Top
Ranini

Ranini

raninionline@gmail.com

22/09/2014

Karagül: Hikayesindeki müthiş samimiyet için izlenir

Karagül cuma gecesi yeni sezonuna başladı. Açık söylemek gerekirse dizinin ilk iki bölümünü izlemiş sonra da “Bu ne ya?” diyerek geçip gitmiş biriyim. Anlayacağınız size bu yazıyı ‘karanlık taraf’tan yazıyorum. Aradan zaman geçti ve Twitter’da dolaşırken Sümüklü Papatya (@sumuklupapatya) adında bir hesaba rastladım. Deli gibi Karagül izliyor, tweetliyor. Bir bloğu vardı, onu buldum. Serde bloggerlık var tabii. Sümüklü’yü okudukça ve onun dizi karakterleriyle kalem bağını gördükçe Karagül’ü merak etmeye başladım. İzlemeye başladım. Garip... Tuhaf... Kusursuz değil... Reji çok temiz. “Aa, Kendal da ne yahu, böyle kötü mü olur, bütün çocuklar bayılıyor adama!”, “Vay arkadaş nasıl çekmiş, görüntü yönetimine bak…” derken derken, Karagül izlemeye başladım. İşte geçmişinde diziye laf sokuşturmuş bir huysuzun gözünden Karagül sezon açılışı…

Avşar Film’in ilk bölümü çekip sonra da çöpe atıp, bizzat Şükrü Avşar’ın sahaya inerek yeniden kurguladığı ‘yöre’ dizisi Karagül, geçen sezon bıraktığı yerden topu göğsüne aldı ve cuma gecesi ‘totali yine kucakladı’. Geçen sezon dizi setine ziyarete gittim. 4 gün kaldım. Anlayacağınız sizin cuma akşamı izlediğiniz bölümün çekimleri esnasında setteydim. O zaman da söylediğim gibi bu dizi, hikayesi, oyuncuları ve dahi Murat Saraçoğlu’nun önderlik ettiği bütün ekip, kusursuz olmasa da benim dahi elleyemeyeceğim bir samimiyet çizgisinde duruyor. İşin bize sunulan yüzü de, sahası da, oyuncuları da kibirli değil. İşlerini yaptıklarının farkındalar. Ne fazla, ne eksik; işlerini tam yapıyorlar. Böbürlenmeden hikaye anlatıyorlar. Zor şartlarda işlerini yapıyorlar. Bir elleri yağda, diğeri balda bile olsa, senenin tamamını Gaziantep-Urfa hattında geçiriyorlar. Otel odasını ev belleyip gurbetçilik oynuyorlar. Her yeri altından olsa ne yazar? Gurbet neticede...



Senaryo ekibinin, yani Erkan Birgören ile arkadaşları Beril Köse ve Betül Yağhasan’ın, zaman zaman beni dehşete düşüren hayal dünyalarını, kurguya çevirdikleri sınıfa dair hakimiyetlerini ilgi ile izliyorum. Geçen sezon Kadriye Ana, Kendal’ın canını almaya niyet etmişti. Çok etkileyici bir sahne izledik. Bir ananın doğurduğu, besleyip büyüttüğü ‘can’ ile hesaplaşmasını, daha doğrusu hesaplaşamamasını izledik. Ne kadar öfkelense, canı acısa da Kadriye Ana o tetiği çekebilir miydi sizce? Bence çekemezdi. Kendine zarar verirdi ama Kendal’a bile kıyamazdı. Neticede Kendal’ın canını Kadriye almayacaktı elbette, çünkü bu ölüm bir nev-i ödül sayılırdı ve senaristlerimiz hiçbir suçu ödüllendirmezdi. İşte tam bu noktada kaldık.

MEMLEKET GELİYOR

Ekip çok kısa bir tatilden sonra, yeni sezonun ilk bölümünün büyük bir kısmını çekmiş olmanın verdiği zaman fırsatından yararlanarak, Murat Saraçoğlu’nun ‘Memleket’ adındaki sinema filmine odaklandılar. Memleket’in hikayesi de Saraçoğlu’na ait. Filmde Şerif Sezer, Osman Sonant, Hikmet Karagöz, Mesut Akusta ve Zeynep Atış rol alıyor. Memleket filminin konusu yönetmenin anlatımına göre şöyle: Memleket zaman, hayat, geçmiş ve ölüm duygusunun ruhlarını giderek daha çok kavradığı iki yaşlı insanın nehir kıyısındaki, insanlardan uzak küçük evlerine “yabancı” bir çocuğun izinsiz girmesiyle iç dünyalarının derinliklerindeki iyilikle, kötülükle ve vicdanlarıyla karşılaşmasını büyük sözler sarf etmeden anlatıyor. Bu küçük ailenin hayatına temas eden başka insanlarla da hikayesini genişletiyor.”



Evet, sinema ile bir küçük nefes arası verdikten sonra diziye geri dönelim… Geçen sezon ha geldi, ha gelecek diye beklediğimiz, sezon sonuna doğru da hikayeye gelen, lakin ayağının tozuyla da başka projeye giden Özcan Deniz’in oynadığı ciğersiz Murat’ın anasını arayışlarıyla başladık. Mert Yazıcıoğlu’ndan bahsedeyim birazcık size. Yazıyı toplamak için bölümü yeniden izlerken, Kendal ile karşılıklı silahları çektikleri rüya sahnesine bir kere daha baktım. Mert Yazıcıoğlu çok şanslı bir oyuncu adayı. Evet, okul gibi deneyimler kazanabileceği bir ekibin içinde çalışıyor, ama oyunculuk kumaşı ve ekran enerjisi var. İleride çok sağlam bir oyuncu olacak fikrimce, hatta at fav’a bekle.

“MURAT MURADINDI, BENSE DÜŞÜP ÖLMEKTEN KORKTUĞUN BİR UÇURUM OLDUM”

Yazarlar 50. bölümde bütün Şamverdi Konağı’nı mutfak robotuna atıp iyice bir çalkalamış. Herkesin fazlası eksiği, derdi niyeti öyle dökülmüş ki ortaya suskun Emine (Hülya Duyar) bile içini kustu, herkese güzel bir ayar çekti. Bölüm detaylarına çok girmek istemiyorum ama kişisel olarak aklımdaki soruların bir kısmına cevap aldığım, kalan kısmı yerine ise yeni sorularla dolduğum bir bölüm oldu. Sezon finalini izlerken gözyaşları içinde kalıp unuttuğumuz sorular vardı, cevap beklediğim. Mesela mı? Şamverdi Konağı’nın ana kraliçesi Kadriye’nin, evladı Kendal sebebiyle yaşadığı kırılma noktasının farklı etkilerini hemen en başta görmek isterdim. Bir ana, evladının katil olduğunu, üstelik de kendi doğurduğu diğer evladını öldürdüğünü öğrendi. “Adalete teslim edeyim, parmağımı devlet kessin, kendimi de Allah’ın affına adayayım, anayım neticede” demenin dışında bir karşılığı olmalıydı bu ruh ihanetinin. Normal düzen giden hikayelerde böyle bir beklentim olmaz da yazan arkadaşlar alıştırdı beni bu hikayede hep ters köşe bir ders çıkarma işine. Eğer dramanın adaleti varsa Kadriye, başlığa koyduğum cümlenin hesabını vermeli Kendal’a, önünde ya da sonunda…



Hikayeyi yürüten sır -yani bizim bildiğimiz ama karakterlerin bilmediği sır- Baran’ın aslında Ebru’nun çocuğu olduğu ve Narin’e verildiği gerçeği idi. Hikaye 49 bölüm boyunca sırtında bu sırla birlikte seyirciyi de taşıdı. Listelerde lider oldu. Reyting rekorları kırdı. Yeni bölümden anladığım kadarıyla hikaye yeni sezonda da bir süre daha aynı sır üzerinden yürüyecek. Bana uyar. Hatta Ebru elinden evladının alındığını öğrense ve bir anne olarak Baran’ın ruh halini göz önüne aldığı için yine sırrın ortağı olarak yaşasa da bana uyar. Dediğim gibi bu hikayeyi her şeyden bağımsız olarak sadece içinde barındırdığı müthiş samimiyet sebebiyle izliyorum. Bütün ekibin yolu açık olsun.

Böyle işte,
R.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp