleme mümkün oluyor.”

References

Hudson, J. I., Hiripi, E., Pope, H. G., & Kessler, R. C. (2007). The Prevalence and Correlates of Eating Disorders in the National Comorbidity Survey Replication (link is external). Biological Psychiatry (link is external), 61(3), 348–358. 

Strothera E, Lembergb R, Stanford SC, Turbervillea D. Eating Disorders in Men: Underdiagnosed, Undertreated, and Misunderstood (link is external). Eating Disorders. 2012;21(5): 346-355. doi: 10.1080/10640266.2012.715512.

Murnen SK, Smolak L, Millas JA, Good L. Thin, Sexy Women and Strong, Muscular Men: Grade-School Children’s Responses to Objectified Images of Women and Men. (link is external) Sex Roles. 2003;49(9/10):427-437. doi: 10.1023/A:1025868320206.

Peterson KA, Paulson SE, Williams KK. Relations of Eating Disorder Symptomology with Perceptions of Pressures from Mother, Peers, and Media in Adolescent Girls and Boys (link is external). Sex Roles. 2007;57(9-10): 629-639. doi: 0.1007/s11199-007-9296-z.

Russello S. The Impact of Media Exposure on Self-Esteem and Body Satisfaction in Men and Women (link is external). Journal of Interdisciplinary Undergraduate Research. 2009;1(4):1-12.

Hatoum IJ, Belle D. Mags and Abs: Media Consumption and Bodily Concerns in Men. (link is external) Sex Roles. 2004;51(7):397-407. doi: 10.1023/B:SERS.0000049229.93256.48.

 

Sık Yapılan İletişim Hataları

Sağlıklı iletişim ve kişiler arası ilişkilerdeki önemi, yaşamın her alanında üzerinde sıklıkla durulan konu. Sağlıklı iletişim, özellikle endüstride ve meslek içi eğitimlerde olmazsa olmaz konulardan biri. 2013 yılında yapılan bir araştırmaya göre ise, çiftlerin ilettikleri boşanma sebepleri sınıflandırıldığında iletişim problemlerinin %65 ile başı çektiği görülüyor. Elbette sadece çift ilişkisi değil, tüm diğer ilişkiler iletişim hatalarından olumsuz etkileniyor. Kimi zaman kendi duygu ve düşüncelerimizi anlatmak için yanlış yollar seçerken, kimi zaman da karşı tarafın söylediklerini yanlış yorumlayabiliyoruz. En sık görülen iletişim hatalarını şöyle sıralayabiliriz:

1. Dinlememek

Özellikle son yıllarda, telefon ve bilgisayar gibi teknolojik araçların da etkisi ile birbirini kesintisiz bir dikkat ile dinlemek zorlaştı. Etkin bir dinleme, sadece söylenen sözleri dinlemekten öte göz kontağı kurmak, anlatılan şeyi daha iyi anlamak için sorular sormak ve konuşulan konuya bağlı kalmaktan geçiyor. Kişi konuşurken, kendi aklımızdan geçenlere odaklanmak ve olası cevaplarımızı düşünmek, dinlemenin kalitesini düşürüyor.

2. Kişi konuşmasını bitirmeden ne demek istediğini anladığımızı var saymak

Bunu hemen hemen hepimiz yaparız. Çok iyi tanıdığımız kişilerle elbette bu daha sık olur ve doğru tahminler de yürütebiliriz. Ancak diğer zamanlarda anladığımızı düşündüğümüz şey genellikle kendi varsayımımızdır.

3. Söz kesmek

Özellikle de tartışmalar esnasında, kendi söyleyeceklerimizin heyecanına kapılıp karşıdakinin sözünü kesmek sık yapılan bir iletişim hatasıdır. Karşıdaki kişiye söylediklerinin önemsenmediğini hissettirdiği gibi, bizim söylediklerimizin de dikkatle dinlenilmemesine sebep olur.

4. ‘Ben’ dili yerine ‘sen’ dilini kullanmak

Tartışma esnasında ‘sen böyle yaptın’ ‘sen beni böyle hissettirdin’ demek, duygularımızın sorumluluğunu almaktan daha kolaydır elbette. Ancak genellikle karşı tarafın bizi anlamasını sağlamadığı gibi, savunmaya geçmesine sebep olur.

5. Duyguların iletişim diline tamamen hâkim olmasına izin vermek

Ne hissettiğimiz elbette önemlidir. Ancak özellikle de öfkeli iken saldırgan bir dil kullanmak, iletişimi olumsuz etkileyebilir. Söylediklerimizden ziyade agresyonumuz ön planda olduğunda iletişim kurmak imkânsızlaşır.

6. Yanlış yorumlama

Özellikle de daha önce sorun yaşamış olduğumuz kişilerle iletişimde söylenenleri yanlış yorumlama eğilimimiz olabilir. Söylenenlerin bize ifade ettiği şeyle kişinin esasen söylemek istediği şey arasındaki farkı anlamak önemlidir. Bunun için en önemli etken empatik iletişimdir. Günümüzde bu yanlış yorumlamaya en çok sebep olan ortamlardan biri de sosyal medyadır. Ses tonu ve beden diline dair ipuçlarının olmadığı bu ortamda kişiler birbirini kolaylıkla yanlış anlayabilir.

7. Dolaylı iletişim ve ima

Dolaylı iletişim yolunu kullandığımızda karşımızdakinin zihnimizi okuması beklentisi içine gireriz. Bu da iletişim için oldukça kısıtlı ve riskli bir yoldur. Genellikle hayal kırıklığı ile sonuçlanır.

8. Davranıştan çok kişilik özelliklerine atıfta bulunmak

Birine kızgın olduğumuzda, sergilediği davranış ya da bunun bize hissettirdiklerine odaklanmak yerine, kişilik özellikleri ile ilgili genelleyici yorumlar yapmak ilişkiye zarar veren, işlevsiz bir iletişim kurma yoludur.

9. Konuşmaktan kaçınmak

Özellikle olumsuz karşılaşmalardan ve olası çatışmalardan kaçınmak adına iletişim kurmak ertelenebilir. Konu ne olursa olsun, bu sebeple iletişimi kesmek, sorunu ortadan kaldırmadığı gibi çözümden giderek uzaklaştırır.

Kaynak:

General Information about Communication Problems. (2008). International Training Program on Intractable Conflict. Conflict Research Consortium, University of Colorado. Retrieved from: http://www.colorado.edu/conflict/peace/problem/commprob.htm

 

Yaramaz Ejderhalar

‘Evrenin çok uzak bir köşesinde ejderhalarla dolu bir gezegen varmış. Verimli toprakları, yabani hayvanlarla dolu ormanları ve güzel gölleri olan gezegende yaşam harikaymış. Ancak bir süre sonra yaramaz ejderhalar işleri karıştırmış.’ Dünyada, doğaya ve diğer tüm canlılara saygı duyarak birlikte yaşamanın önemine dair bir çocuk kitabı… Kitabın hem yazarı hem de çizeri Debi Gliori, çocuklara bu konuda öneriler verirken, biz yetişkinleri de konuyla ilgili düşünmeye davet ediyor.

Gece korkuları

Çocuklar gelişimlerinin bir döneminde karanlıktan, yatağın altındaki canavarlardan veya sadece uyumaya gitmekten korkabilirler. Çoğu, terapi desteği almadan bu süreci atlatırken, bazı çocuklarda gece korkuları uzun süreli olabiliyor. 2012 yılında yapılan bir araştırma, çocukların gece korkularını önemli bir zihinsel işlevin henüz gelişmemiş olmasına bağlıyor: Gerçeği hayalden ayırabilme becerisi. Yoğun gece korkuları yaşayan anaokulu çocuklarını, diğerlerinden ayıran ortak özelliğin gerçek ile hayal dünyasını ayırt edemeyişleri olduğu, araştırmanın öne çıkan bulguları arasında. Prof. Sadeh’e göre uyku zamanı çocukların duygu, düşünce ve korkularıyla tek başlarına kaldıkları günün tek zamanı. Bu durumda tam gaz çalışan hayal gücünün ürettiklerini gerçek zanneden çocuklar gece korkularını en yoğun yaşayanlar oluyor. Zihinsel beceriler gelişip, hayal ettikleri her şeyin gerçek olmadığını anlayabilen çocuklarda zamanla bu korkular azalıyor.

Bu bilgi, ebeveynlerin korkan çocuklarına daha doğru yaklaşmasına yardımcı olabilir. Korkulacak bir şey olmadığını, canavarların aslında gerçek olmadığını anlatmak yerine çocukların korkularıyla ilgili konuşmasına izin vermek, onları yargılamadan, onlarla alay etmeden dinlemek ve rahatlamalarını sağlamak çözüm için etkili yaklaşımlar. Bu yaşta çocuklar somut açıklamalara ihtiyaç duyduğundan güvenliğini sağlamak için alınan önlemleri onunla paylaşmak rahatlamasını sağlayabilir. Ancak en önemlisi anne babalar olarak çocuklardan henüz yetkin olmadıkları konularda başarı beklememek. Gerçek ve hayali ayıramadığından canavardan korkan bir çocuktan cesur olmasını istemek 4 aylık bebekten koşmasını beklemek gibi. Büyüyüp gerekli becerileri edinene kadar ailelere düşen, çocuklarına güven vermek ve onların yanında olmak.

Tamar Zisenwine, Michal Kaplan, Jonathan Kushnir, Avi Sadeh. Nighttime Fears and Fantasy–Reality Differentiation in Preschool Children. Child Psychiatry & Human Development, 2012.

 

 

THERAPIAGROUP PSİKOLOJİ&PSİKİYATRİ REHBERİ köşesi Psikiyatrist Dr. Alper Hasanoğlu öncülüğünde; Uzm. Psk. Burcu Gençer, Psk. Ceylan Özge Kunduz, Uzm. Psk. Şencan Taşkale tarafından hazırlanmaktadır.

SORULARINIZ İÇİN: info@therapiagroup.com

Facebook: facebook.com/TherapiaGroup

Twitter: TherapiaGroup

İnternet adresi: www.therapiagroup.com

 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp