Top
Therapiagroup

Therapiagroup

info@therapiagroup.com

21/02/2016

Korku filmlerini neden severiz?

Rosemary’nin Bebeği’nden Cinnet’e, Sapık’tan 13. Cuma’ya, Çığlık’tan Şeytan’a korku filmleri epeyce geniş bir kitleye hitap ediyor. Korku filmlerini öyle ya da böyle, çoğumuz seviyoruz. Utrecht Üniversitesi’nden sosyal ve örgütsel psikoloji profesörü Dr. Jeffrey Goldstein korku filmlerine dair bu tutkuyu şöyle açıklıyor: "İnsanlar korku filmlerine giderler çünkü korkmak isterler. Aksi halde ilk seferden sonra bir daha gitmezlerdi. İnsanlar eğlence türlerini kendilerini etkileyen şeyler arasından seçerler. Korku filmlerinin de yaratması beklenen çeşitli etkileri vardır ve bunlardan belki de en önemlisi, filmin tatmin edici bir sonu olmasıdır. Yani kötü adamın layığını bulması…"

Journal of Media Psychology’de yayımlanan 2004 tarihli bir makalede Dr. Glenn Walters, korku filmlerini çekici kılan üç özelliği şöyle sıralıyor: Gerilim, kültürel yahut bireysel anlamlılık ve gerçekten uzaklık... Walters bu argümanını bazı bilimsel makalelere de dayandırıyor. Haidt, McCauley ve Rozin (1994), iğrenme üzerine yaptıkları araştırmada katılımcılara gerçek hayattan korkunç görüntüler içeren üç kısa belgesel film izletiyorlar. Filmlerden biri bir mezbahadaki inekleri gösterirken bir diğeri işkence gören bir maymunu konu ediyor. Sonuncu film ise, ameliyat için yüz derisi kaldırılan bir insanın görüntülerinden oluşuyor. Katılımcıların %90’ı görüntülere dayanamayarak, bitmesini beklemeden filmleri kapatıyor.  Filmlerin tümünü izleyenler bile görüntülerin son derece rahatsız edici olduğu konusunda hemfikir oluyor. Ne var ki aynı insanlar izledikleri bu belgesellerde gördüklerinden çok daha kanlı ve korkunç görüntüleri izlemek için sinemaya gittiklerini ve bilet satın aldıklarını, hatta filmlerin ilk gösterimlerini de kaçırmamaya gayret ettiklerini beyan ediyor.

Araştırmacılardan McCauley bu çelişkinin yanıtını korku filmlerindeki görüntülerin kurgusal olmasıyla açıklıyor. Filmin kurgusal yapısı şiddet sahneleriyle izleyici arasında belirli bir psikolojik mesafe yaratarak izleyiciye bir tür kontrol hissi veriyor. Korku filmi sizleyicileri izlediklerinin gerçek olmadığını biliyor ve bahsedilen psikolojik mesafeyi de bu bilgi sağlıyor. İzleyicilerden filmi gerçekçi bulanların gerçekçi bulmayanlara oranla filmden daha olumsuz şekilde etkilendikleri de bir başka araştırmanın bulguları arasında. (Hoekstra, Harris, & Helmick, 1999)." 

(Haftaya kaldığımız yerden devam edeceğiz.)

Temel duygusal gereksinimler: Güvenli bağlanma ve stabilite

Sağlıklı ruhsal gelişimde karşılanması gereken temel duygusal gereksinimler, şema terapide 5 ayrı başlık altında tanımlanır:

- Güvenli bağlanma (Güvenlik, stabilite, bakım ve koşulsuz kabul ihtiyaçlarını karşılayan)

- Özgürlük, yeterlilik ve kimlik algısı

- İhtiyaç ve duyguları ifade özgürlüğü

- Spontanite ve oyun

- Gerçekçi sınırlar ve özdenetim

Bugün güvenli bağlanmanın temel belirleyicilerinden biri olan stabiliteyi ele alacağız.

İnsan yavrusunun en temel gereksinimlerinden biri, bakım veren kişi ya da kişiler ile güvenli ve stabil bir bağlanmanın gelişmesidir. Bakım veren kişi ile ilişki, bebeğin öngörebildiği, tutarlı ve devam eden bir nitelikte olduğunda güvenli bağlanma gelişir. 

Ebeveynin küçük yaşta kaybı ya da bakım verenlerin tutarsız bir yaklaşım sergilemeleri, bu gereksinimin karşılanmasını engeller. Gereksinim çoğunlukla karşılanıyor olsa bile aralıklarla sekteye uğraması ve çocuğun öngöremediği biçimde kesilmesi, çocukta ikili ilişkilerle ilgili bir instabilite algısının oluşmasına sebep olur.

Bu durum da instabilite/terkedilme şeması oluşmasına ortam sağlar. Bu şema ötekilerin güven, duygusal destek, yakınlık, koruma gibi konularda dengesiz ya da güvenilemeyecek oldukları algısını içerir. Bu şemaya göre ilişkiler güvenilmezdir, her an bitebilir ya da kesintiye uğrayabilir. Birlikte olduğunuz kişi sizi her an terk edebilir, başka birini ya da bir şeyi tercih edebilir. Bu şemanın varlığı kişide, bu dengesiz ve tutarsız bağlanma stilini sürdürme eğilimine sebep olur. Kişi ulaşılmaz ya da bağ kurmayan kişilere karşı çekim hissedebilir. Bir başa çıkma biçimi olarak kendisi bağ kurmaktan kaçınabilir.

Ebeveynin erken dönemde kaybı ya da terkedilme, bu şemanın önemli bir belirleyicisi olsa da tek nedenin bu olduğu söylenemez. Anne ya da babanın patlayıcı duygusal tepkiler göstermesi, uzun süren küslükler ve mahrum bırakma durumları da instabil bir bağlanma gelişmesine sebep olabilir. Bakım veren kişinin duygusal git-gelleri, iletişim süreçlerinin dengesiz olması, çocuğun tutarlı bir bağlanma kurmasını engeller. 

Young ve Klosko (1993), terk edilme şemasının kökeninde yer alabilecek yaşam olaylarını şöyle sıralar:

- Ayrılık anksiyetesine karşı biyolojik yatkınlık,

- Ebeveynlerin duygusal dalgalanmaları,

- Küçük yaşta ebeveyn kaybı ya da ebeveynin evi terk etmesi,

- Ebeveynlerden birinin alkol ya da madde kötüye kullanımı,

- Ebeveynlerden birinin psikiyatrik rahatsızlığının olması,

- Küçük yaşta annenin uzun dönem hastanede kalması ya da evden ayrı olması,

- Bakım veren kişilerin sık sık ve beklenmeyen biçimde değişmesi,

- Yatılı okula gönderilmiş olmak,

- Küçük yaşta anne baba boşanması,

- Evde sıklıkla kavga ortamının olması,

- Yeni bir kardeşin doğması,

- Ebeveynlerden birinin bir başkası ile yeniden bir evlilik gerçekleştirmesi,

- Aile tarafından aşırı bir şekilde korunmuş olmak ve bu sayede zorluklarla başa çıkmanın öğrenilmemiş olması.

Bu yaşantılar elbette tek başlarına bir şemanın oluşmasına sebep olmaz. Bağlanma ve stabilite gereksiniminin karşılanmasını engelleyecek biçimde ortaya çıktıklarında ve tekrarlandıklarında paternlerin ortaya çıkmasına sebep olurlar.

Haftaya temel ruhsal gereksinimlerden ‘güven’ ile devam edeceğiz.

Kaynaklar: Schema Therapy: A Practitioner's Guide by Jeffrey E. Young, Janet S. Klosko and Marjorie E. Weishaar (Nov 3, 2006)

Reinventing Your Life: The Breakthough Program to End Negative Behavior...and FeelGreat Again by Jeffrey E. Young, Janet S. Klosko and Aaron T. Beck (May 1, 1994)

Vreeswijk, M. The Wiley-Blackwell Handbook of Schema Therapy Theory, Research, and Practice (2012)

Kaplanı Uyandırmak

Ann Frederick ve Peter A. Levine imzalı "Kaplanı Uyandırmak" bize travmaya dair yeni ve umut dolu bir bakış açısı sunuyor. Kitapta insan, içgüdüsel kendini iyileştirme kapasitesi ve doğuştan gelen bu kapasiteyi kullanacak entelektüel zekayla donatılmış eşsiz bir varlık olarak görülüyor. Sorulup cevap bulunan ilgi çekici bir soru da yok değil: Vahşi doğada sürekli tehdit altında yaşamakta olan hayvanlar neden nadiren travmatize olur? Vahşi hayvanları, travma semptomlarına neredeyse tümüyle bağışık hale getiren dinamikler anlaşıldığında, insanoğluna ilişkin travmanın gizemi de ortadan kalkıyor.

"Kaplanı Uyandırmak" travma semptomlarını ve onları iyileştirmek için gerekli adımları standartlaştırıyor. İnsanlar genellikle sıradan görünen deneyimlerden dolayı travmatize oluyor. Okuyucu burada, hayata dair boğucu olaylara karşı verdiğimiz tepkileri yöneten, örtük olmakla birlikte güçlü dürtülere ilişkin rehberli bir tura çıkarılmış gibi gezdirilmekte. Bunu gerçekleştirmek için ise bedensel algılarımıza odaklanmamıza yardımcı olan bir dizi egzersizden faydalanılıyor. Bu algılara ilişkin farkındalığın artırılmasıyla da travma iyileştirilebiliyor.

 

 

THERAPIAGROUP PSİKOLOJİ&PSİKİYATRİ REHBERİ köşesi Psikiyatrist Dr. Alper Hasanoğlu öncülüğünde;  Psk. Ceylan Özge Kunduz, Uzm. Psk. Şencan Taşkale tarafından hazırlanmaktadır.

SORULARINIZ İÇİN: info@therapiagroup.com

Facebook: facebook.com/TherapiaGroup

Twitter: TherapiaGroup

İnternet adresi: www.therapiagroup.com

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp