Top
14/05/2013

Gaz günleri

Saat 17.00 İstiklal Caddesi

Galatasaray Lisesi’nin önüne yaklaştığımda her zamanki gösteri kalabalığını fark ettim. Göstericiler, hemen arkalarındaki çevik kuvvetin varlığıyla normalden biraz daha tedirgin ve olduğundan daha kalabalık görünüyordu. Burger King’e doğru duvara yakınlaşıp yine her zamanki gibi kabalığın yanından teğet geçmek üzere hamle ettiğimde, arkamdaki iki genç kadının olağan dışı diyaloğu kulağıma çalındı.

1. Kadın: A, gösteri var; gel gel şu aradan geçiverelim.

2. Kadın: Eyvah, şimdi yine gaz atılacak-su sıkılacak... Yanıma da yedek bir şey almadım.

1. Kadın: Sana kaç defa söyledim tedbirsiz çıkma diye.

2. Kadın: Evet ya; aksi gibi akşam da buradayım. Dur bakalım şurayı bir atlatalım da belki sonra bir şey olmaz.
Kadınlar, beni ve önlerindeki bütün ağır aksak yürüyenleri kenara itip hızlı adımlarla Tünel’e doğru kalabalığa karışıp gittiler. Yarım saat kadar sonra toz ve gaz bulutu, burnumuzda mutat bir karıncalanma bırakarak üzerimizden akıp gitmişti.

* * *

Aynı saatlerde Beşiktaş çarşısı

Sevil müşteriye dosyalarını teslim etmiş, aylak aylak yürürken telefonu çaldı.

-Alo, Şemsi... Ne haber ya, ben de senin ofisin oralardayım. Yok, işe dönmeyeceğim. Olur. Kazan mı? Maç var bugün, orası çok kalabalık olur ama bir bakalım. Tamam, iki bira içeriz.

Bir Beşiktaşlı olarak, taraftarın gözde mekânında olma fikri Sevil’in hoşuna gitmişti. Güzel havanın tadını çıkartmak için terasa çıktı ve şansına bir yer bulup oturdu. Şemsi’yi beklerken Sinan Paşa’nın önünde büfeden alınma biralarını içen kalabalığı seyretti. Her zaman olduğu gibi coşkusunu caddeye doğru taşıran, şakacıktan Kadıköy minibüslerini sallayıp yolun bir şeridini kaplayan ‘fanatik’lere gülerek bakıyordu ki, Şemsi’nin gölgesi üzerine düştü. Tam Şemsi’ye ‘n’aber’ diyeceği sırada iki el silah sesi duydu. Polis, yolu açamayınca havaya ateş açmaya karar vermişti. Kızgın taraftar önce ateş açan Yunuslar’ı sonra kalkanlarıyla üzerlerine doğru gelen çevik kuvveti ‘şişe yağmuru’na tuttu. Onlar da bira şişelerine sayısız gaz fişeğiyle karşılık verdi ve ortalık hakikaten savaş alanına döndü. Fişeklerden biri de Kazan’ın giriş katına düşmüş, paniğe kapılan birahane yöneticileri kapıları kapatmıştı. Terastakiler oldukları yerde sıkışıp kalmıştı ve gaz bulutu neredeyse üzerlerinde asılı duruyordu. Sevil bir yandan nefes almaya çalışırken bir yandan da Kazan’ın ‘aman polis bize de kızmasın’ diye koşuşturan vefasız garsonlarına laf yetiştirmeye çalışıyordu. O sırada Şemsi uzanıp Sevil’in elini tuttu…

* * *

Saat 17.20 Küçükçiftlik Parkı

Ömer Sabri, yiyecek içecek sektörüne giren eski abilerinden birinin davetini kırmamak için gittiği Gastro İstanbul Festivali’nde halinden memnun gezinmekte. Damağında yufkaya sarılıp kızartılmış jumbo karidesin tadı, aklında ‘yemek konusunda ne kadar da tutucuymuşum’ gibisinden bir fikir. Sahnenin olduğu çimenlik alana doğru ilerledi. Yediği köftenin sosu burnuna bulaşmış kız çocuğunun da, onun elinden tutan annesinin de ne kadar güzel oldukları düşüncesi zihnindeki diğer fikirleri kovaladı. Çimenlere yayılmış şık adamlar ve kadınların arasından geniş bir tur atıp ‘artık tatlı saati geldi’ diye standların tarafına döndüğü sırada genzi yanmaya başladı! O tatlı kalabalık panik içinde oradan oraya koşturuyor, Beşiktaş’tan gelen gaz görünmeyen bir düşman gibi her yeri sardığı için insanlar çaresizce gözlerini ovuşturuyordu. Keşmekeşin içinde ağzına sos bulaşan küçük kızı tekrar gördü. Annesine sarılmış ağlıyordu… Schindler’in kırmızı paltolu kızını hatırladı. Kafasındaki bütün düşünceler tıpkı ağzı, burnu ve gözleri gibi birbirine girmiş, toparlanması imkânsız bir hal almıştı. “Her İstanbullu gözyaşartıcı gazı mutlaka tadacaktır” diye söylendi.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp