Top
09/09/2013

Kürtçede alfabe tartışmaları: Arap (Kuran) mı Latin mi?

Kürtçede kullanılan alfabelerden hangisinin, “Arap alfabesi mi Latin alfabesi mi Kürtçeye daha uygun” tartışmaları, esasında çok uzun bir zamandan beri Kürtçenin çeşitli diyalektlerinde yazanlar arasında süren bir tartışma. Geçmişten bugüne, gerek kuzeyde (Bakûr) gerekse güneyde (Başûr) çok sayıda toplantı, seminer, konferans ve sempozyumlar yapıldı. Konuyla ilgili sayısız tartışma ve değerlendirme bulmak mümkün.

Kuzey ve güney kavramlarını kullanmamızdan kasıt, Kürtçenin en yaygın konuşulan-yazılan-çizilen lehçesi ‘Kûrmancî’nin (Behdînî-Irak Kürtlerinin deyimi ile) kuzeyde buna Rojava’nın (batının) tümü ile Rojhilat’ın (doğunun) da bir bölümünün dahil olacak şekilde konuşulması, ‘Soranî’ lehçesinin ise güneyde ağırlıklı olarak Süleymaniye merkezli olmasına karşın Irak Kürtlerinin özellikle 1920’lerden bu yana eğitim dili olarak tümünün arasında yaygınlaşan lehçesi olması. Elbette her iki lehçeye Dersim, Elazığ, Erzincan, Bingöl ve Diyarbakır gibi illerin çok sayıdaki ilçesinde konuşulan ‘Zazakî’yi de eklemek gerek.

Yani ‘Zazakî, Soranî, Kûrmancî’ ve İran Kürtlerinin bir bölümü arasında konuşulan ‘Goranî’den her biri, ayrı bir dil midir yoksa her biri aynı dilin birer lehçesi midir?

Soruya, aralarında çok sayıda dilbilimcinin de olduğu kişi ve çevreler Kürtlerin ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel açıdan tarihsel olarak gördükleri tanımsız zulümle geri bırakıldıklarını, bu nedenle de son on yıllardaki hak ve özgürlük mücadelelerinin başarıya ulaşmasının yegâne şartının aralarındaki birliği güçlendirmek olduğuna inanarak benim gibi ‘tek dilin lehçeleri’ cevabını verirler. Ancak diğer bir politik eğilimle aralarında kimi dilbilimcilerin de olduğu görüşe göre her biri kendi başına bir ‘dil’dir.

‘Lehçe’ nitelendirmesi, doğal olarak dilin ve bunun en önemli unsuru olan ‘alfabe’nin ortaklaştırılmasını, standartlaştırılmasını ve böylece yakınlaşma ve birliğin güçlendirilmesini savunur, esas alır. Ancak ayrı ‘dil’ savunmasını yapanların doğal birlik derdinden ziyade ‘ayrılık’ları öne çıkarmak, esas almak gibi bir eğilimleri ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla yapılan tartışma bu açıdan da önemli.

Tartışmanın ilk defa Türkiye’deki üniversiteler arasında, akademik çevreler arasında yapılıyor olmasının ayrı bir yere kaydedilmesi gerekir. Diğer yandan anlaşıldığı gibi tartışma yarının Kürtçesinin hangi seyri edineceği, nasıl bir gelişim çizgisi sürdürmesi, yani muhtemel ‘kaderinin tayini’ anlamında bir niteliğe sahip. Tıpkı yola çıkan bir trenin, daha ilk anda yapılacak makas değişikliği ile alacağı yolun belirlenmesindeki gibi.

Adem Balta’nın AA (Anadolu Ajansı) çıkışlı haberinde “Muş Alparslan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nihat İnanç, Arap harflerinin Kürtçeye daha uygun olduğunu ve bundan sonra Arap harfi ağırlıklı bir eğitime geçeceklerini bildirirken Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsü Müdürü Doç. Dr. Vecihî Sönmez ise Latin alfabesinin kullanılmasının daha eğitici ve anlaşılır olacağını belirtti. Mardin Artuklu Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Kadrî Yıldırım da Kürt yazar ve aydınlarının eserlerinin yüzde doksanını Latin alfabesiyle yazdığını, Kürtçenin grameri ve imlasının bu alfabe doğrultusunda nispeten standart bir yapıya kavuştuğunu ve Kürt klasiklerini anlamak için bir alfabe değişikliğine gitmeye gerek duymadığını belirterek Latin alfabesinden yana tavır koydu” denilmekteydi.
Tartışmanın ‘TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda ‘Devletin dili’ ve ‘Anadilde eğitim’ tartışmalarının yoğunlaştığı bir dönemde yapıldığını da gözden kaçırmamak gerekir. Yine tartışmanın, Türkiye gibi Kürtçe denilince akla her düzeyde yasakların, baskıların, soruşturma, yargılama ve cezalandırmaların geldiği, milyonlarca mağdurunun söz konusu olduğu, uzun ve derin demokratikleşme sancıları çeken bir ülkede olduğunu da unutmamak gerekir. Tartışma akademik düzeyde kalmayacak kadar doğrudan hayata dokunan ve milyonların talepleriyle ilgili sonuçlar doğuran, bu haliyle de bilimsel zeminde yer aldığı kadar hayatın her zerresinde hükmünü daha tartışıldığı anda ortaya koyan son derece açık ve net bir politik tartışma olarak görülmek durumunda.

Nedeni şu: Her dil gibi Kürtçe de ‘canlı bir varlık’tır. Çok çeşitli kaynaklardan ‘beslenmek’ ve beslendiği oranda ‘sosyal’ bir varlık olması itibariyle de ‘beslemek’ durumundadır. Sürekli bir değişim ve gelişim içinde olmak, baş döndüren bilimsel ve teknolojik gelişmelere olabildiğince paralel, yeniden üretmek zorundadır. Ancak o zaman, o dili konuşan-yazan kişi ve toplulukların kimlik ve kişiliğine katkıda bulunabilir bir araç niteliği kazanır. Bu da o araca ve ilgili kaynaklara ulaşılmasının kolaylığı ve yaygınlığı ile doğrudan ilgilidir. Eğer öngörülen ‘tren hattı’yla bir yere ulaşma, yaygınlaşma ve kendini yeniden üretme güç ve yoğunluğunu kazandırmıyorsa, tam da orada, durup düşünmek gerekir. Çünkü aksi halde, dil kendisini ve ilgililerini kurumaya ve kurutmaya mahkûm bir karakter kazanır.
Türkçede olduğu gibi Kürtçede de Latin alfabesine geçilmiş olması, geçmişle bugün arasında bir kopukluk olmasının yanı sıra, ilk edebi ürünlerin orijinallerini doğrudan anlamak ve özümsemekle bütün bir tarihi geçmişte yer alan kaynaklara ulaşılması bakımından sorunlar yaratmış, kısmen yaratmayı sürdürecektir. Ancak Kürtçenin muhtemelen çok derin bir siyasal tercih olarak akademinin ‘en derin mahfilleri’ne mahkûm edileceği bir alfabe tercihinin ‘Arap harfleri’ ya da kullanıldığı üzere ‘Kuran alfabesi’ni masum bir bilimsel tercih olarak da kimse Kürtlere bilimsel tez diye sunmamalı! Bu önerinin varsayalım ki kabulü halinde kaç kişi gerçekte Kürtçe öğrenme, öğretme ve gerçek anlamda dili haline getirmeyi ne kadar sürede başaracaktır? Ayrıca Kamuran Bedirxan Kürtçe için Latin alfabesi önerdiğinde, daha ‘Harf
İnkılabı/Devrimi’ yapılmamıştı.

Kaldı ki, Kürtler sadece Arap ve Latin değil, “Çivi yazısı, Avesta alfabesi, Arami alfabesi, eski Pehlevi alfabesi, Masi Sorati alfabesi, Yezidi Kürtlerin kullandığı alfabe ve Kril alfabesi” de kullanmışlardır. Buna rağmen bugün Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde Latin alfabesine kademeli geçişi savunan çok sayıda konunun uzman ve ilgilisi vardır.

Kanımca, en iyi niyetli bakışla bu önerme ancak ‘Şark usulü bir ultra fantezi’ olur! Bu konudaki ısrarcılık ise ister istemez akla ‘Berlin Şark Akademisi’ tarafından 1935 yılında yayımlanan ‘Kürdler-Tarihi ve İçtimai Tetkikat’ı isimli bilimsel (!) çalışmanın sahibi ‘Dr Friç’i yani ‘Habil Adem’i ya da en gerçek adıyla ‘Naci İsmail Pelister’i; ‘sözde bilimsel yayın yapan Osmanlı Milli Emniyet görevlisi, İttihatçı’yı getirir!

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp