Top
16/09/2013

Ertelenen kongre çook tartışılacak!..

Üzerinde ‘çok uzun bir zamandan beri’ tartışmalar yapılan ‘Kürt Ulusal Kongresi’nin önce 17 Ağustos’ta, sonra 24-25-26 Ağustos tarihlerinde toplanacağı ilan edildi. İlgilileri, sıcak yaz mevsiminin epeyce bir bölümünü, daha bir sıcak bu özel gündeme hazırlıkla geçirmiş oldular.
Ardından, yirmi bir kişiden oluşan ‘Kürt Ulusal Kongresi Hazırlık Komitesi’, kongrenin ‘gündem’ine, ‘katılım’ına, ‘delege sayısı’na-‘oran’larına, ‘başkanlık sistemi’, ‘karar’ süreçleri, ‘komisyonlar’ın oluşum ve ‘çalışma konuları’na ilişkin çok yönlü tartışmalardan sonra, kongre tarihini ikinci kez ‘15-16-17 Eylül 2013’ olarak ilan etti.
Görünen, kongrenin eksiği gediği ile ancak kesin olarak gerçekleşeceğiydi. Bu da çok sayıda kişi ve çevrenin, haklı olarak Kürtlerin ve Ortadoğu’nun geleceğine dair, umut dolu yazılar yazmasına, görüşler ortaya koymasına yol açtı. Öyle ya da böyle ‘bir büyük tarihsel ilk’ gerçekleşecekti.
Ancak ilan edilen tarihten sadece on iki gün önce, Hazırlık Komitesi yaptığı yazılı açıklamayla, kongrenin 25 Kasım 2013’e ertelendiğini belirtti. Gerekçe olarak da ‘21 Eylül’de yapılacak Federal Kürdistan Bölgesi parlamento seçimleri’ gösterildi.
Nitekim KDP temsilcisi Kemal Kerkuki, 25 Kasım tarihi için “...hiçbir seçim çalışmasının kalmadığı bir dönem...” derken, KCK temsilcisi Ronahi Serhat ‘kongrenin ertelenmesine ilişkin önerinin Federal Kürdistan Bölgesi’ndeki partilerden geldiğini...’ söyleyecekti.
İslami Hareketler temsilcisi Halil İbrahim’in “...Delege dağılımında bu üç hususun göz önünde bulundurulması gerekir... eşbaşkanlık sistemi...” sözlerinden, pek çok konuya ilişkin yapılan tartışmaların henüz tüketilmediği de anlaşılıyordu.
Bu sebeplere, kongrenin temel bileşenleri durumundaki KDP ve PKK’nın Rojava’ya ilişkin politikalarındaki farklılığın da, ‘katliamın oluşuna ilişkin tartışma, raporlama ve Hazırlık Komitesi’nin itiraz tebligatı’nda olduğu gibi, tartışmasız önemli bir etkisi olmuştur.
Elbette Abbas Vali gibi Ortadoğu’yu çok iyi okuyan İranlı Kürt akademisyenin Ezgi Başaran’a “Bu kongre 1918 sınırlarını onaylamış olacak... Kongre artık Kürt Ulusal Kongresi değil, ‘Erdoğan ve Barzani’ye göre Kürt Ulusal Kongresi’ olmuştur... Birleşmiş Milletler’in otodeterminasyon (bir ulusun kendi geleceğine karar verme) hakkı ve ilkesine hiç atıfta bulunulmamıştır... Kongrenin teorik bir kimliği yok... Bu kongreye Türkiye’nin parmağı var diye şüpheyle bakanları haklı çıkarıyor...” şeklinde aktardığı sözleri dikkatle değerlendirilmelidir.
Kendi adıma, genel değerlendirmelerine çok büyük değer atfetmekle birlikte, hepsine katılmayı mümkün görmüyorum. Nitekim bir önceki paragrafta alıntıladığım tespitlerden “Kongreye Türkiye’nin parmağı var diye şüpheyle bakanları haklı çıkarıyor...” sözleri dışındakilere katılmadığımı belirtmeliyim. Neden katılıyorum? Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti, AKP iktidarında Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile ilişkileri ve çözüm süreci açısından oldukça farklı bir çizgi izliyor olsa da adeta ‘nerede Kürt varsa ona orada dünyayı dar etme’ politikasını uygulamak genetik kodlarına işlemiş.
Ancak kongre toplanmış olsa ya da gelecekte toplanacak olsa, kanaatimce hiçbir şekilde açık ya da örtülü 1918 sınırlarını onaylamayacak. Bilakis, naçizane çok önceden ifade ettiğim üzere ‘Sykes-Picot anlaşmasının Kürtler için zihnen, coğrafi olarak ve siyasi olarak sonu gelmiş’ olacak. Eğer ifade edildiği gibi kongre, “‘Erdoğan ve Barzani’ye göre Kürt Ulusal Kongresi’ olmuştur...” tespiti doğru olsaydı, tam da bugün, yazının okunduğu saatlerde, sadece bu sebeple bile olsa kongre toplantı halinde olacaktı!
Yine, kongre çalışmaları sırasında ‘Ulusların kendi kaderini tayin hakkı’ndan (UKKTH) söz etmemiş olmaları, etmeyecekleri anlamına ve esasında bunu bangır bangır haykırmadıkları anlamına gelmez. Bunun için daha HEP’in 1990’lardaki ilk programı ile DTK’nın son kongre kararlarına ve aradaki bütün programlara bakmak yeter.
Diğer yandan, şüphesiz kongre, ‘kongre kimliğini’ gerçekleşme süreci ve nihayet ‘sonuç deklarasyonu’nda etraflıca ortaya koymuş olacaktır. Aslında kimliğinin çok güçlü ipuçlarını ya da kimliğini oluşturan ana hatları ve UKKTH’yi sadece komisyonların isimleri üzerinden dahi okumak mümkün. Oluşturulmalarına ve ‘özerk çalışmaları’na karar verilen 8 komisyonun adları:
- ‘Ortak prensipler ve Kürt halkının demokratik çözüm stratejisi komisyonu’,
- ‘Siyasi ve diplomasi komisyonu’,
- ‘Özgür toplum komisyonu (kadın, gençlik, çocuk, sivil örgütlenme komisyonları)’
- ‘Kültür, dil, sanat, aydınlanma komisyonu’,
- ‘Ekonomi, ekoloji komisyonu’,
- ‘Meşru savunma komisyonu’,
- ‘Basın komisyonu’,
- ‘Kongre modeli komisyonu’.
Son yazılanın kongrenin neden yapılamadığı sorusuna cevap olduğu düşüncesinde olsam da, edindiğim bilgilerden bir karşılaşmadan ve gerçek kadar isabetli çözümleme/tahminleri paylaşmalıyım.
Bir bakan ile Kürt siyasetçilerden biri tesadüfen karşılaştıklarında bakan, “Ne dersin, kongre ertelenebilir mi?” diye sorar. Kürt siyasetçi, içinde ‘erteleme’ geçen soruyu, “Kongre bu defa kesin olarak ilan edildiği tarihte yapılacak!” diye yanıtlar. Ancak sorunun ve cevabın üzerinden daha yirmi dört saat geçmeden, erteleme haberi gelir.
Yine aynı günlerde ‘Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Ankara’da yoğun üst düzey görüşme trafiği’ olduğu bilgisi, ertelemenin kaynağını açığa çıkarmaktadır. Benzer bir görüşme trafiğinin de ‘İran-Süleymaniye/YNK (Yekitiya Niştîmanî Kurdistan)-Goran Hareketi’ üzerinden yürütüldüğü gerçeğe yakın bir tahmin.
Ancak karşılaşma ve tahminlerden habersiz, ‘Diyarbakır D-Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde KCK’dan dört yıldır yok yere tutuklu bulunan, yetmezmiş gibi milletvekilliği düşürülmüş olan Sayın ‘Hatip Dicle’yi ziyaretimdeki sohbetimizden:
“Kürt Ulusal Kongresi, Ortadoğu’daki ‘devletler sistemi’ nedeniyle gerçekleşmedi. 25 Kasım’da da gerçekleşeceğinden şüpheliyim. Belirsiz bir tarihe ertelenebilir! Daha 2009 yılında benim de aralarında bulunduğum geniş bir heyetle ziyaret ettiğimiz Güney Kürdistan’daki partiler KDP-YNK vs. kongreden söz ettiğimizde yaptıkları değerlendirmeler, bende devletler sisteminin Kürtler arası birlik, yakınlaşma ve doğrudan kongre önünde nasıl bir engel olduğunu bütün açıklığıyla göstermeye yetmişti.” Herhalde ‘naif’ bulunacak ama yine de yazmalıyım. Kongre yapılsaydı iyi olurdu. Nihayetinde, dünyada bir araya gelmeyen ‘aşiretler’ bile kalmadı. Ancak yapılamamış olması, aynı zamanda yeterince ‘olgunlaşamamış’ olduğunun da kanıtı. Bu konudaki ‘eksiklik ve sorumluluk’ esas olarak ‘temsil edenlerde, parti ve örgütler’de.
Önemli olan, gerçekleşmemesi üzerinden ‘ağır, yeni kırılmalara, dökülmelere sebep olacak’ büyük büyük laflarla eleştirmek değil, sağlıklı, kalıcı ve etkili bir şekilde gerçekleşmesi için, yani sadece örgütlerle sınırlı olarak değil, muhalif olan aydınların da katılımlarının sağlanacağı, açık tartışmaların yapılacağı, gerçekçi konuların karara bağlanacağı bir kongrenin ‘devletler sistemine rağmen’ gerçekleştirilebilmesi için herkesin bulunduğu yerden ‘katkı koyması’dır.
Bu konuda var olan/var sayılan ‘bariyerlerin kaldırılması’nı sağlayacak ‘düşüncenin, dil ve duruşun’ gerçekleştirilmesidir.
Şüphe yok ki, hiçbir güç bu ‘hayatın doğal akışı’nın kaçınılmaz bir parçası haline gelen olguyu, tarihin bu aşamasında ‘hapsetme gücü’ne sahip değildir.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp