Top
11/11/2013

Yanlış kere yanlış!

Sondan başlayalım. Başbakan Erdoğan Finlandiya, İsveç ve Polonya gezisi sonunda, geziye katılan bazı gazetelerin genel yayın yönetmenlerine, sözlerinin farklı yönlere çekildiğini belirterek “Konuyu fuhuşa, zinaya, evlere paldır küldür girmeye getirdiler. Ailelerin şikâyeti üzerine bir açıklama yaptık” diyerek büyük bir ‘yanlış kere yanlış’tan dönme çabasının işaretlerini vermiş bulunuyor.

Gerçekten de, uzun süredir, ‘gizli ajanda değil herhalde’ ama belli bir sistematik dahilinde yani kendi ifadeleriyle ‘muhafazakâr-demokrat’ -ancak demokrat diyemeyeceğim- bir siyasal iradeyle sürdürülen; içinde ‘zina, kürtaj, alkol, hosteslerin ruju, parklarda, metroda davranış, kriterleri koyma çabası, 4+4+4 eğitim sistemi, hastanelere imam, İslami referanslarla konu izahları’ gibi, yaşamın her alanını etkisi altına alan, kuralları dikte eden bu nedenle de ‘Gezi’nin oluşumu ve devamına’ en temel sebeplerden olan tartışma, uygulama ve yasal düzenlemelerin olduğu bir yönetim tarzına tanıklık etmekteyiz.

Ortada ‘farklı yönlere çekilen’ bir durum yok. İktidarın icraatlarının bu kez sınırı aşan bir uygulama olarak devamı. Bilinçaltının ‘iktidar gücüyle’ dışavurumu.

Konuya ilişkin ilk haberde, Başbakan’ın Kızılcahamam’da “Üniversite öğrencisi genç kız, erkek öğrenci ile aynı evde kalıyor. Bunun denetimi yok. Muhafazakâr demokrat yapımıza bu ters. Vali Bey’e bunun talimatını verdik. Bunun bir şekilde denetimi yapılacak” dediği şeklindeydi.

Haberden bir gün sonra Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, “Özel evlerde kalan talebeler şu veya bu şekilde denetlenecekler veya baskınlar yapılacağı şeklindeki yazılanlar gerçeği hiçbir şekilde yansıtmamaktadır. Düpedüz asparagas bir haberdir. Bizim böyle bir yetkimiz yok, düşüncemiz de yok. Başbakan’ın buna benzer bir ifadesi de kesinlikle söz konusu değil”, Başdanışmanı Yalçın Akdoğan da Twitter’dan “Kız ve erkeklerin aynı evde kalmasına yönelik bir denetim söz konusu değil. Evleri nasıl kontrol edeceksin, yok böyle bir şey” sözleriyle tevil yoluna başvurdular.

Ancak Başbakan TBMM’de grup toplantısındaki konuşmasında, “Ben karakteri itibariyle farklı bir siyasetçiyim. Bir yerde konuştuğumu inkâr etmem. Biz kızların-erkeklerin devletin yurtlarında karışık olarak kalmasına müsaade etmedik, etmiyoruz” sözleriyle Bülent Arınç ile Yalçın Akdoğan’ı isim vermeden de olsa yalanlamış oldu.

Yetmemiş olacak ki, Finlandiya, İsveç ve Polonya’yı kapsayan geziye çıkarken de “Eğer yasal düzenleme gerekiyorsa yaparız. Kişilerin müstakil evlerinde farklı bir kız, farklı bir genç ile kalması ne denli uygun olabilir? Siz uygun buluyorsanız size hayırlı olsun. Ama bir yasal düzenleme yapılması gerekiyorsa bununla ilgili yasal düzenleme yaparız. Şu anda valiliklerin bu konuda inisiyatifleri varsa bu inisiyatifi kullanmaları gerekir” diyerek anayasal, yasal ve uluslararası sözleşmeler ile AİHM kararlarına rağmen tartışma konusu uygulamayı hayata geçireceklerini deklare etmiş oldu.

Bu gelişmeler üzerinedir ki, bir yandan siyasetçi, seçilmiş sıfatlarından çok bir tür ‘Başkanın Adamları/İnsanları’ olarak gerekenin yapılacağı yönünde mesaj vermeye başlayan bakanlar, milletvekilleri, Ali Topuz’un tanımlamasıyla ‘fosil yönetimin temsilcisi’ Adana Valisi vb. ile birlikte, ‘durumdan vazife çıkarmak’ suretiyle ihbarlar ve ihbarlı-ihbarsız ev baskınları yaşandığı anlaşılıyor.

Şüphesiz, durum ‘özel hayatın gizliliği’ni ortadan kaldıracak, ‘konut dokunulmazlığının ihlali’ne neden olacak, en önemli haklar arasında yer alan ‘yerleşme’ hakkının da ayaklar altına alındığı bir sürecin başlangıcına dönüştü.

Ancak zamanlı ya da zamansız, şimdiye kadar pek çok tartışmayı benzer doğrudan, ani mesajlarla açarak tartışmalar başlatıp düzenleme yapan Başbakan’ı bu kez bir ‘sürpriz’ beklemekteydi. Partisinin bakanlardan milletvekillerine, kuruculardan yetkili organlarında yer alanlarına, yazarlardan yorumculara, akademisyenlere kadar çok geniş çevrelerden çok açık ve net itirazlar yükseldi.
Görünen, Başbakan’ın bindiği dalı kesmekle meşgul olduğuydu. Bu konuyla ilgili olarak bütün karizmasına, etkisine ve 3 dönemlik ‘ustalık’ dönem ve deneyimine rağmen, ‘meşruiyet üretmek’te oldukça yetersiz kaldığıydı.

Kaldı ki, bu yanlış tek yanlış da değildi. ‘Eşzamanlı’ olarak yapılan bir diğer yanlış da Suriye sınırına yapılmasına başlanan ‘utanç duvarı’ydı.
Benzer ‘tevil’le, duvarın ‘tel örgüleri güçlendiren duvar’ olduğu söylense de, meşum çağrışımlar cepheden mücadeleye davetiyeydi. Öyle de oldu. Suriye’de izlenen yanlış politikalar zinciri El Kaide ve El Nusra’yla yakınlaşma ve yardımlaşmayı da beraberinde getirmişti. İlişki ve yardım ancak yeni yeni kesildiği için, Til Xalef’i PYD’nin aldığını Salih Müslüm söylüyor. ‘Duvar olamayan duvarlar’ın tam da bu ortamda örülmeye başlanması dikkat çekici. Ne oldu da!..

- 50 yıldır yeten ‘mayınlar ve tel örgüler’ bir anda yetersiz oluvermişti!?

- Hangi duvar, ‘Kürtler arası ilişkileri kesmeye yetecek’ denli engelleyici olabilir?

- İsrail’in duvara dair ‘başarısı (!)’ Kürtlerin nüfus, yaşadıkları coğrafya ve özellikle de ‘900 kilometrelik Suriye sınırı’ düşünüldüğünde iyice anlamsızlaşmıyor mu?

- Duvar, gerçekte Rojava’yı kalabalık Kürt nüfusundan, PYD’yi BDP’den, ‘Güney’i Kuzey’den’ ayırmaya elverişli mi?

Sıfır noktası, işte orada! Dolayısıyla Bülent Arınç’ın ‘Gezi’den bu yana yaraya dönüştüğünü zannettiğim isyanı’ tam da bu koşullarda “Artık ben yokum... Birilerinin kum torbası haline getirilmek istemem...” şeklindeki sözlerle patlamış oldu.

Devamında, AKP’nin örtülü bir şekilde yaşamakta olduğu anlaşılan birtakım çelişkilerin hızla su yüzüne çıkmasına sebep oldu. Ya Başbakan durumu toparlar ve hızla AKP’nin içinde çözerek en az zararla atlatır. Ya da çok uzun süredir tek yetkili ‘otoriter’ tutumunun gereği olarak, ‘yasaysa yasa, genelgeyse genelge’ hatta düzenlemeler zorlanarak ‘muhafazakâr’ yapı adına müdahale derinleştirilir. Tercihi çok geçmeden görürüz.

Oysa yapılması gereken, yurtları bugünkü koşullardan çok daha iyi hale getirmektir. Bu itibarla bir yurttaş, deneyimli ve inançlı bir kişi olarak temenni niyetine söyleyecekleri elbette olabilir. Ancak yanında ve yöresinde bulunanların ‘emir telakki etmeyeceği bir tarzda’ söyleyebilir.
Aksi halde, anayasanın da, yasaların da, AİHM kararlarının da açık ihlali ‘yanlış kere yanlış’ olur. Bu kadar açık ihlal ‘yüzde ellisi kafeste keklik’ oyları bile kafesten kaçırtabilir!

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp