Top
Serkan Demirtaş

Serkan Demirtaş

serkan.demirtas@hdn.com.tr

22/12/2015

Musul krizinin anatomisi: Bir kriz nasıl yönetilemez

Türkiye’nin Kuzey Irak’taki askeri varlığı 1990’ların ortasına dayanıyor. 36. paralelin kuzeyini paylaşamayan Mesut Barzani ve Celal Talabani güçleri arasındaki çatışmaların sonlandırılması ve sağlanan ateşkesi gözlemek amacıyla KDP ve KYB’nin ortak çağrısı üzerine Türk askeri bölgeye girmişti. Türk askerinin zaman içinde  hem görev tanımı hem de nitelik ve niceliği değişti ama varlığı bugünlere kadar geldi.

“20 senedir Kuzey Irak’ta bulunan Türk askeri neden şimdi sorun oldu” sorusu, sadece gazetecilerin, akademisyenlerin değil Ankara’daki üst düzey yetkililerin de yanıtını aradığı bir soru. Başbakan Ahmet Davutoğlu, Brüksel dönüşü gazetecilerin sorularına yanıt verirken şu ifadeleri kullanmıştı:

“Meselenin Irak olduğunu, Irak hükümeti olduğunu düşünmüyorum. Irakta etkili bazı üçüncü tarafların bu meseleyi tırmandırdığını ve kendi askeri mevcudiyetlerini görmeyip, göz ardı edip bu üçüncü tarafların Türkiye mevcudiyetine dikkat çektiğini söylemek isterim. Bu üçüncü tarafların kim olduğunu tahmin edersiniz.”

Bu üçüncü tarafların başında İran geldiği, onu da Rusya’nın izlediği bir sır değil. Her iki ülkenin de Suriye merkezli büyük siyasi hesaplaşmada Türkiye’ye karşı pozisyon aldıkları, ellerine gelen her fırsatı kullanma arayışında oldukları herkesin malumu. Ankara’nın Musul krizinde bu iki ülkeyi adres göstermesi doğru ancak başarısız kriz yönetiminden kendisini sorumlu tutmaması büyük bir eksiklik.

MUSUL'A BÜYÜK TAKVİYE

Bu süreci yakından değerlendirebilmek için krizin başladığı günden itibaren gelişmeleri sıralamak yararlı olur.

4 Aralık: Türkiye, Başika’da eğitim veren askerlerin ve kampın güvenliği için bölgeye tanklar dahil ek asker takviyesi yaptı. Başika’ya giden askerlerin sayısının 600’den fazla olduğu belirtildi. Türkiye’nin asker konuşlandırdığına ilişkin haberler ilk olarak Türk haber kanalları tarafından geçildi. 1,200 asker ile 20-25 tanklık bir mekanize birliğin Musul’a konuşlandığına ilişkin haberler, uluslararası haber ajansları tarafından son dakika haberi olarak geçildi. Gelişmeler, Türk basını tarafından “Musul’a üs” olarak yorumlandı. 

5 Aralık: Irak, Türkiye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi egemenliğini ihlal ettiği gerekçesiyle Büyükelçi Faruk Kaymakçı’yı Dışişleri Bakanlığı’na davet ederek protesto etti. Irak Başbakanı Haydar Abadi, Türk askerlerinin çekilmesi için 48 saatlik bir süre tanıdıklarını ilan etti. İran ve Rusya’dan Irak’ı savunan açıklamalar gelirken, ABD’de de Irak’ın egemenlik haklarının dikkate alınması gerektiği mesajını Ankara’ya iletti.

Başbakan Davutoğlu ise Iraklı muhatabına mektup yazarak, Türkiye’nin Irak’ın siyasi birliğine en çok önem atfeden ülke olduğunu, Başika’da askeri mevcudiyetin DAEŞ’le müzadele kapsamında görülmesi gerektiğini kaydetti.

8 Aralık: İlgili başkentler arasında yaşanan yoğun diplomatik temas sonucunda Türkiye, 48 saatlik sürenin dolmasına ve BM Güvenlik Konseyi’nin Rusya’nın çağrısı üzerine toplanmasına az bir süre kala yazılı açıklama yaparak, askeri tesisteki askerlerin sayısının azaltılıp yeniden tanzim edileceğini duyurdu.

9 Aralık: Irak Kürdistan Bölgesel Yönetim Başkanı Mesut Barzani, temaslarda bulunmak üzere Türkiye’ye geldi. Gelmeden önce Irak Başbakanı Abadi ile de görüşen Barzani, olayın fazla büyütülmemesi gerektiğini savundu.

BAĞDAT'A ÜST DÜZEY HEYET

10 Aralık: Krizi yumuşatmak için MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu Bağdat’a giderken, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu telefonla aradı. Sinirlioğlu ve Fidan, Irak Başbakanı Haydar Abadi, Dışişleri Bakanı İbrahim Caferi ve Savunma Bakanı Halit el Ubeydi ile yaptıkları görüşmelerde, Ankara’nın Bağdat’la askerin konuşlanmasına izin veren bir protokol için hazır olduğunu ilettiler. 

Türkiye’den yapılan açıklamada, Irak Hükümetinin hassasiyetleri dikkate alınarak “güvenlik alanında işbirliğinin derinleştirilmesini teminen yeni mekanizmalar oluşturulması için bir çalışma başlatılması konusunda” mutabık kalındığı kaydedildi.

11 Aralık: Bu açıklamalara karşın, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Türkmenistan ziyareti öncesi yaptığı açıklamada, Musul’dan asker çekilmeyeceğini, Irak’ın terör örgütlerine karşı tedbir alamadığını dolayısıyla Türkiye’nin kendi önlemlerini almaya devam edeceğini kaydetti. Cunhurbaşkanı’nın bu açıklaması, Irak tarafından tepkiyle karşılandı ve konu BM Güvenlik Konseyi’ne taşındı.

ÇEKİLME YOK DEDİKTEN SONRA İLK ÇEKİLME GELDİ

14 Aralık: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çekilme yok açıklamasının ardından Türkiye, Başika kampından kısmi çekilme yapıldığını “yeniden tanzim” adı altında duyurdu. Çekilen askerlerin Kuzey Irak’taki Bamerni’ye konuşlandığı kaydedildi. ABD Başkan Yarımcısı Joe Biden, Başbakan Davutoğlu ile telefonda görüştü. Biden, Türkiye’nin kısmi çekilmesini Irak’la gerginliğin düşürülmesi yolunda atılmış önemli bir adım olarak değerlendirdi.

16 Aralık: IŞİD Başika kampına Katyuşa roketatarlarla saldırdı. 4 Türk askeri yaralandı. Türkiye, bu saldırının Türk askerinin korunması gerekliliğini, dolayısıyla takviye birlik gönderilmesinin haklılığını ortaya koyduğunu kaydetti.

17 Aralık: Başbakan Davutoğlu, Brüksel dönüşü gazetecilere konuşurken, Türkiye’nin neden Irak’tan zamanında izin almadığını şu ifadelerle açıkladı:

“Irak'tan izin alsaydınız diye bir argümanın karşılığı yok çünkü o askerin güvenliği için de bunun mahremiyet içinde yürütülmesi lazım genel bir ifade ile. Irakla prensipte anlaşmış olduğumuz için bunun bir sorun teşkil etmeyeceğini düşündüm. Bu son gelişmeler de bu kararın aslında doğru olduğunu gösteriyor. Ayrıca şu da var daha yakın zamana kadar bir sene önce diplomatlarımız DAEŞ'in elinde esirken kaçırılmış ve esir iken biz operasyon yapmadığımız için bizi eleştirenler şimdi orada niye bulunuyorsun diye eleştiriyorlar.”

NOKTAYI OBAMA KOYDU

18 Aralık: Türkiye’nin, askerin tamamını çekmemesi ve konunun BM Güvenlik Konseyi’nde yeniden gündeme gelmesi öncesi devreye ABD Başkanı Barack Obama girdi ve  telefonla aradığı Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Türk askerinin Musul’dan geri çekilmesi gerektiği mesajını verdi. Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada, Obama’nın Erdoğan’ı Türk askerlerinin çekilme sürecinin devam etmesi yönünde uyardığı net bir şekilde ifade edildi.

19 Aralık: Obama-Erdoğan görüşmesinin sonuçları ise Dışişleri Bakanlığı’nın yayınladığı yazılı açıklamayla duyuruldu. “Türkiye, Irak tarafının hassasiyetini dikkate alarak ve DAEŞ'la mücadelenin gerektirdikleriyle uyumlu olacak şekilde, mevcut iletişim kopukluğunun kaynağını teşkil eden koruma kuvvetlerinin Musul vilayetinden intikali için başlayan süreci devam ettirecektir,” ifadelerinin yer aldığı açıklama, Irak Dışişleri Bakanlığı tarafından doğru yönde atılmış bir adım olarak değerlendirildi.

KRİZ ÖNLENEMEZ MİYDİ?

Türkiye’nin 4 Aralık’ta başlayan süreçte göremediği birkaç unsur şöyle sıralanabilir:

Irak’ın güçlü tepkisi: Irak’ın tepkisini bastırmak üzere önce Başbakan düzeyinde mektup, sonra iki üst düzey temsilci gönderen Ankara, Bağdat’ın bu olayı ulusal ve uluslararası düzeyde bir milli onur konusu haline getirdiğini göremedi. Tam tersine Irak’ın topraklarını kontrol edemeyen bir ülke olduğu vurgusunu sıkça kullandı. Atılan adımın Bağdat’ın bilgisi dışında olmasının sorun oluşturmayacağı düşüncesi de belli ki bu değerlendirmenin bir ürünü.

ABD de yalnız bıraktı: İkinci bir nokta, Ankara-Bağdat arasında yaşanan bu bunalımda ABD’nin açık şekilde Irak’ın yanında yer aldığı gerçeğidir. Önce ABD Dışişleri düzeyinde yapılan açıklamalar giderek düzey ve ton değiştirmiş, Türkiye’nin bu mesajı alması için Biden’ın 2 kez araması, hala sonuç alınamaması üzerine de Obama’nın devreye girmesi gerekmiştir. Bu da Türkiye’yi, Obama’nın telefonuyla askerini çeken bir ülke durumuna sokmuştur.

İlk başta çekilemez miydi: Türkiye’nin krizin büyüyeceği izlenimi almasının hemen ardından askeri tamamen çekip onun üzerine üst düzey bir heyet gönderip mutabakat aramasının daha doğru bir yöntem olacağı Ankara’da tartışılıyor. Eğer Irak, o durumda Türk askerinin eğitimine izin vermezse, IŞİD’le mücadele üzerinden ABD’nin yoğun baskısı altında kalabilir ve topraklarını istemese bile açmak zorunda kalabilirdi.

Bu tablo, dış politikada son dönemde yaşanan sıkıntılı sürecin bir başka boyutunu ve kriz yönetimi konusundaki başarısızlığı yansıtıyor.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp